Mısır’ın ev sahipliğinde gerçekleştirilen ve özellikle gelişmekte olan ülkelerin iklim değişikliğiyle mücadele edebilmesine yönelik önemli kararların alındığı, ülkemizin ise yeni ve daha iddialı ulusal katkısını açıkladığı bir Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) Taraflar Konferansı (COP) oturumu geride bırakılmıştır. Son yılların en yıkıcı doğal afetlerinden birinin yaşandığı Pakistan’ın öncülüğünde gelişmekte olan ülkelerin yoğun baskıları sonucunda iklim değişikliğinin asıl sorumluları olarak kabul edilen gelişmiş ülkelerin fonlayacağı bir kayıp ve zarar mekanizması üzerine çalışılması kararı alınmıştır. Uzun yıllardır süregelen bu tartışmaların COP27 nihayetinde somut bir zemine oturtulmasının altında yatan en önemli sebep hiç şüphesiz iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin ve yıkıcılığının artık inkâr edilemez boyutlara ulaşması ve sıklıklarının artmasıdır.
Öte yandan tüm dünyada harcama ve tasarruf dinamiklerinde değişime sebep olan, 2019 yılından bu yana halen daha etkisi tam olarak atlatılamayan küresel pandemi ve onu takip eden süreçte toparlanma beklerken hem enerji hem gıda piyasalarının istikrarsızlaşmasına sebep olan Rusya-Ukrayna savaşı ile iklim değişikliğinin etkileriyle mücadele daha da önemli hale gelmiştir. Nitekim iki ülke arasındaki kriz fosil yakıtlara dayalı büyüme modelleri ile gıda sistemlerinin ne kadar kırılgan bir yapıya sahip olduğunu hepimize kanıtlamıştır. Dolayısıyla hâlihazırda tecrübe ettiğimiz tüm krizleri iklim değişikliği altında çok daha ciddi ve sık yaşama riskimiz bulunmaktadır. Bu noktada yeşil kalkınma modeline geçiş artık tüm dünya için kaçınılmaz bir hale gelmiştir.
Son dönemde politik zeminde de tartışılmasının üzerine Türkiye’nin iklim değişikliği ve yeşil kalkınma modeli çerçevesindeki tutumuna, iklim değişikliği ile alakalı değerlendirmeleri ve güncel gelişmeleri göz önünde bulundurarak ışık tutmak yararlı olacaktır.
SON DEĞERLENDİRMELER KORKUTUCU
UNEP tarafından yayımlanan 2022 Uyum Boşluğu Raporu ülkelerin iklim değişikliğine uyum bağlamında attıkları adımların değerlendirildiği, yıllık olarak yayımlanmakta olan bir rapordur. Raporun bulgularına göre BMİDÇS üyesi 198 taraf ülke ve ülke grubunun üçte birinden fazlası ulusal uyum planlamalarına sayısallaştırılmış ve zamana bağlı hedefleri dâhil etmiştir. Bu tespit ülkelerin uyum temasında ne kadar ciddi olduklarını ortaya koymaktadır. Raporda iklim değişikliğine uyum sağlamaya yönelik her bir çaba çok kritik olmasına rağmen uyum alanında gerçekleştirilen iddialı yatırımların bile iklim değişikliği ile ilgili etkileri tamamen engelleyemediğine vurgu yapılmaktadır. Bu sebeple kayıp ve zarar ile ilgili ulusal ve uluslararası platformlarda her türlü gayretin gösterilmesinin elzem olduğu vurgulanmaktadır.
Raporda öne çıkan bir diğer bulgu ise gelişmekte olan ülkelere yönelik uluslararası uyum finansmanının artmaya devam ederek 2020’de 28,6 milyar ABD dolarına ulaştığı olmuştur. 2020’de gelişmekte olan ülkelere sağlanan toplam iklim finansmanının yüzde 34’lük bir payının uyum ile ilintili olduğunun belirtildiği raporda, uyum finansmanının 2019’a göre yüzde 4’lük bir artış kaydettiği ifade edilmektedir. Rakamlar tek başlarına olumlu bir intiba bırakmakta olsalar da küresel ölçekte tahmini yıllık uyum ihtiyaçlarının 2030’a kadar 160–340 milyar ABD dolarına ulaşacağı, 2050’ye kadar ise bu rakamın 315–565 milyar ABD doları aralığında olacağı tahmin edildiği düşünüldüğünde, olumlu işaretlere rağmen net sıfır ve iklime dayanıklı kalkınma için çok daha fazlasının yapılması gerektiği ortadadır.
UNEP tarafından yayımlanan bir diğer önemli rapor ise 2022 Emisyon Açığı raporu olup raporda ülkelerin küresel olarak son derece yetersiz olan ulusal katkılardaki (NDC) hedeflerine dahi ulaşma yolundan saptıkları bulgusu paylaşılmıştır. Şu anda yürürlükte olan ve herhangi bir ek önlem alınmayan politikaların yirmi birinci yüzyılın sonunda 2,8°C’lik küresel ısınmaya yol açacağı tahmin edilmektedir. Şartlı veya şartsız NDC senaryolarının uygulanması sonucunda ise bu seviyenin en iyi ihtimalle sırasıyla 2,6°C ve 2,4°C’ye düşebileceği beklenmektedir. Bulgular itibarıyla dünyanın ciddi ölçüde 1,5oC hedefine ulaşma yolundan ayrılmakta olduğu gibi korkutucu bir sonuca ulaşmak mümkün gözükmektedir.
Raporda yer verilen bir diğer kötü haber ise küresel sera gazı emisyonlarının 2021’de yeni bir rekor kırmasının beklenmesi olmaktadır. Araştırmalara göre sera gazı emisyonları bölgeler, ülkeler ve haneler arasında oldukça eşitsiz bir şekilde dağılmaktadır. Emisyonlarda en fazla paya sahip ilk yedi ülkenin (Çin, AB, Hindistan, Endonezya, Brezilya, Rusya Federasyonu ve ABD) emisyonları ile uluslararası taşımacılık kaynaklı emisyonlar bir arada hesaplandığında 2020 yılı için küresel sera gazı emisyonlarının yüzde 55’ine ulaşıldığı bildirilmektedir. Bir diğer dikkat çekici istatistik ise G20 üyelerinin toplamda küresel sera gazı emisyonlarının yüzde 75’inden sorumlu hale gelmiş olması olarak gösterilmektedir.
Paris Anlaşması’nın 1,5oC hedefine ulaşmak için artık geniş kapsamlı bir dönüşüm şart gözükmektedir. Bunun yolunun ise kapsamlı, büyük ölçekli, hızlı ve sistemik dönüşümden geçmektedir.
DÖNÜŞÜM BİZE NE ANLATIYOR?
Geride bıraktığımız yıllarda hep en iddialı hedefleri belirleyerek iklim değişikliğiyle mücadelede öncü rol üstlenen AB’nin içinde bulunduğumuz yıl Rusya’nın doğal gaz kaynaklarına olan bağımlılığı sebebiyle kredibilitesini kaybetmek pahasına geri adımlar attığına tanık olduk. Bu doğrultuda, geçtiğimiz dönemde AB tarafından nükleer ve doğal gaz yatırımlarının savaşın olumsuz etkileriyle başa çıkabilmek adına sürdürülebilir yatırımlar olarak sınıflandırmalara dahil edilmesiyle, Birlik oldukça sert eleştirilmiş ve AB’nin iklim politikaları için büyük bir kredibilite kaybı ortaya çıkmıştır. Bu gelişmenin ardından sert geçmesi beklenen kış için pek çok AB ülkesinin doğal gaz ve hatta kömür kaynaklı enerji üretimi politikaları arasında ön plana çıkardığı görülmüştür.
Bununla birlikte AB Yeşil Mutabakat kapsamında uzun bir süredir tartışılan ve önemli bir ticaret ortağı olması sebebiyle Türkiye’yi de yakından ilgilendiren sınırda karbon vergisi uygulaması üzerine AB Parlamentosu ve Komisyonu 2022 yılı sona ererken uzlaşıya varmıştır. Ayrıca AB’nin Emisyon Ticareti Sisteminde reform yapılması da yoğun müzakereler sonucunda kabul edilmiş bu sayede sistemin kapsamında bulunan on bin kadar tesis için karbon emisyonlarının 2030’a kadar 2005 yılı seviyelerine kıyasla yüzde 62 oranında azaltılmasına karar verilmiştir. Bu seviye mevcut hedefin yüzde 44 oranında artırıldığı anlamına gelmektedir. Gelinen noktada AB’nin çevreci tutumunu yeniden iddialı hedeflerle canlandırmaya çalıştığı görülmektedir.
Bu gelişmenin aksine BMİDÇS COP26’ya ev sahipliği yapan İngiltere’nin geçtiğimiz günlerde yeni bir kömür madeni açacağını açıklaması her ne kadar söz konusu madenin denkleştirme yöntemleriyle net sıfır emisyonlu olacağı duyurulsa da ülke açısından oldukça büyük bir kredibilite kaybına yol açacak bir haber olarak değerlendirilmektedir. Bunu haricinde Norveçli petrol şirketi Aker BP ise önümüzdeki yıllarda Norveç açıklarında birkaç petrol ve gaz sahası geliştirmek amacıyla 20,5 milyar ABD dolarından fazla yatırım yapacağını açıklamış ve eleştirilere konu olmuştur.
Tüm bu gelişmeler dünyada Rusya-Ukrayna krizinden sonra iklim değişikliğine karşı farklı bir bakış açısı kazanıldığına işaret etmektedir. Pek çok ekonomi için sürdürülebilir olmayan fosil yakıtlara dayalı modellerden bir anda yenilenebilir enerji temelli yapılara geçilmesini beklemenin mümkün olmadığı ortaya çıkmış durumdadır. Bu şartlara bir de politik engelleri, coğrafi zorlukları ve sosyoekonomik hassasiyetleri de dâhil ettiğimizde her ne kadar iklim değişikliğiyle mücadelede kaybedecek bir saniyemiz bile olmasa da sağlam adımlar atarak ülkelerin dönüşüm süreçlerini gerçekleştirmeleri gerekmektedir. Yeni düzende iklim değişikliğiyle mücadelede çok hızlı adımlar atılmasının yanı sıra ülkelerin jeopolitik ve ekonomik dengelerini de göz önünde bulundurarak dönüşüm süreçlerini gerçekleştirmelerinin ne kadar önemli olduğu görülmüştür. Bu sebeple geçiş stratejileri ve geçiş süreçleri için finansman olanakları tartışılır hale gelmiştir.
Bu doğrultuda iklim değişikliğiyle mücadelenin kapsamlı ve temkinli bir planlama eşliğinde yapılmasının, jeopolitik konjonktür göz önünde bulundurularak gerek halkın kırılgan kesiminin gerekse de sanayinin olumsuz etkilerden korunarak yeşil bir dönüşümün gerçekleştirilmesi gerekmektedir.
TÜRKİYE KREDİBİLİTESİNİ SAĞLAM ADIMLAR ATARAK ARTIRACAK
Raporlar tüm dünyada iklim değişikliğine karşı yürüttüğümüz mücadelenin gidişatında bir zayıflama olduğuna işaret ederken Türkiye iklim değişikliğiyle mücadeleyi bir fırsata çevirmenin mümkün olduğunun ve bu yönde adımlar atılması gerektiğinin bilinciyle 2053 yılı net sıfır emisyon hedefi belirlemiştir. İklim değişikliğine uyum ve emisyonların azaltılması noktasında atılan adımlar ve hâlihazırda süren çalışmalar ülkemizin yeşil büyüme ve kalkınma modelinde örnek ülkelerden biri olma ihtimalini artırmaktadır.
Paris Anlaşması’nın bir tarafı olan ülkemiz anlaşma çerçevesinde sunduğu ulusal katkısını güncellediğini ve daha iddialı bir emisyon hedefi belirlediğini BMİDÇS COP27’de duyurmuştur. Katkı çerçevesinde Türkiye 2015 yılında yüzde 21 olarak açıkladığı hedefini 2030 yılı için yüzde 41 oranında artıştan azaltım gerçekleştirecek şekilde güncellemiş ve en geç 2038 yılında emisyonlarında zirve noktasını görmeyi, sonrasında ise net sıfır hedefine doğru ilerlemeyi planladığını dünya kamuoyuyla paylaşmıştır.
Özellikle iklim değişikliğine uyum konusunun ülkemiz açısından ayrı bir hassasiyeti bulunmakta, ülkemiz de konuya ilişkin olarak gereken önemi vermektedir. Zira IPCC’nin Altıncı Değerlendirme Raporu (Assessment Report-AR6) İklim Değişikliği 2022: Etkiler, Uyum ve Kırılganlık başlıklı II. Çalışma Grubu Raporunda ülkeler ve bölgeler özelinde değerlendirmeler sunulmuş ve Türkiye, Akdeniz havzasındaki konumuyla kuraklığa bağlı ekonomik kayıplar yaşayabilecek ülkeler arasında sayılmıştır. Dolayısıyla ülkemizin yüksek emisyon azaltım potansiyelini kullanmasının yanı sıra iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini bertaraf edecek politika bileşimlerine de ihtiyacı bulunduğu bir gerçektir. Bu itibarla ulusal iklim değişikliğine uyum strateji ve eylem planı güncellenmektedir.
Diğer taraftan gerçekleştirilen çok paydaşlı toplantılar ile iklim kanunu hazırlıklarını tamamlama noktasına getirilmiş olup bu çerçevede emisyon ticaret sistemi oluşturma çalışmaları sürdürülmektedir. Yukarıda da değinildiği üzere son günlerin en çok ses getiren gelişmelerinden olan AB’nin sınırda karbon uygulamalarına yönelik olarak ise AB ile ticaret ortaklığımız çerçevesinde ekonomimizin yararına olacak politikalar ve stratejiler belirlemek adına ilgili paydaşlar ile yoğun istişareler yürütülmektedir.
Ülkemizin attığı tüm bu adımlar hiç şüphesiz yerli ve yabancı yatırımcılara çok önemli ve iklim dostu olumlu sinyaller vermektedir. Bu doğrultuda ülkemiz, kurumsal kapasitesi, geçmiş dönem kredi kullanım tecrübeleri ile güçlü donör ve yatırımcı ilişkileri sayesinde uluslararası piyasalardan iklim finans akışlarını çekebilme konusunda daha avantajlı hale gelebilecektir. Türkiye yukarıda bahsedilen çalışmalar nihayete erdikçe ve atılacak diğer adımlar sayesinde sürdürülebilir borçlanma piyasalarında daha güçlü bir yatırım destinasyonu olarak adından söz ettirecek, azaltım ve uyum temalarında gerekli yatırımları çekmekte sorun yaşamayacak bir görüntü sergilemektedir.
Görüldüğü üzere iklim değişikliğiyle mücadele uyum, azaltım, finansman, jeopolitik ve sosyoekonomik risklerin değerlendirmeleri olmak üzere pek çok unsurun aynı anda göz önünde bulundurulmasını ve bu doğrultuda politikalar hayata geçirilmesini gerekli kılan çok yönlü bir alan olarak karşımızdadır. Ekonomik ve sosyal kazanımları tehlikeye atmadan, uluslararası platformda kredibilitesini kaybetmeden ülkemiz, yeşil kalkınma yolunu tercih etmekte ve bu doğrultuda adımlarını atmaktadır. Bu doğrultuda Türkiye yeşil kalkınma hamlesi ve 2053 hedefi doğrultusunda tüm imkânlarıyla çalışmalarını bir üst aşamaya taşımaya gönüllüğünü her fırsatta dile getirmekte ve bu doğrultuda önemli bir kapasiteyi elinde bulundurmaktadır. AB ve İngiltere gibi iklim değişikliğiyle mücadele konusunda kimi zaman öncü rol üstlenme gayretinde olan ülke ve ülke gruplarının dahi geri adımlarına tanık olduğumuz üzere iklim politikaları bağlamında karışık sinyaller verecek adımlar atmak yerine kararlı ve planlı bir şekilde ilerlemenin önem arz ettiğini belirtmek gerekmektedir.
Diğer taraftan iklim değişikliği problemiyle mücadeleyi yalnız başına azaltım, uyum ve finans politikalarıyla düşünmek yanılgıya neden olabilecektir. Kapsamlı dönüşüm hiç şüphesiz döngüsel ekonomi modeli benimsemeyi, ekolojik sistemleri ve biyoçeşitliliği koruma gibi politikaları da içermek durumundadır. Ülkemiz bu alandaki çabalarını yalnızca ulusal düzeyde değil uluslararası platformlarda da diğer ülkelere öncü rol teşkil edecek şekilde sergilemektedir. Bu minvalde yıllardır başarıyla uygulanan “Sıfır Atık” projesinden edindiği tecrübelerin bir sonucu olarak Türkiye’nin Birleşmiş Milletler’de ana sunucu olarak teklif ettiği “Sürdürülebilir kalkınma için 2030 gündemini ilerletmek üzere sıfır atık yaklaşımlarının teşvik edilmesi” başlıklı karar BM Genel Kurulu’nda oydaşma ile kabul edilmiştir. Öte yandan bir diğer önemli konferans olan Birleşmiş Milletler Biyoçeşitlilik Konferansı 15. Taraflar Konferansı’nda (COP15) ülkeler, dört yıl süren zorlu müzakerelerin ardından ekosistemi kirlilikten, bozulmadan ve iklim krizinden kurtarmayı amaçlayan tarihi bir anlaşma üzere uzlaşıya varmışlardır. Yaklaşık 200 ülke tarafından imzalanan yeni çerçeveyle 2030 yılına kadar dünya üzerindeki karaların, iç suların, kıyı bölgelerinin ve okyanusların en az yüzde 30’unu koruyacak bir yapı tasarlanmıştır. Paris Anlaşması kadar büyük öneme sahip olarak nitelendirmenin yanlış olmayacağı anlaşmanın uygulama aşamasına geçilmesinin ardından gerçekleştirileceği ilk toplantı (COP16) ise 2024 yılında ülkemizin ev sahipliğinde gerçekleştirilecek olup Türkiye iki yıl süreyle sözleşmenin dönem başkanlığı yürütecektir.
İklim değişikliğiyle mücadele edebilmek ve gezegenimizi koruyabilmek için hemen harekete geçip geleceği bugünden tasarlamaya başlamamız oldukça önem arz etmektedir. Zira bu hususlar hem şimdiki hem de gelecek kuşaklara daha müreffeh şartlar sunmak doğrultusunda hepimizin ortak sorumluluğudur. Doğru adımları atmaya devam etmemiz durumunda hem ekonomimiz yeşil kalkınma hamleleriyle daha sağlam temellerle büyüyecek hem de gezegenimiz için ortak çabalara çok büyük bir katkı verilecektir.
Not: Bu yazıyı Hazine ve Maliye Uzmanı Arda Uludağ ile ortak kaleme aldık.