Dünya yüzeyinin yaklaşık dörtte üçü sularla kaplı. O yüzden uzayda adeta mavi bir nokta suretinde görünüyor. Kendisine bu itibarla da mavi gezegen lakabı veriliyor. Bu suyun %97,5’ini de deniz ve okyanuslar oluşturuyor.
Yaşam Destek Ünitelerimiz
Büyük bir alana yayılan bu mavi sular milyonlarca canlı türüne ev sahipliği yaparlar. Dolayısı ile biyolojik çeşitliliğe büyük bir katkı sunuyorlar. Akıntılar yoluyla dünya üzerindeki -özellikle de Ekvator bölgesindeki- ısının dengeli bir surette dağılımını sağlarlar.
Güvenli ve ucuz ulaşım ile birlikte çevre ve iklim dostu temiz enerji üretimine büyük katkı sunarlar. İçerisinde barındırdığı yosun gibi bitkiler bir yandan sofralarımıza süs olurken bir yandan da sağlık sektöründe değerlendirilerek bizlere şifa olurlar. Yine dünyada kullanılan tüm hayvansal proteinin %16’sını sadece balıklar vasıtası ile bizlere sunarak gıda noktasında da büyük bir hizmet kapısı olurlar.
Aynı şekilde, okyanus ve denizler küresel ısınmaya yol açan önemli seragazlarından biri olan karbondioksit için etkili bir yutak alanıdır. Bütün bunların yanında bir de aldığımız iki nefesten birisini bizlere yine denizler verir. Dolayısıyla deniz ve okyanuslar biz canlılar için adeta bir nevi yaşam destek ünitesi gibi işlev görürler.
Tehdit Altında
Doğamızın bir parçası olmak yerine doğaya hükmetmeye çalışan insan faaliyetlerinin neden olduğu sorunlardan deniz ve okyanuslarımız da etkileniyor. Dünya Meteoroloji Örgütünün 2020 Yılı Küresel İklim Görünümü Raporuna göre son yıllarda rekor kıran sıcaklıklar, sanayi öncesi döneme göre %50 artış gösteren karbondioksit konsantrasyonu gibi etkiler denizlerde asitleşmeyi de artırıyor. Zira deniz ve okyanuslar havadaki karbondioksit için önemli bir yutak alanıdır. Karbondioksitin suda çözünmesi sonucu da suyun pH’ı düşerek asitleşme gerçekleşir. Amerikan Ulusal Okyanus ve Atmosfer (NOAA) İdaresine göre denizlerdeki asitleşmede %30’a varan artışlar söz konusu. Bu durum özellikle mercan ve istiridye gibi kabuklular için ciddi risk oluşturuyor. Zira sert kabukları yaparken sudaki kalsiyum ve karbonattan istifade ederler. Dolayısı ile asitleşmenin devam etmesi halinde kabuklarının hatta ve hatta iskeletlerinin de zamanla suda çözünmesi muhtemel riskler arasında. Yine asitleşme palyaço balıkları gibi bazı türlerin avlarını ve uygun yaşam alanlarını bulmada zorluklara neden olabiliyor.
Bunun yanında mavi suları bekleyen diğer bir tehlike ise kirlilik. Birleşmiş Milletler Dünya Su Gelişimi Raporlarına göre küresel bazda oluşan atıksuların yüzde 80’inin arıtılmadan su kaynaklarına deşarj ediliyor. Dere, ırmak gibi su yollarına verilen çoğunluğu arıtılmamış evsel, endüstriyel atıksular en nihayetinde denizlere ulaşıyor. Taşıdıkları organik ve kimyasal atık yükü denizler için ciddi bir tehdit unsuru oluşturuyor. Yine yağışlar yoluyla vahşi atık depo sahaları ve tarımsal faaliyetlerde kullanılan kimyasal ilaç ve gübrelerin yüzeysel olarak taşınımı da ciddi sorunlar oluşturuyor. Doğada var olan özdenetim, oluşan kirliliği gidermek için harekete geçiyor. Doğal dengenin önemli unsurlarından olan ve kirliliği gidermeye göre programlanmış mikroorganizmalar bu kirliliği kendileri için besin olarak kullanarak çoğalmakta, sonuçta kirliliği giderirken bu sefer de kimi zaman besin bolluğuna bağlı olarak aşırı çoğalma kimi zaman da oluşan stres ve baskıya karşı bir tepki olarak ortama verdikleri salgı ile çeşitli sorunlara yol açmaktadırlar.
Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemiz de bu tür sorunlardan muzdarip durumda. Son yıllarda sayıları hızla artan alg patlamaları ile günümüz sorunu deniz salyası, nam-ı diğer müsilaj bunlardan gün yüzüne çıkanları.
Fitoplanktonlar
Mavi vatan denizlerimiz aynı zamanda içlerinde sayısız canlı türünü de barındırır. Bu canlı gruplarından birisi de planktonlardır. Yunancadan gelen ve “gezen şey” manasını taşıyan planktonlar ancak hareket organeli olmayan, dolayısıyla da bulundukları ortamın hareket etmesi ile bir yerden bir yere gidebilme yetisine sahip canlılardır. Diğer bir ifade ile dalga veya rüzgâr etkisi ile yer değiştiriyorlar. Bitkisel kökenlilere fitoplankton adı verilirken hayvansal kökenlilere de zooplankton adı veriliyor. Genellikle bakteri, alg gibi mikroskobik özelliğe sahip olan bu canlılar içerisinde boyu metrelerce uzunluğa sahip deniz anaları da yer alıyor.
Fitoplanktonlar, denizaltı yaşamın besin piramidinin en altında yer alırlar. Karadaki bitkiler gibi güneş enerjisi vasıtası ile fotosentez yaparak kendi besinlerini üreten ototrof canlılardır. Tüketici konumda yer alanlara da zooplanktonlar denilir. Onlar da bu fitoplanktonları tüketerek yaşam için gerekli besinleri sağlarlar. Fitoplanktonlar fotosentez yapan canlılar olduğundan aynı zamanda ortama da oksijen verirler. Dolayısı ile fitoplanktonlara deniz altı yaşamın ağaçları diyebiliriz. Bilim insanlarına göre aldığımız her iki nefesin kaynağı da yine bu canlılar. Evet, mavi sular dünyadaki oksijen üretiminin hemen hemen yarısından sorumlular.
Yeni bir çevre felaketi; Müsilaj
Her şeyin fazlası nasıl zararsa fitoplanktonların aşırı çoğalması da beraberinde birtakım sorunlar oluşturuyor. Son aylarda Haliç başta olmak üzere Marmara’da görülen alg patlamaları bu hadiselerden bir tanesi.
Diğer bir sorun ise yakın zamanda yaşadığımız belki de tarihimizin en büyük çevre felaketlerinden birisi olan müsilaj veya halk tabiri ile kaykay. Burada da yine bir aşırı fitoplankton çoğalması var. Neden çoğalıyorlar peki. Tabi bu durumun oluşması için birtakım çevresel etmenlerin uygun olması lazım. Başlıca faktörler ise sıcaklık ve besin varlığı. Işık, (yeterli) sıcaklık ve besin var ise üreme ve çoğalma için uygun ortam var demektir. Genelde baharda aşırı çoğalırlar. Yazın şartlar daha uygun ama yeterli besin yok. O yüzden olmuyor. Kışları ise besin çok ama sıcaklık uygun değil, çoğalma olmuyor. Çoğalmak yani üremek için protein sentezinde kullanılan azot ve fosfor gibi elementlere ihtiyaç duyarlar.
Aşırı çoğalmada kullanılan besin ise esasında kirlilik. Özellikle de çoğalma esnasında ihtiyaç duyulan ve protein sentezinde kullanılan azot (N) ve fosfor (P) içerikli kirlilik. Bu iki besin elementinin başlıca kaynağı ise yeterli arıtmaya tabi tutulmayan evsel ve sanayi atıksuları ile birlikte yağışlarla yüzeyden taşınan tarımsal gübreleri sayabiliriz. Ortamda fazla besin olunca bunu tüketmek için daha çok planktona ihtiyaç duyuluyor. Dolayısıyla aşırı çoğalma oluyor. Besin bitince de fitoplanktonlar ölüyorlar. Fitoplanktonlar, ortamdaki kirliliği gidermek üzere adeta kendilerini feda ediyorlar. Alg patlaması denilen hadise basit manada tamda budur.
Müsilajda ise durum biraz farklı. Müsilaj, aşırı çoğalma sonucu ortamda oluşan strese tepki olarak fitoplankton tarafından üretilen bir salgı. Süreç doğal olarak adlandırılabilir. Doğal olmayan ise yoğun oluşum.
Fitoplanktonların aşırı çoğalması için ihtiyaç duyulan sıcaklık ve besin faktörlerinin yanında, sularda oluşan durgunluk ve besin zincirinin en alt katmanında yer alan fitoplanktonlarla beslenen bir ara türün aşırı avcılık veya küresel iklim değişikliği etkisiyle oluşan yeni şartlara uyum sağlayamayarak ortamdan yok olması da besin zincirindeki sürekliliği bozacağından bu durumun da aşırı çoğalmaya bir etkisi olmuş olabilir.
Çok yönlü zararları var
Müsilaj neredeyse tüm bitkilerin salgıladığı bir mukus. Glikoz türevi (şeker) bir salgı. Dolayısıyla kendisi zararsız. Ancak patojenler için uygun bir üreme ortamı sunarlar. İlk etapta ölü değil. Ancak bakteri ve virüs gibi diğer canlıların bu alanlarda çoğalması ile bu yapı oluşuyor. Ölü olanların içlerine hava kabarcığı girmesi gibi nedenlerle düşük yoğunluğa ulaşması sonucunda yüzeye çıkarlar. Deniz yüzeyinde bir tabaka oluşturarak hem görüntü hem koku hem de deniz içine ışık girişini önleyerek canlı yaşam için risk oluştururlar.
Yine denizdeki ağır metal veya askıda katı maddelerin hapsolması sonucu yoğunluğu artan müsilaj ise dibe batarak deniz altındaki midye, istiridye gibi canlılar ile deniz çayırlarının üzerini kaplayarak onların zamanla ölmelerine yol açma gibi çok sayıda zararları vardır.
Denizin içinde ise üretim devam ediyor. Yapışkan ve bulaşkan nitelikteki bu salgı balık larvalarına da zarar veriyor. Dolayısı ile balıkçılık faaliyetlerini azalmasına yol açarak gıda tedarik zincirlerini etkiler. Yüzeydeki ölü tabaka rüzgâr ve dalga hareketiyle genellikle kıyılara sürüklenir. Bu durumda sahillerin kullanımını kısıtlayarak turizm faaliyetlerini önler. Keza gerek yüzeydeki gerekse de deniz içinde devam eden oluşumlar gemi ulaşımını da sekteye uğratabiliyor. Bu yönüyle sadece bir çevre değil aynı zamanda kalkınmayı etkileyen bir sorun olarak değerlendirilmeli.
Birçok ülkede görülüyor
Bahsettiğimiz uygun şartların görüldüğü her noktada müsilaj olayı varlığından bahsetmek mümkün. İçinde bulunduğumuz Akdeniz Havzası bu olayların yoğunlukla yaşandığı bir bölge. Özellikle de Kapalı bir Deniz olan Adriyatik Denizinde ilki 1729 yılı olmak üzere onlarca defa bu olayın yaşandığı bir deniz olmuştur. Yine İtalya açıklarında bulunan Tiren Denizi de son yıllarda bu hadiseleri sıklıkla yaşamıştır.
Bu sayıların sanayileşmenin yoğun seyrettiği 19 yüzyılın sonları ile 20 yüzyılda artış gösterdiği, yine 3. sanayi devrimi olarak anılan dijital dönüşüm döneminde hem Adriyatik’te birlikte Tiren Denizi, Alboran Denizi ve Ege Denizi gibi yerlerde de görülmüştür. Bunun dışında yine Avustralya ve Yeni Zelanda’da 1981, Japonya’da ise 2007 yılında görülmüştür.
İlk kez 2007’de görüldü
Ülkemizde fitoplankton çoğalmalarını genellikle alg patlamaları olarak görüyoruz. Fethiye Körfezinde, Haliç’te, İzmit Körfezinde görülen ve genellikle birkaç haftalık süreç sonrası ortamdaki besinin (kirlilik elementlerinin) tüketilmesi ile birlikte bu oluşumların da sonlandığına şahit oluyorduk.
Müsilaj boyutu olarak ise 2007 yılında yine Marmara’da vuku buluyor. Yaklaşık 3 ay etkili olan hadise, o dönemde denizdeki çözünmüş oksijenin de günümüz değerleriyle mukayese edildiğinde nispeten daha yüksek seyrettiği için günümüzde yaşadığımız boyutta bir durum oluşmadan ortadan kalktı.
Neden Marmara
Şartların uygun olduğu her ortamda müsilaj oluşabilmektedir. Ancak, Akdeniz ve Ege gibi denizlerdeki hareketlilik bu doğal ortamı kısa sürede yok ettiğinden uzun süreli bir yapı oluşmuyor o bölgelerde. Ancak Marmara farklı. Marmara’nın bulunduğu konum ve jeolojik yapısı gibi etkenler Marmara Denizini bu tür risklere daha açık bırakıyor.
Marmara Denizi esasında Akdeniz ile Karadeniz arasında bir geçiş koridoru oluşturuyor. Her iki bir geçiş koridoru. Bu yönüyle zengin bir biyoçeşitliliğe sahiptir. Ancak her iki yöndeki Boğazlar, 3 büyük çukurlu denizde adeta birer boğum gibi Marmara’yı sınırlandırarak diğer denizlerin tüm özelliklerinin burada görülmesine mani oluyor. Akdeniz ve Karadeniz sularının farklı tuzluluk oranları dolayısıyla yoğunlukları arasında ciddi bir fark var. Bu farklılık Marmara’da 2 katmanlı bir akıntının oluşmasını sağlıyor. Üst katmanda düşük yoğunluklu Karadeniz Suyu yer alırken alt katmanda da yüksek yoğunluklu Akdeniz Suyu bulunur. Derinlikle birlikte deniz suyu sıcaklığını düşmesi beklenirken Marmara’nın dip akıntısını oluşturan Akdeniz suyu görece daha sıcak olup bu bölgede neredeyse sıcaklık sabit seyrediyor. İki katmanlı yapı dikey yönlü karışımı sınırlandırıyor. Yüzeyde ise Marmara’nın derin çukurlarının bulunduğu Tekirdağ açıklarında nispeten oluşan sirkülasyon, özellikle de Körfez bölgelerinde çok nadir görülüyor. Bu durum Marmara’da adeta bir durağanlık oluşturuyor. Özellikle de Erdek, Bandırma, İzmit, Gemlik gibi körfezlerde bu durgunluk daha da hissedilir boyutta.
Müsilaj oluşumuna yol açan diğer bir faktör de sıcaklık idi. Akdeniz Havzasında yer alan ve iklim değişikliğinden en çok etkilenen yerler arasında bulunan mavi vatanlarımızdaki deniz suyu sıcaklıkları verilere göre 1-2 derece artmış görünüyor. Bu değer Marmara’da 2 dereceyi de aşmış durumda. Yine uzun yılların birikimi sonucu oluşan kirlilik Marmara’da ciddi bir bulanıklığa yol açıyor. Bu bulanıklık daha çok ısının burada hapsedilmesini sağlayarak ortam sıcaklığının diğer denizlere nazaran daha da yükselmesine yol açıyor.
Son ve en önemli faktör ise kirlilik. Diğer bir tabirle besin elementlerinin varlığı. Bu bakımdan da Marmara Denizi diğer denizlere göre büyük bir baskı altında. Yaklaşık 1000 km uzunluğundaki kıyılara konuşlanmış 7 ilde yaşayan 25 milyon nüfusun yanında; Ülke sanayisinin yüzde 50’sinden fazlasına ev sahipliği yapan, aynı şekilde hayvancılık ve tarımsal faaliyetlerin de yoğun seyrettiği Marmara bu çerçevede büyük bir baskı altındadır. Keza Geçiş koridoru olması hasebiyle çok büyük bir gemi hareketliliğe de ev sahipliği yapıyor. Marmara Bölgesi endüstrinin yoğun olduğu bir bölge. Neden? Özellikle de kirletici potansiyeli yüksek seyreden demir-çelik, enerji üretimi, petrokimya gibi tesislerin soğutma sularına ihtiyacı olur. Bu ihtiyacı düşük maliyetle karşılamak için su kaynaklarına yakın bölgeler tercih edilir. Bu yönüyle cazip bir bölge olmuştur tarih boyunca. Yine ülkemizde tarımsal ve hayvancılık faaliyetlerinin de yoğun olduğu bir bölge. Yıllarca, 1970’li yıllardan beri oluşan atıksular herhangi bir arıtıma tabi tutulmaksızın su kaynaklarına deşarj edilmiş. Zamanla bu kirlilik bir birikime yol açmış. Her ne kadar özellikle de 1994 sonrası, dümeni Sayın Cumhurbaşkanımızın devraldığı zamanlarda çevresel yatırımların adeta şahlanmış olsa da baskı unsurlarının da aynı şekilde artması sonucunda kirleticiler bir şekilde Marmara’yı boğmaya devam etmiş. Bununla birlikte bir de Karadeniz’e dökülen Tuna, Dinyeper, Rioni, Dinyester gibi Avrupa ve Rusya üzerinden gelen nehirlerin taşıdığı kirlilik de yine yüzey akıntıları ile Marmara gelmekte ve burayı olumsuz etkilemektedir. Yıllık 43.000 dev transit gemi ile birlikte kıta, yaka ve kıyıları buluşturan şehir içi deniz hatları, şehir içi vapur hatları ve sayıları binleri aşan balıkçı tekneleri de Marmara üzerinde gemicilik kaynaklı bir baskı oluşturuyor. Sonuç olarak evsel ve endüstriyel faaliyetler sonucu oluşan atıksular başlıca kaynak. Keza son 1,5 yıldır dünyayı etkisi altına alan pandemi dolayısı ile yüksek miktarda kullanılan ve yine fosforca zengin deterjanlı suların da bu durumu tetiklemiş olması yüksek ihtimal. Bir diğer tetikleyici faktör ise geçtiğimiz aylarda özellikle Trakya bölgesini etkisi altına alan yoğun yağışların yüksek miktarda tarımsal gübre başta olmak üzere yoğun yüzeysel kirlilik yükünü Marmara’ya taşımış olması değerlendirilebilir.
Bütün bu faktörlerin bir araya gelmesi beraberinde müsilajı doğurdu. Erdek, Bandırma, Gemlik, İzmit Körfezi müsilajın ilk ve yoğun görüldüğü noktalar. Peki neden? Çünkü sanayi yoğunluklu olarak burada, haliyle nüfus da fazla. Yine durgunluğun da en çok yaşandığı bölgeler bu alanlar. Yine fitoplankton biyokütlesinin önemli bir göstergesi olan klorofil-a değerlerinin bu noktalarda yoğun seyretmiş olması da müsilajın rastgele oluşmadığını, aksine uygun şartların oluştuğunu, bu şartların da insan eliyle oluştuğunun bir göstergesi.
Kirlilik akışına “Dur” demeli
Müsilajın oluşumuna yol açan faktörlerden herhangi birisinin ortadan kalkması halinde sorun zamanla çözülecektir. Kontrol edilebilen tek faktör de kirlilik, diğer bir tabirle besin element akışı. Marmara Belediyeler Birliği değerlendirmelerine göre bölgede oluşan atıksuların %53’ü sadece ön arıtmadan geçirilerek denize veriliyor. Ön arıtmalarda elek ve ızgaralar, yağ tutucular ile kum filtreleri gibi günümüz şartlarında yeterli olmayan arıtma teknolojisi var. Atıksularda sorunlara yol açan karbon, azot, fosfor gibi kirleticileri giderim üniteleri bulunmuyor.
Bu tesislerin ivedilikle ileri biyolojik arıtmaya dönüşümü gerekiyor. Var olan tesislerin de aktif olarak çalıştırılması gerekiyor. Yüzeysel alanlardan gelen atık yükünü de azaltmamız gerekiyor. Bu çerçevede tarımsal faaliyetler sonucu oluşan azot ve fosfor kaynaklı girişleri önlemek adına bilinçli gübre kullanımına geçiş gerekiyor.
Marmara için Seferberlik
Ülkemizde görülen bu büyük çevre felaketi karşısında tarihimizin en büyük deniz temizliği seferberliği başlatıldı. Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğindeki devletimiz ilk günden itibaren konuyu takip etti. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olarak bilfiil saha çalışmalarına katıldık. Çalışmaları yerinde koordine ettik. Marmara’ya kıyısı bulunan illerle bir araya geldik. Yüzlerce bilim insanının katkısıyla aralarında kirlilik kaynaklarının kontrolü, denetimi ve izlenmesi, atıksu arıtma tesislerinin ileri biyolojik arıtmaya dönüşümü, iyi tarım uygulamaları, kontrollü balık avcılığı gibi 22 maddeyi içeren Marmara Denizi Koruma Eylem Planını geliştirdik ve uygulamaya başladık.
7/24 süren denetim faaliyetleri kapsamında onlarca tesis faaliyeti durdurulurken milyonlarca TL idari para cezası verdik. 1000 kişiden oluşan ekiple koku, görüntü ve ışık geçirgenliğini önleyen yüzeydeki müsilaj temizliği ile binlerce m3 müsilajın sahadan uzaklaştırılmasını sağladık. Müsilajın dış etmenlerle olası tehlikelilik durumu için TÜBİTAK-MAM ve önde gelen üniversitelerimizle analizler gerçekleştirdik. Şu ana kadar toksik vb herhangi bir olumsuzluğu gözlemlenmedi. Müsilajın giderilmesinde biyolojik yöntemler de olmak üzere birçok yolu deniyor, bu çerçevede akademik kurumlarımızla yakın işbirliği içerisinde bulunuyoruz.
Müsilajın diğer önemli bir etkisi de parçalanma sırasında bulunduğu ortamdaki çözünmüş oksijen değerlerini düşürmesi. Bu sorunun da üstesinden gelmek üzere bazı yurtdışı ülkelerce de uygulanan ve deniz suyundaki çözünmüş oksijen seviyesinin hipoksi değerlerinin üzerine çıkarılması için teknolojik imkanları da değerlendiriyoruz.
Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile aralarında Sanayi ve Teknoloji, İçişleri, Tarım ve Orman, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlıkları, TÜBİTAK, Türkiye Çevre Ajansı ile Marmara Denizine kıyısı bulunan illerin Valilik ve Belediye Başkanlıkları da olmak üzere birçok kamu kurum ve kuruluşu ile TOBB, OSBÜK, Türkiye Çevre Koruma Vakfı gibi sivil toplum kuruluşlarının üst düzey yetkililerini olduğu Marmara Denizi Koruma Eylem Planı Koordinasyon Kurulu kuruldu. İlk toplantısını geçtiğimiz günlerde icra eden Kurul, hazırlanan 22 maddelik Eylem Planını etkin bir şekilde uygulanması için alt çalışma gruplarının oluşturulması noktasında mutabık oldu.
Mavi Vatanlar için Çalışıyoruz
Ülke olarak üç tarafımızı saran mavi vatan denizlerimizin korunması kapsamında birçok çalışma yürütüyoruz. Kara kaynaklı atıkların yüzey suları ile taşınmasını önlemek adına; düzenli depolama hizmeti alan belediye nüfus oranı yüzde 83’e çıkardık. Plastik poşetlerin ücretlendirerek kullanımı yüzde 75 azalttık. Denize kıyısı bulunan 28 ilin deniz çöpleri eylem planı tamamlandı. Cumhurbaşkanımızın eşi Saygıdeğer Emine Erdoğan hanımefendinin himayelerinde yürütülen Sıfır atık mavi hareketi ile ton denizlerden 85 bin atık toplanarak geri kazanıldı. Bakanlıkça belirlenen alanlar dışında Marmara Denizi’ne dip tarama malzemesi boşaltımına izin vermiyoruz.
Gemi atıkları için 315 kıyı tesisinde atık alım hizmeti veriyoruz. Gemi kazaların kaynaklı kirlenme risklerinin önlemek ve hazırlıklı olmak için ‘Ulusal ve Bölgesel Acil Müdahale Planlarını’ hazırladık. 1 ulusal, 6 bölgesel ve 366 tesis bazlı acil müdahale planımız hazır. Ulusal Deniz İzleme Programımızı geliştirdik. Bu kapsamda; 91’i Marmara Denizi’nde olmak üzere 364 izleme noktasında denizlerimizin kirlilik durumunu izliyoruz. Marmara Denizi ekosisteminin iyileştirilmesine yönelik senaryoları içeren MARMOD (Faz-2) projesini geliştirdik. Hem yutak alan hem de oksijen üretmesi yönüyle iklim değişikliği ile mücadelede oldukça büyük öneme sahip olan denizlerimizde 1,5 milyon hektar alanı koruma altına aldık. Biyoçeşitliliğin sürdürülebilirliği açısından da önem taşıyan bu alan İstanbul’un alanının yaklaşık 3 katına eşdeğer.
Temiz denizlerimizin bir göstergesi olan Mavi Bayrak sayımızı hızla arttırıyoruz. 2002’de 127 olan mavi bayraklı plaj sayımızı 4 kat artışla 519’a yükselttik. Şu an Dünya’da 3. Sıradayız. 2023 yılında ise hedefimiz Dünya birincisi olmak. İklim değişikliğine uyum sağlamak için İklim Değişikliği Strateji ve Eylem Planlarını 2030 ve 2050 hedefleriyle güncelliyoruz.
2002 yılında 145 atıksu arıtma tesisi ile belediye nüfusunun %35’ine atıksu arıtma hizmeti verilirken yaptığımız çalışmalarla 2020 yılı sonu itibarıyla 1.170 atıksu arıtma tesisi ile bu oran %89’a ulaştı. 2023 yılına kadar %100’e ulaşmayı hedefliyoruz. Arıtılan atıksuyun %3,2’sini geri kazanarak yeniden kullanıyoruz ki bu değer Antalya ilimizin yıllık su ihtiyacına eşdeğer bir miktar. Atıksu arıtma tesislerinin işletilmesindeki en büyük gider kalemi olan enerji giderlerinin %50’sini de Bakanlık olarak karşılıyoruz. Son 10 yıllık süreçte verilen destek miktarı 606 Milyon TL’ye ulaştı. Marmara Denizine kıyısı olan illerde toplamda 92 adet Sürekli Atıksu İzleme Sistemleri (SAİS) ile atıksu deşarjlarını izliyoruz.
Marmara Hepimizin
Marmara Denizinde tanık olduğumuz bu hadise sadece bugünün sorunu değil. Esasında çok uzun yılların birikiminin bir sonucu. Doygunluğa ulaşan denizin bir çeşit tepkisi. Ekosistemlerdeki özdenetim mekanizması belli değerdeki kirlilikle baş edebilmeyi mümkün kılıyor. Ancak sınırın aşılması durumunda ise sürekli bir birikim yaşanıyor. Burada gördüğümüzde esasında o birikimin, yılların birikiminin bir tezahürü, bir dışa vurumu.
Dolayısıyla sağlıklı ve kalıcı çözüm için herkesin elini taşın altına koyması gerekiyor. Başta da yerel yönetimlerimizin. Arıtma tesislerinin inşası, bakımı, modernizasyonu ve işletilmesi bu işlerin başında geliyor. Bu minvalde sayısız temel atmaya şahit olmak istiyoruz.
Nitekim yaşadığımız hadise sadece bir çevre sorunu değildir. COVID-19 salgını gibi bir hadise. Nasıl ki salgın sanayi üretimini, ekonomiyi, ulaşımı, turizmi, eğitimi de olumsuz etkiliyorsa aynı şekilde yaşadığımız her bir iklim ve çevre sorunu da çok yönlü etki oluşturuyor. Hep diyoruz, yineliyoruz. Çevre konuları siyaset üstü konulardır. Yatırımlar süreklilik ister. ‘Temel atmama’ değil, Yüzlerce ‘temel atma’ ister. Çünkü Marmara sadece İstanbul’un değil, Tekirdağ’ın değil, Kocaeli ya da Bursa’nın da değil.
Çünkü Marmara Hepimizin.
Allah razı olsun Allah yolunuzu açık etsin çalışmalarınızda başarılar diliyorum