Günümüz dünyamızda karşı karşıya kaldığımız birçok meteorolojik afet ve salgının temelinde çevre meseleleri yatmaktadır. Yirminci yüzyılın ikinci yarısının hemen başında sanayi dönüşümünün beşiği İngiltere’nin başkenti Londra semalarını kaplayan kara duman ile dünya kamuoyu ilk olarak hava kirliliğine dikkat kesilmiş, takip eden süreçte artan gıda talebini daha kısa sürede karşılayabilmek için üretiminde kullanılan DDT’ler ile kimyasal kirliliğe yönelen oklar, sonrasında ise güney kutbunda tespit edilen ozon tabakasındaki incelme tüm ilgiyi günümüz temel meselesi iklim krizine çevirmiştir.
Yaşanan bu krizler ve artan kamuoyu baskısı liderleri bir araya getirmiş, bundan yarım eser evvel küresel bazda ilk kez çevresel alanda BM çatısı altında bir çevre konferansının düzenlenmesine kapı aralamıştır. 1972 senesinde İsveç’in Stockholm şehrinde “iyi hayat kalitesi için çevrenin, doğal kaynakların korunması gerektiği” vurgulanan “Çevre ve İnsan” temalı konferansın başladığı 5 Haziran gününün “Dünya Çevre Günü” ilan edilmesi ile adeta çevre için bir dönüm noktası olmuş, akabinde de geliştirilen uluslararası sözleşmelerle biyoçeşitlilikten hava kirliliğine, iklim değişikliğinden kimyasalların yönetimine kadar birçok alanda düzenleme hayata geçirilerek kısmen de olsa çevresel iyileştirmeler sağlanmıştır.
Büyümede yeni trendlere doğru
Sayılan tüm bu olumsuzlukların temel sebebi olarak görülen geleneksel büyüme yaklaşımı “al-kullan-at” kültüründen ziyade; kaynakları etkin ve verimli kullanmanın önemini ortaya koyan büyüme yaklaşımlarına geçiş gerekliliği masaya yatırılmış ve bu vesileyle dünya kamuoyu yeni kavramlarla tanışmıştır. Bunlardan ilki 1987 yılında Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nca hazırlanan “Ortak Geleceğimiz” isimli raporda kendisine yer bulmuş “sürdürülebilir kalkınma” terimidir. Günün ihtiyaçlarını gelecek nesillerin yaşam kalitesinden ödün vermeksizin karşılayan kalkınma olarak tanımlanan sürdürülebilir kalkınma (sustainable development) kavramı 1992 yılında Rio’da düzenlenen BM Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda aynen kabul edilerek bir açıdan resmiyet kazanmıştır.
Kamuoyunda kısaca Bruntland Raporu olarak da bilinen “Ortak Geleceğimiz” isimli rapordan 2 yıl sonra ise bu sefer yine kısaca Pearce Raporu olarak da adlandırılan ve Londra Çevre Ekonomisi Merkezi (LEEC) tarafından hazırlanan “Yeşil Ekonomi Planı” isimli raporda ifade edilen “yeşil ekonomi/büyüme” (green economy/growth) kavramı üzerinde durulmuştur.
Yeşil büyüme terimi 2005 yılında kısa adı “UNESCAP” olan BM Asya ve Pasifik Ekonomik ve Sosyal Komisyonunca düzenlenen Bakanlar Konferansı’nın ana odağı olmuş, 2008 yılındaki Küresel Ekonomik Kriz ile birlikte de dünya kamuoyunda da daha çok dile getirilmiş ve takip eden yıllarda da Güney Kore ve Çin gibi ülkelerin büyüme planlarında yer almıştır.
Yeşil büyüme
Yeşil büyüme esasında BM Çevre Programı (UNEP) tarafından 2011 yılında yayımlanan “Yeşil Ekonomiye Doğru: Sürdürülebilir Kalkınma ve Yoksulluğun Ortadan Kaldırılmasına Giden Yollar” isimli raporunda da vurgulandığı üzere sürdürülebilirliğe alternatif bir terim olmaktan ziyade sürdürülebilir kalkınmaya ulaşmada etkin bir araç olarak değerlendirilmiş, çevresel riskleri azaltırken insan refahını ve sosyal adaleti daha iyi bir seviyeye getiren ekonomik model olarak tanımlanmıştır.
Yeşil büyümenin odağında genel manada enerji dönüşümü ve kaynak verimliliği yer almaktadır. Bununla birlikte deniz ve kıyı ekosistemlerinin korunması, su kaynaklarının etkin yönetimini sağlamak, bu konu özeline yoğunlaşmak üzere de mavi ekonomi kavramı kullanılmış, ancak esas itibarı ile de yeşil ekonomi ile birlikte bütünleyici bir özellik göstererek sürdürülebilir kalkınmaya ulaşmaya destek unsurlar olarak karşımıza çıkmıştır.
2015 yılına geldiğimizde ise yine çevresel unsurların hâkim olduğu birçok politika hayata geçmiş; bu noktada ilk olarak BM tarafından yapılan 25 Eylül 2015 tarihli zirvede 2030 yılına kadarki süreci kapsayan yeni yol rotasını oluşturan 17 adet sürdürülebilir kalkınma amacı (UN Development Goals), diğer bir deyişle de küresel amaçlar belirlenmiştir. Aynı yılın aralık ayında ise kaynaktan bağımsız büyüme yöntemi olan döngüsel ekonomiye ilişkin ilk eylem planı Avrupa Birliği tarafından kabul edilmiş ve takip eden günlerde ise Paris ev sahipliğinde düzenlenen 21. İklim Değişikliği Taraflar Konferansı’nda küresel sıcaklık artışını sanayi öncesi döneme kıyasla +2,0℃’nin olabildiğince altında tutma; 1,5℃ için de çaba sarf etme ana hedefini taşıyan Paris İklim Anlaşması kabul edilmiştir.
Paris İklim Anlaşması’nın fiili olarak hayta geçmesi arifesinde, yani 2019 yılı sonunda ise Avrupa Birliği yeni kalkınma stratejisi olarak tanımladığı Avrupa Yeşil Mutabakatını (AYM) dünyaya duyurmuştur. Kamuoyunda genelde sınırda karbon düzenleme mekanizması (CBAM) ile bilinen Avrupa Yeşil Mutabakatı esasında içinde iklim değişikliği ile mücadeleden yeşil ve döngüsel bir ekonomiye, ulaştırmadan sıfır kirliliğe kadar 9 temel tematik alana yönelik Avrupa’nın karbon nötr kıta olma yolundaki temel politikalardaki hedeflerini içermektedir.
Bir yandan böylesi olumlu gelişmeler yaşanırken diğer yandan da üretim ve tüketim endeksli kalıplar gezegen üzerindeki baskıyı artırmaya devam etmiş ve kalıcı hasarlar bırakma noktasında ilerlemeler devam etmiştir. UNEP tarafından yayımlanan 2022 yılı Emisyon Açığı Raporu’na göre mevcut taahhütler ışığında yüzyılın sonunda küresel sıcaklık artışının sanayi öncesi döneme kıyasla +2,8℃ daha fazla olacağı belirtilmiş; katkı beyanlarının tam olarak uygulanması halinde dahi sıcaklık artışının +2,4℃ ila +2,6℃ daha fazla olacağı dile getirilmiştir. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Panelinin (IPCC) 2021-2022 yıllarında yayımlanan Üçlü Altıncı Değerlendirme Rapor Serisi’ne göre sıcaklık artışını +1,5℃ ile sınırlayabilmek için sera gazı emisyonlarının 2030 yılına kadar mevcut duruma göre en az yüzde 45 oranında, sıcaklık artışını +2,0℃ ile sınırlayabilmek için de sera gazı emisyonlarının 2030 yılına kadar yine mevcut duruma göre en az yüzde 30 oranında azaltılması gerektiğine dikkat çekilmiştir.
Tüm bu gelişmeler bizlere esasında insanlığın büyük bir tehdit altında olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla yaşam tarzından iş modellerine, üretimden tüketime çok yönlü yeşil dönüşüm ve değişimlerin yaşanması tercihten ziyade bir zorunluluk halini almıştır. Bu itibarla ülkeler enerji başta olmak üzere dönüşüm çalışmalarına hız vermiş, düşük karbonlu veya yeşil büyüme trendlerine eğilim artış göstermiştir.
Ülkemizde adı konulmamış bir yeşil dönüşüm zaten var
Avrupa, Asya ve Afrika gibi üç büyük kıtanın birleşim noktasında, ticaretin ve büyümenin odağında, önemli bir enerji, ticaret ve lojistik koridorunun merkezinde yer alan, 3 tarafı denizlerle çevrili ve zengin bir biyoçeşitliliğe sahip ülkemiz bu itibarla büyük bir potansiyeli elinde bulundurmaktadır. Ancak coğrafik açıdan büyük avantajlar sunan bu konumu aynı zamanda günümüz temel meselesi iklim değişikliğinin de en çok etkilediği alanlardan biri olan Akdeniz Havzası’nda yer alması politikalarında çevresel unsurların ön planda tutulmasını gerekli kılmaktadır.
Bu inançla iklim değişikliği ile mücadele başta olmak üzere hava, su ve toprak gibi alıcı ortamlarımızın korunmasının yanında halkın refahını da gözeten politikalar geliştirilmiş ve hayata geçirilmiştir. Bu noktada dünyaya örnek israfı önleyici projemiz olan sıfır atık hareketi, yerli ve yenilenebilir enerjiye geçiş, enerji verimliliği, yeşil hidrojen teknolojileri, yerli güneş paneli üretimi; ulaşımda düşük emisyon bölgeleri, elektrikli yerli aracımız TOGG, yerli batarya üretimi, hava ve iklim dostu bisikletli ulaşım faaliyetleri; sanayide temiz üretim, yeşil OSB; yeşil bölgesel ısıtma sistemlerinin yaygınlaşması; hizmet ve ürünlerde çevre etiketi uygulamaları, mavi bayrak uygulaması, yeşil bina sertifika uygulaması, yeşil yıldız uygulaması; çatı üstü güneş panel uygulamaları, binalarda enerji kimlik belgesi, gri su kullanımı ve yağmur suyu hasadı gibi çok sayıdaki uygulama bu dönüşümün birer parçası.
“Yeşil Kalkınma Devrimi”
Diğer bir ifadeyle ülkemizde adı konulmamış bir yeşil dönüşüm zaten yaşanmaktadır. Geçtiğimiz yıl itibarı ile bu dönüşümün adı da “Yeşil Kalkınma Devrimi” olarak kamuoyuna duyurulmuştur. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın 76. BM Genel Kurulunda dünya kamuoyu ile paylaştığı 2053 karbon nötr hedefi bu manada bir mihenk taşı olmuş durumda. Zira bu hedefe ulaşmak için enerji, sanayi, binalar, ulaşım, atık, tarım gibi her alanda yeşil dönüşümün gerçekleşmesi icap etmektedir. Bu durum yeni iş imkânları, yeni fırsatları da beraberinde getirmiş, getirmeye de devam etmektedir.
Mevzuat altyapımız güçleniyor
Çevrenin korunması ve etkin yönetimine yönelik olarak geliştirilen Çevre Kanunumuz kırkıncı yaşını doldurmak üzere. Buradan hareketle çağın ihtiyaçlarını karşılaması adına üç tanesi son beş yılda olmak üzere dört kez kapsamlı revizyona tabi tutularak değişen ve gelişen dünya ile uyumlu hale getirilmiştir. Bununla birlikte en üst politika belgesi olan 5 yıllık kalkınma planlarında “sürdürülebilir çevre” vurgusu yapılarak yeşil büyüme kavramına yer verilmiş; “enerji, sanayi, tarım, ulaştırma, inşaat, hizmetler ve şehirleşme” gibi tematik alanlarda çevre dostu faaliyetlerin destekleneceği ifade edilmiştir.
Bu itibarla enerji, sanayi, binalar, ulaşım, finansman, atık gibi tematik alanlarda çok sayıda düzenleme hayata geçirilmiş; böylelikle bir yandan çevre üzerindeki baskı azaltılırken bir yandan halkın refahı gözetilmiş, aynı şekilde gelişmekte olan bir ülke olmamıza rağmen emisyon oluşumu olabildiğince sınırlandırılmış, yeşil teknolojilerin hayata geçirilmesi ile de yeni iş imkanlarına kapı aralanmış ve ciddi istihdam potansiyeli oluşturulmuştur. Özellikle elektrik enerjisinde yenilenebilir enerji yatırımları, sanayide temiz üretim, endüstriyel simbiyoz, sıfır atık hareketi, katı atık ve atık su yönetimindeki gelişmeler, ulaşımda mikro-mobilitenin desteklenmesi, ısınmada bölgesel ısıtma sistemleri ve atık ısıların değerlendirilmesi, çevre etiket sistemi gibi uygulamalar bunlardan sadece bazıları.
Keza iklim değişikliği ile mücadele başta olmak üzere uzun dönemli strateji belgeleri hazırlanmış, ayrıca Ulusal Yeşil Mutabakat Eylem Planı da hazırlanarak 2021 yılı Temmuz ayında yürürlüğe konulmuştur. 9 temel başlıkta 32 hedef ve 80 eylem içeren ve iklim değişikliği ile mücadele, yeşil ve döngüsel bir ekonomi, sınırda karbon düzenlemesi, sıfır kirlilik, sürdürülebilir tarım/ulaşım ve temiz enerji gibi alanları ihtiva eden planda hiç şüphesiz en öne çıkan husus sınırda karbon düzenlemesi olmuştur. Avrupa Birliği 2005 yılından beri Emisyon Ticaret Sistemi’nin (ETS) etkin kılmak, sanayi bazında rekabet gücünü korumak ve bölgesel bazda iklim değişikliği ile daha etkin mücadele edebilmek adına AB dışında ithal edilen belirli ürün gruplarında ilgili ülkede herhangi bir ETS veya karbon vergisi bulunmaması halinde ilave bir karbon emisyon bedelini tahsis etme düşüncesiyle kabul ettiği bu düzenleme büyük bir pazar ilişkisi içerisindeki ülkemizi de etkilemesi hasebiyle ulusal ETS’nin kurulma sürecini hızlandırıcı etki oluşturmuştur.
Ülkemizde ulusal bir emisyon ticaret sisteminin kurulması için uzun zamandır çalışmalar yürütülmektedir. Ülkemizin küresel ve bölgesel bazda da rekabetine de halel getirmeyecek sağlıklı bir uygulama için 10 yıldır üzerinde çalışılan konunun içselleştirilmesi için de çok yönlü paydaş analizleri yapılmıştır. Gelinen noktada AYM bu süreçte katalizör görevi sürmüş sanayicinin desteği ile de yakın zamanda ulusal ETS’nin hayata geçirilmesi hedeflenmektedir. Bununla birlikte karbon nötr hedefimizin yasal altyapısını oluşturacak iklim kanun taslağı da hazırlanmış, bu noktada sağlıklı bir yasal altyapı oluşturmak üzere ülkemizde ilk kez bir iklim şurası düzenlenmiş, çıktıları iklim kanun taslağına ışık tutmuştur. Hazırlanan taslağın yakın zamanda da Gazi Meclise sevk edilerek yasalaşma süreci başlatılacaktır.
Öte yandan 27. İklim Değişikliği Taraflar Konferansı (COP27) yüksek düzeyli genel kurul oturumunda Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanımız Sayın Kurum ülkemizin güncellenmiş yeni ulusal katkı beyanını (NDC) dünya kamuoyu ile paylaşmıştır. Buna göre 2015 yılında ilan edilen 2030 yılına kadar artıştan yüzde 21 azaltma oranı yüzde 41’e çıkarılmıştır. Bu değer aynı zamanda 2030 yılına geldiğimizde yıllık bazda olması gerekenden yaklaşık 500 milyon ton daha az emisyon anlamını taşımaktadır. Ülkemizin hâlihazırda ulusal emisyonlarının 520 milyon ton civarında olduğunu göz önüne aldığımızda bu değerin büyüklüğü daha rahat görülebilmektedir. 2023-2030 yılları arasında önlenen toplam emisyon miktarının ise 2,7 milyar tonun üzerinde olması öngörülmektedir. Hiç kuşkusuz bu azaltımlar uzun yıllardır yürütülen yeşil dönüşüm çalışmalarının daha da ileri bir noktaya taşınması ile mümkün olabilecektir.
Ulusal katkı beyanımız verilirken ilk defa ülke emisyonlarımızın zirve yapacağı yıl olarak da 2038 yılı bilgisi paylaşılmış, bu tarihten sonra 2053 net sıfır hedefimiz yolunda “yeşil kalkınma vizyonumuz” dâhilinde azaltıma geçileceği vurgulanmış, böylelikle ülkemizde yeşil dönüşümün bir kalkınma vizyonu olduğu deklare edilmiştir.
Enerjide yeşil dönüşüm
Her geçen gün gelişen ve büyüyen ülkemizde de enerji hayatımızın ayrılmaz bir parçası olmuş durumda. Ulaşım, ısıtma, soğutma, üretim, aydınlatma ve pişirme gibi birçok alanda etkin olarak kullanmaktayız.
Dijital ve teknolojik devrimin hızlandığı, ulaşımdan iklimlendirmeye kadar birçok alanda elektrifikasyonun giderek yaygınlaştığı dünyamızdaki gelişmelerle uyumlu hareket edilerek elektrik enerjisi üretimine ağırlık verilmiş, böylelikle artan tüketim talebini karşılamak için kurulu güç kapasitemizin düzenli artışı sağlanmıştır. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Ekim 2022 verilerine göre Türkiye’nin toplam kurulu gücü son 20 yılda 3,5 katın üzerinde bir artışla 103.000 MW değerine çıkarılmıştır.
Gerek dışa bağımlılığı azaltma gerekse de iklim değişikliği ile etkin mücadele sağlamak üzere yenilenebilir kaynaklara yönelim gösterilmiş, kurulu güç artışının yaklaşık yüzde 60’ı yenilenebilir kaynaklardan, diğer bir söylem ile yeşil enerjiden sağlanmıştır. Bu noktada da geçmişte sadece hidroelektrik santrallerden üretilen yenilenebilir kaynaklara güneş, rüzgâr, biyokütle, jeotermal gibi alternatif kanallar da dâhil edilmiş, sonuçta da yenilenebilir kaynakların kurulu güç içerisindeki toplam payı Türkiye Elektrik İletim AŞ (TEİAŞ) Eylül 2022 verilerine göre yüzde 54’e yükseltilmiştir. Bu değerlerle birlikte ülkemiz elektrik enerjisi üretiminde yenilenebilir enerji kurulu gücü açısından dünyada on ikinci Avrupa’da ilk beşe yükselmiştir.
Dönüşümdeki tetikleyici unsur hiç kuşkusuz fosil yakıt bağımlılığını azaltmak, hava kirliliğine ve iklim değişikliğine yol açan emisyonları azaltmak ve üretimde dışa bağımlılığı azaltarak yerli ve yenilenebilir kaynaklara yönelim olmuştur. Bu noktada, 2005 yılında çıkarılan kısaca Yenilenebilir Enerji Kaynakları Kanunu olarak anılan 5345 sayılı Kanun enerjide dönüşümün mihenk taşı olmuştur. Diğer bir ifade ile enerjide yeşil dönüşümün pimi 2005 yılında çekilmiştir.
2011 yılı sonrasında geliştirilen Yenilenebilir Enerji Kaynakları Destekleme Mekanizması (YEKDEM) ve 2016 sonrası hayata geçirilen Yenilenebilir Enerji Kaynak Alanları (YEKA) Modeli gibi düzenlemeler ile devlet tarafından yatırımlar teşvik edilmiş, yerli aksam ve teçhizata ilave teşvikler sunularak ekipmanların da yerlileştirilmesi sağlanmış, bu sayede yıllar itibari ile yenilenebilir enerji yatırımlarında katlanan artışlar yaşanmıştır.
Öyle ki son 20 yıllık periyotta Rüzgârdan Enerji (RES) Üretim Kapasitesi 19 MW değerinden 11 bin 200 MW değerine, Güneşten Enerji (GES) Üretim Kapasitesi sıfırdan 9 bin MW değerine, Jeotermal Enerji (JES) Üretim Kapasitesi 17 MW değerinden bin 680 MW değerine, Biyokütle Enerji (BES) Üretim Kapasitesi 27 MW değerinden 2 Bin 170 MW değerine, Hidrolik Enerji (HES) Üretim Kapasitesi de 12bin MW değerinden 32 Bin MW değerine çıkarılarak yenilenebilir enerji kurulu gücünün sadece son yirmi yıllık süre zarfında 3,5 katı aşkın bir artışla 12 bin MW değerinden 56 bin MW değerine yükseltilmesi sağlanmıştır. Diğer bir söylem ile bu dönemde hayata geçirilen yenilenebilir enerji yatırımları ülkemizin 2002 yılındaki toplam elektrik kurulu gücün yaklaşık 1,5 katı değerini bulmuştur.
Enerji Piyasaları İşletme AŞ (EPİAŞ) verilerine göre 55 bin MW yenilenebilir enerji kurulu gücümüzün yüzde 60’ına tekabül eden 33 bin MW değerindeki büyüklüğün YEKDEM kapsamında bulunması da bu politikanın etkinliğini gösteren önemli bir veri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bununla birlikte üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizin bu potansiyelinden istifade edebilmek, güneş, rüzgâr ve deniz (gel-git/dalga vb) gibi yenilenebilir enerji yatırımlarının deniz üstü (off-shore) alanlarda da yapılabilmesini temin etmek üzere 2018 yılında 7121 sayılı Kıyı Kanunu’nda bir düzenleme yapılarak uygulamanın önü açılmıştır.
Bununla birlikte ülkemizin en yüksek, dünyanın ise beşinci en yüksek baraj unvanını alan 0,5 GW kurulu güce sahip Yusufeli Barajı’nın üretime geçmesine sayılı günlerin kaldığını hatırlatmakta fayda görüyoruz. Aynı şekilde emisyon vermeyen bu yönüyle de temiz enerji kategorisinde değerlendirilen nükleer enerjiye de ilk kez bu dönemde yönelim gösterilmiş, önümüzdeki yıl işletmeye geçmesi öngörülen Akkuyu Nükleer Enerji Santrali (NES) yatırımı hayata geçirilmiştir.
Bununla birlikte yenilenebilir enerji kaynaklarından üretim ne yazık ki süreklilik göstermemekte, yüksek kurulu güce rağmen, TEİAŞ verilerine göre üretimdeki payın %35-45 bandında seyrettiğini görmekteyiz. Bu meselenin üstesinden gelmek düşüncesiyle enerjinin depolanması çalışmalarına ağırlık verilmiştir. Suyun gücünden tam olarak istifade edebilmek adına pompaj depolama sistemleri değerlendirilmiş, ilk yatırım örneklerine başlanmıştır. Bu itibarla Eskişehir Gökçekaya Barajı’na yapılacak sistemle burada enerji üretiminin tam kapasite ile sürekli akışı sağlanmaya çalışılacaktır. Keza rüzgâr ve güneş enerjisinin depolanması için de EPDK tarafından düzenlemeler yapılmış, bu itibarla 19 Kasım’da Resmi Gazete’de yayımlanan Enerji Depolamaya dair yasal düzenleme ile birlikte rüzgâr ve güneşte depolama kurulması halinde lisans muafiyeti verilerek yatırımların cazip hale gelmesi sağlanmış, yasal düzenlemeyi takip eden kısa süre içerisinde EPDK kaynaklarına göre 100 milyar Amerikan dolarını aşan bir yatırım talebinin oluştuğu ifade edilmiş olması hiç kuşkusuz ülkemizde enerjinin yeşil dönüşümü ile birlikte büyük bir istihdam potansiyeline de kapı araladığını göz önüne sermektedir.
Güneş ve rüzgâr zamanı
Paris İklim Anlaşması ana hedefinin sağlanması gayesiyle yüzyılın ortasında emisyonların net sıfıra ulaşması yolunda büyük önem atfedilen güneş ve rüzgar sektöründe 2002 yılında sadece 17 MW kurulu güçten 2022 yılında toplamda 20 GW (20bin MW) gibi büyük bir değere ulaşarak enerjide yeşil dönüşüm yolunda büyük bir adım atmıştır. İngiltere merkezli düşünce kuruluşu Ember’in 24 Mayıs 2022 tarihinde yayınladığı Türkiye Raporu ülkemizde yapılan güneş ve rüzgâr enerjisi yatırımları ile yıllık bazda 7 milyar dolar tutarında bir fosil yakıt ithalatını önlediğine yönelik tespiti bu noktadaki başarımızın bir tescili.
Bu dönüşüm beraberinde yeni iş imkânları da oluşturmuş, istihdama pozitif katkılar sunmuştur. Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı (IRENA) tarafından yayımlanan “Yenilenebilir Enerji ve İstihdam Yıllık İnceleme 2022” Raporuna göre ülkemizde hâlihazırda yenilenebilir enerji imalat sektöründe 110 bini aşkın bir istihdam oluşmuştur. Bunun yaklaşık dörtte birinin rüzgâr, beşte birinin ise güneş gibi geleceğin parlayan enerji üretim sektörlerinde yaşandığını belirten rapor ayrıca kadın çalışan oranının yüzde 32 değerinde olduğu, bu yönüyle de fosil yakıt sektöründe yüzde 21 olan kadın çalışma oranını geçtiğini belirtilmektedir.
Bununla birlikte Uluslararası Enerji Ajansı’nın 6 Aralık 2022’de yayımladığı “Yenilenebilir Enerji 2022; Analiz ve 2027 Öngörüleri” Raporuna göre, önümüzdeki 5 yıllık süre zarfında, ülkemizde hâlihazırda yapılan yatırım ve izlenen politikalar ışığında yenilenebilir enerji kurulu güç kapasitesinin yüzde 64 artışla yaklaşık 90 GW değerine ulaşacağı, burada en büyük payın da yüzde 75 gibi bir oranla güneş ve rüzgârdan sağlanacağı değerlendirilmektedir. Bu büyüme sonrasında ülkemizin yenilenebilir enerji kurulu güç sıralamasında dünyada ilk 10’a girmesinin beklendiği ayrıca vurgulanmaktadır.
Enerji yoğunluğu-verimliliği
Enerjiyi üretmek kadar onu verimli ve etkili kullanmak da önem arz eden konulardan birisidir. Bu noktada öne çıkan göstergelerden birisi de enerji yoğunluğu ki bir birim gayrisafi yurt içi hâsıla (GSYH) üretimi için ihtiyaç duyulan enerjiyi temsil eden bir parametre. Enerji ve Tabii Bakanlığı verilerine göre ülkemizin enerji yoğunluğu son 20 yıllık süreçte dörtte bir oranında azalım (iyileşme) başarısı göstermiştir.
Keza Uluslararası Enerji Ajansı “2022 Enerji Verimliliği” Raporu’na göre de Türkiye G20 ülkeleri arasında 2021 yılında enerji yoğunluğunu iyileştirmede dünya da en iyi ikinci ülke olmuştur. Bu durum bizlere, yürütülen verimlilik çalışmalarının başarısını, üretimde daha az enerji tüketen teknolojilerin geliştirildiğini gösterdiği gibi alım gücü ve çevresel hassasiyetin artışına bağlı olarak tüketicilerce yeni ve enerji tasarruflu teknolojilerin tercih edildiğini göstermektedir.
Sanayide dönüşüm
Ülke üretim ve kalkınma gücünün önemli göstergelerinden biri olan sanayi, aynı zamanda çevresel emisyonların büyük bölümünden de sorumlu bir durumdadır. Gerek oluşan zararlı emisyonların bertarafı, gerek kaynakların daha etkin kullanımı, gerekse de alternatif hammaddelerin tesis edilmesi amacıyla sanayide çok yönlü değişimler yapılmış, bu durum hem temel girdi maliyetlerini azaltmış hem de çevresel riskleri azaltmıştır.
Sanayide dönüşüm sürecinde 2005 yılında başlatılan AB tam üyelik müzakere süreci ve 2009 yılında açılan AB çevre faslı tetikleyici rol oynamış, bu süre zarfında ülkemiz çevre mevzuatı AB çevre mevzuatı ile uyumlu hale getirilmek üzere geliştirilmiş, bu meramda yüzü bulan düzenleme hayata geçirilerek kurumsal ve teknik altyapı oluşturulmuştur. Bu süreçte temiz üretim, entegre kirlilik ve kontrol (IPPC), yeşil OSB, endüstriyel simbiyoz, sürdürülebilir üretim ve tüketim, sıfır kirlilik gibi kavramlar bu alanda öne çıkan terimler olmuştur.
Sanayi faaliyetlerinde enerji ve hammaddenin etkin kullanımı, atık ve emisyon oluşumunun asgari düzeye indirgenmesini öngören en temel düzenlemelerden biri olan ve temiz üretimi esas alan entegre kirlilik önleme ve kontrol yaklaşımına yönelik 2005 yılından bu yana birçok proje geliştirilmiş, AB mevcut en iyi teknik referans dokümanları (BREF) dilimize çevrilmiş, sanayicimiz için sektörel bazlı temiz üretim kılavuzları geliştirilerek sanayicinin kullanımına sunulmuş, ülke sanayi altyapısının düşük karbonlu büyüme ile uyumlu hale getirilmesi amaçlanmıştır.
Sektörel bazlı olarak da su ve enerji tüketimi yüksek seyreden tekstil sektöründe temiz üretime geçiş noktasında 2011 yılında ilk yasal düzenleme yapılmış, bu noktada firmaların temiz üretim planlarının hazırlayarak Bakanlığa sunmaları talep edilmektedir. 2021 yılı verilerini ele aldığımızda tekstil sektöründe hizmet veren işletmelerce uygulanan temiz üretim faaliyetleri sonucunda günlük 6 olimpik havuza denk gelen su tasarrufu ile birlikte her ton kumaş başına 55 hanenin yılllık elektrik enerjisini karşılayabilecek enerji tasarrufu sağlanarak bir yandan üretim maliyetlerinin azaltılması yoluyla üreticilerin kazanç sağlaması bir yandan da kirletici emisyonların azaltılması yoluyla da çevresel kazançlar sağlanmıştır.
Takip eden süreçte de diğer sektörlere yönelik hazırlıklar hızlandırılmış, çok sayıda bilgilendirme faaliyeti icra edilmiş, sanayi tesisleri yerinde incelenerek uyum kapasiteleri irdelenmiştir. Avrupa Yeşil Mutabakatı ile farklı bir boyuta kazanan sanayi sektöründe sıfır kirlilik yaklaşımı çerçevesinde temiz ve inovatif üretim tekniklerinin yaygınlaşmasını sağlamak üzere sanayide yeşil dönüşüm belgesi uygulaması geliştirilmiş ve yakın zamanda hayata geçirileceği duyurulmuştur.
Bunun ötesinde Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nca da sanayide rekabet gücünün artırılması, kaynakların etkin yönetimi ile birlikte kirlilik unsurlarının minimize edilmesi adına 2016 yılında Dünya Bankası işbirliği ile yeşil OSB sertifikasyon süreci başlatılmış ve OSB’lerin çevre dostu bir yapıya dönüşümüne zemin hazırlanmıştır.
Yine sanayiden kaynaklanan hava kirleticilerinin etkin yönetimi noktasında 2011 yılında hayata geçirilen düzenleme ile emisyonların merkezden tek elden yönetimini sağlamak üzere bacagazı sürekli emisyon ölçüm sistemleri (SEÖS) veri tabanı geliştirilmiş, böylelikle de ilgili mevzuatlarla belirlenen sınır değerlerin aşılma olasılığı çevrimiçi izlenerek takip güçlendirilmiş, aynı şekilde kirleticiler bazında da sınır değerler zamanla düşürülmüş, son raddede AB normlarında öngörülen değerlere getirilmiştir. Hava kirletici emisyonlarının yanında iklim değişikliğine yol açan sera gazlarının düzenli izlenmesine yönelik olarak da MRV sistemi geliştirilmiş ve böylelikle de sanayi kaynaklı sera gazı emisyonlarının üçte ikisinin izlenmesi sağlanmıştır.
Ulaşımda dönüşüm
Gerek iklim değişikliği, gerekse de hava kalitesine etki eden alanlardan birisi de ulaşımdır. Sürekli gelişen araç ve motor teknolojileri ile birlikte her ne kadar daha az emisyon salımı gerçekleşiyor olsa da araç sayısında görülen artış bu azalmayı görünür kılamamaktadır.
Bu itibarla dünyada görülen ulaşımda elektrifikasyona geçiş ülkemizde de yakinen takip edilmekte, TOGG gibi yerli binek araçların yanında lojistik ve tarımsal amaçlı kullanılan araçların elektrikliye geçişi noktasında çalışmalara hızla devam edilmektedir. Bununla birlikte çevre dostu bisikletli ulaşımın yaygınlaşması desteklenmiş, bu cihetle de Avrupa Eurovelo hattını da ülkemizin tarihi, kültürel ve doğal güzellikleriyle birleştiren Türkiye bisiklet yolu ağı mastır planı hazırlanmış ve ilk etapta 2023 yılına kadar 3 bin km bisiklet yolu ve 3 bin km yeşil yürüyüş yolunun yapımına başlanmış, bu konuda yerel yönetimler de bakanlıkça desteklenmiştir. Yine kısa mesafelerde ulaşım kolaylığı sağlayan ve kullanımı her geçen gün artış gösteren elektrikli skuterların (e-scooter) bir ulaşım aracı sıfatıyla trafikte güvenle seyretmesine dair yasal düzenleme yapılarak hayata geçirilmiştir.
Ancak hâlihazırda trafikte seyir halinde bulunan içten yanmalı motorlara sahip araçların egzoz emisyonlarının azaltılması maksadıyla periyodik bazda muayeneler yapılmakta, bu noktada muayenelerde etkinliği sağlamak üzere de kameralı izleme sistemleri devreye alınmış, yetkili ölçüm istasyonları için kriterler geliştirilmiş ve usulsüz işlemlere dair cezalarda artış sağlanarak caydırıcılık sağlanmıştır. Ayrıca egzoz muayenesi gerçekleştirmeyen araç sahiplerinin kısa mesaj ile uyarılması ve aynı şekilde bu araçların trafikte seyir esnasında tespit edilmesi amacıyla Savunma Sanayii Başkanlığı ile geliştirilen Egzoz Elektronik Denetleme Sistemi (EGEDES) sistemi devreye alınmış ve böylelikle muayene oranlarında yüzde 30’dan fazla artış sağlanmıştır.
Bununla birlikte toplu taşımanın yaygınlaşması maksadıyla geliştirilen Marmaray, hızlı tren gibi alternatif ulaşım projelerinin yanında Avrasya Tüneli, Orhangazi Köprüsü, Çanakkale 18 Mart Köprüsü, yüksek performanslı otobanlar gibi altyapı yatırımları ile de ulaşım bir yandan kolaylaştırırken bir yandan da daha az yakıt tüketimi sonucu hem çevre hem de hava kirliliğinin önlenmesi sağlanmıştır.
Akaryakıt içeriğine yönelik de adımlar atılmış, zararlı bir ağır metal olan kurşunun akaryakıtlarda kullanımı 2004 yılında yasaklanmış, ayrıca karayolu ve denizyolu ulaşımında yakıt kalitesinin iyileştirilmesi amacıyla kükürt içeriğine sınırlama getirilmiştir.
Binalarda dönüşüm
Barınma, konaklama, iş yapma, sağlık, eğitim ve eğlenme gibi birçok hizmeti sunan binalar bu yönüyle önemli miktarda enerji tüketen, kaynak kullanan ve atık oluşturan bir yapıdadır. Oldukça eski yapı stokuna sahip ve önemli bir deprem kuşağında yer alan ülkemizde ilk etapta, 2012 yılında kentsel dönüşüm seferberliği başlatılmış, bu süreçte Ankara ilimizin yeniden inşası manasını taşıyan 3,2 milyon konut dönüşümü yapılmış, aynı zamanda binalarda enerji verimliliği sağlamak üzere yalıtım zorunlu tutulmuş, gelişen teknoloji ile uyumlu hareket etmek adına akıllı bina konseptlerine yoğunlaşılmıştır.
Öte yandan, bina yapımından kullanılan malzemelerden, binada kullanılan enerji, su ve diğer atık gibi alanlarda çevre ile uyumlu hareket edildiğini temsil eden yeşil binalar için ülkemize özgü yeşil bina sertifikasyon (Yes-Tr) sistemi geliştirilerek hayata geçirilmiş, bu esnada neredeyse sıfır enerjili bina (nSEB) üzerinde durulmuş, uygulama örneklerine başlanmıştır. Diğer taraftan çatı üstü GES’lerin ruhsattan muaf tutularak binaların kendi enerjilerini üretmeleri kolaylaştırılmış, ayrıca 2 bin metrekare üzeri parsellerde inşa edilecek yapılarda yağmur suyu hasadı zorunlu tutularak doğal su kaynaklarının korunumu sağlanmıştır.
Yine 2008 yılında bakanlığımız tarafından binalarda enerjinin ve enerji kaynaklarının etkin ve verimli kullanılması ve enerji israfını önlemek maksadıyla Binalarda Enerji Performansı Yönetmeliği düzenlenmiş ve bina enerji durumunu temsil eden enerji kimlik belgesi uygulaması başlatılmıştır. Diğer taraftan Dünya Bankası işbirliği ile Kamu Binalarında Enerji Verimliliği (KABEV) uygulaması başlatılmış, sağlık, eğitim ve idari alanlarda hizmet sunan kamu binalarında yapılan dönüşümlerle enerjinin verimli kullanımı sağlanmış, böylelikle uygulamalar sonucunda yıllık yaklaşık 50 bin aracın sebep olduğu sera gazı salımı önlenmiştir.
Bununla birlikte bölgesel ısıtma sistemlerinin yaygınlaşması, enerji yoğun sektörlerin atık ısıları ile jeotermal enerji üretim tesislerinin atık enerjilerinin bölgesel ısıtma gibi alanlarda kullanılarak hem emisyonların oluşması önlenmiş, hem hava kalitesinin iyileşmesi sağlanmış hem de doğal kaynakların daha etkin kullanımı temin edilmiştir. Hâlihazırda 150 bin konutun bölgesel ısıtma imkânlarından istifade ettiği, ancak çalışmalarımız ülkemizde 1 milyona yakın konutun bu yolla ısıtılmasının da mümkün olduğunu ortaya koymaktadır.
Bununla birlikte bakanlığımızca geliştirilen stratejik hava kalitesi harita sonuçları esas alınarak öncelikli bölgelerde kömür gibi yüksek emisyonlara sebep olan katı yakıt kullanan bireysel tüketicilerimizin evsel ısıtma sistemlerinde dönüşümlere destek verilmeye başlanmış, ilk başarılı uygulaması Konya’nın tarihi Mevlana bölgesinde 1100 konutta yapılan dönüşüm ile yıllık bazda en az bin 200 ton kirleticinin salımının önüne geçilmesi sağlanmıştır.
Bu mülahazalar ışığında bakanlığımızca ”Isıtmada Yeşil Dönüşüm Strateji Belgesi” hazırlıklarına başlanmıştır. Çalışmaların yakın zamanda da sonuçlandırılarak kamuoyu ile paylaşılması hedeflenmektedir.
Atık ve kaynak yönetiminde yeni süreç: döngüsel ekonomi
2015 yılında AB tarafından yayınlanan ilk döngüsel ekonomi planını takip eden süre zarfında ülkemizde günümüz geleneksel üretim ve tüketim metodu olan “al-kullan-at” kültüründen “al-kullan-tekrar kullan-yeniden değerlendir-dönüştür” gibi doğadan ilham alan ve kaynaktan bağımsız büyüme yaklaşımı olan döngüsel ekonomi geçiş noktasında bir eylem planı için proje hazırlanmış ve uygulanmaya koyulmuştur.
Diğer taraftan 2017 yılı sonunda başlatılan ve Sayın Emine Erdoğan Hanımefendi himayelerinde yürüyen sıfır atık hareketi kapsamında atık geri kazanım oranı 5 yıllık süre zarfında 15 puan artışla yüzde 27 mertebesine çıkarılmış, bu sayede yaklaşık 9 milyon ton atığın gömülerek bertaraf edilmesi yerine işlenerek tekrar ekonomiye, değer zincirine dâhil edilerek sanayicimize ucuz hammadde olarak sunulması sağlanarak hem kaynaklar korunmuş, hem emisyonlar azaltılmış, hem de ekonomik kazançlar elde edilmiştir. Ayrıca yurdun dört bir yanına inşa edilen düzenli depolama tesisleri ve sayıları bini aşan atık su arıtma tesisleri ile bir yandan toprak ve su kaynakları gibi alıcı ortamlar korunurken bir yandan da önemli sera gazlarından biri olan metan emisyonlarının oluşması önlenmiş, bununla birlikte tesislerde oluşan deponi gaz ayrıca toplanarak enerji üretimi sağlanmıştır.
Diğer taraftan dünyada giderek yaygınlaşan eko-etiket uygulaması üzerinde de durularak 2018 yılında kaynak verimliliği ilkesi dâhilinde ürün ve hizmetlerin tüm süreçlerinde çevresel unsurları göz önüne alarak Ulusal Çevre Etiket Sistemi geliştirilmiş, son olarak Küresel Eko Etiket Ağına (GEN) katılım sağlanarak Ulusal Çevre Etiket Sistemi’nin uluslararası boyutta geçerliliği ve tanınırlığı sağlanmıştır.
Su kaynaklarımızın korunması bazında da tarımda damlama sulama sistemlerine geçiş, buharlaşmayı önleyici yer altı baraj uygulamaları, yağmur suyu hasadı, arıtılmış atıksuların yeniden kullanımı, gri su uygulamaları, gibi faaliyetlerle yaşamsal sıvının korunmasına katkı sunulmuştur. Aynı şekilde atık suların arıtılması faaliyetlerine destek verilmiş, arıtılmış atıksuların yeniden kullanımını desteklemek adına enerji giderlerine verilen yüzde 50 destek yüzde yüze çıkarılmıştır.
Sıfır emisyonda kilit aktör: yutak alanlar
Küresel problem iklim değişikliği ile mücadelede emisyon azaltımının yanında oluşan sera gazı emisyonlarını atmosferden doğal yollarla uzaklaştıran, özellikle net sıfır emisyon hedefinde dengeleyici unsurlar olarak görev yapacak, orman ve deniz gibi yutak alanları son derece önemli bir role sahiptir.
Ülkemizde arıtma teknoloji ve tesis sayılarının artması, düzenli depolama ve geri kazanım faaliyetlerinin yaygınlaşması ile birlikte kara kökenli atıkların denizlere ulaşması önlenmiş, 2005 yılından sonra hizmete alınan ve hâlihazırda sayıları 325’i aşan noktada deniz araçlarından atık alım hizmetlerinin yaygınlaşması ile de önemli yutak alanlarımızdan olan denizlerin korunması sağlanmış, ayrıca sayıları 500’ü bulan noktada yapılan bütünleşik deniz izleme çalışmaları ile Avrupa’da öncü dünyada sayılı ülkelerden biri konumuna gelmiş, temiz denizlerin birer göstergesi olan mavi bayraklı plaj sayısında 531 ile dünya üçüncülüğü elde edilmiş, koruma faaliyetlerinin sürekliliği sağlamak üzere sıfır atık mavi hareketi başlatılmış, ayrıca iç denizimiz Marmara Denizi Özel Çevre Koruma Alanı ilan edilerek karbon nötr yolunda önemli adımlar atılmıştır.
Karasal çerçevede de orman varlığında artış sağlanmış, BM Tarım ve Gıda Örgütü tarafından yayımlanan “Küresel Orman Kaynakları Değerlendirmesi 2020” Raporuna göre Türkiye 2015-2020 dönemindeki ağaçlandırma faaliyetlerinde Avrupa’da ilk, dünyada ise 4. sırada yer alarak bu yöndeki samimiyeti ve gayretini perçinlemiş, son 20 yıllık süre zarfında korunan alan büyüklüğünü 3 kat artırarak ülke yüzölçümünün yüzde 12 mertebelerine çıkarmıştır.
Dijital dönüşüm ile el ele yeşil dönüşüm
Dünya tarihine baktığımızda sanayide yaşanan dönüşümlerin temelinde teknolojik gelişmelerin ana etken olduğunu görmekteyiz. Hâlihazırda dijitalleşmenin hızla geliştiği bir dönemden geçmekteyiz. Hala etkileri devam eden pandemi süreci de bu geçişi hızlandırmış bulunmakta.
Ülkemiz yaşanan bu gelişmeleri de yakinen takip etmiş, bu itibarla Onbirinci Kalkınma Planı’nda da Dijital Türkiye temasına yer verilmiştir. Özellikle savunma sanayinde sağlanan insansız araçlar bu geçişin önemli örnekleri arasında gösterilebilir. Bununla birlikte Cumhurbaşkanlığı bünyesinde Dijital Dönüşüm Ofisi kurularak bu yönde güçlü bir teşkilat altyapısı oluşturulmuş, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile işbirliği halinde Ulusal Yapay Zekâ Stratejisi geliştirilmiştir. Yapay zeka teknolojisi ile birlikte ulaşım, lojistik, enerji verimliliği gibi hususlarda daha etkili ve verimli adımların atılması sağlanmakta, bu durum emisyon yönetimini, çevresel iyileşmeleri ve ekonomik kazançları da beraberinde getirmektedir.
Diğer taraftan bilişim teknolojilerinin gelişmesi bilgi ve verilerin daha kolay eldesi ve değerlendirilmesine de imkân tanımıştır. Oldukça dinamik bir yapıya sahip çevre konuları bu itibarla bilgi sistemlerinin de yaygın olarak kullanıldığı bir alan. Çevresel bilginin toplanması, derlenmesi ve işlenmesi aynı zamanda sağlıklı çevresel politikaların geliştirilmesine de zemin hazırlamaktadır. ÇED, İzin ve izleme sistemlerinin elektronik ortamda yapılması zaman, iş gücü ve kırtasiye kullanımı noktasında büyük bir tasarruf sağlamıştır.
Çevre ve iklim odaklı büyüme
Günümüzde yaşanan problemler çevreyi adeta bir politik araca dönüştürmüş durumda. Öyle ki son G7 bildirgesinde de kendisine yer bulan iklim kulüpleri, AB ile başlayan yeşil düzen uygulamaları, sınırda karbon mekanizmaları, karbon ayak izi gibi kavramlar artık sıklıkla karşılaşacağımız terimler arasında yer alacaktır. Her geçen gün artan hava kirliliği, tatlı sular üzerindeki baskılar, artan seragazı emisyonlarının tetiklediği iklim değişikliği kaynaklı afetler dikkat ve ilgileri bu alana kaydırmakta, dolayısıyla da politika ve vaatlerin çevre ve iklim temelinde geliştirilmesine yol açmaktadır.
Geçmişte kalkınmanın önünde bir set olarak görülen çevre ve iklim konuları artık kalkınmanın odağında kendisine yer bulmakta, bu durum da seçmende karşılık bulur hale gelmektedir. Bu noktada Amerikan Başkanı Biden’a beyaz sarayın kapılarını açan vaatlerden birisinin de selefi Trump’ın çekildiği ve iklim değişikliği ile mücadelenin yol haritasını içeren Paris Anlaşması’na geri dönüş olduğunu hatırlatmakta yarar görüyoruz.
Çok uluslu şirketlerin de bu gerçekten hareketle ürün reklamlarında su ayak izi, karbon ayak izi, enerji tasarrufu gibi kavramları öne çıkardıklarını, üretimde geri dönüştürülmüş malzeme kullanmanın yaygınlaştığını, bu itibarla da çevresel baskıların azaltıldığına yönelik söylemleri tüketicilerde karşılık bulmaktadır. Yaşanan tüm bu gelişmeler politikaların bu yönde evrilmesini sağlayan unsurlardan biri olarak karşımızda durmaktadır.
Ülkemizde de son yirmi yıllık süreçte çevresel unsurlar önde tutulmuş, cumhuriyetimizin asırlık çınar yolcuğuna sayılı aylar kala ilan edilen Türkiye Yüzyılı temasında da yine kendisine yer bulmuştur. Burada daha önceki politikalarla belirlenen hedeflerin daha iyi noktaya taşınacağı ifade edilmiş, yeşil kalkınma vizyonu dâhilinde net sıfır hedefi yolunda ilerleneceği kamuoyu ile paylaşılmıştır.
Muhalefetten de benzer adım
Diğer taraftan muhalefetin de benzer şekilde bir vizyonla hareket ederek yeni vaatlerini paylaştığını gördük. Ancak burada “ülkemizin çok yabancı olduğu” ve yahut “hiç aşina olmadığı” ya da bu yönde “hiç politikasının olmadığı hususlar varmış” gibi imalar yapılarak bir takım hedefler paylaşılmıştır.
Vizyon tanıtım programında ilk olarak Endüstriyel Dönüşüm Başdanışmanı olarak tanıtılan Amerikalı Rifkin uzaktan bağlantı ile bir sunum gerçekleştirmiş, kısaca küresel problem iklim krizinin tarihçesi ve karbon nötrün önemine vurgu yapılmış, hepimizin malumu IPCC verileri paylaşılmıştır. Ancak konuşmayı dahi çevrimiçi yaparak ülkemize gelemeyen Sayın Rifkin’in ülkemize yabancı ve uzak oluşu da böylece ortaya çıkmış oldu. Zira karbon nötre geçiş yeni bir husus olarak lanse edilmiş olmasına karşın ülkemizde zaten Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından geçtiğimiz yıl düzenlenen 76. BM Genel Kurulu’nda ülkemizin 2053 karbon nötr hedefi dünya kamuoyu ile paylaşılmış ve bu minvalde yeşil kalkınma hamlemiz duyurulmuştur.
Rifkin sonrasında konuşan Sayın Böke de benzer ifadelerde bulunmuş, dünyada yeşil dönüşüm sürecinin başladığını, ülkemizin de özellikle de enerji de yeşil dönüşüme geçmesi gerektiğini ve iktidarları döneminde bunun başarılacağını, bu durumun hem emisyonları azalttığını hem çevresel iyileştirmeler sağladığını hem de yeni istihdam oluşturacağına değinen bir konuşma yapmıştır.
Ne var ki bu yazıda da kısaca bazı örneklerine değindiğimiz üzere ülkemizde hâlihazırda dünyadaki gelişmelerle uyumlu olarak yeşil dönüşüm sürecinin başlamış olduğunu, bu sürecin de 2053 net sıfır hedefi ile adeta taçlandırıldığını, keza Avrupa Yeşil Düzeni ile uyumlu hareket etmek üzere Ulusal Yeşil Mutabakat Eylem Planı’nın hazırlanarak yürürlüğe konulduğunu, enerjide yenilenebilir yatırımların katlanan bir artış gösterdiğini, bu durumun uluslararası raporlarca da takdir edildiğini, sanayide temiz üretim ile birlikte yeşil dönüşüm çalışmalarının başladığını, kaynakları daha etkin kullanma noktasında döngüsel ekonomi politikasının benimsendiğini ve bu uğurda çalışmaların yürütüldüğünü, ulaşımda yerli elektrikli, diğer bir ifadeyle sıfır emisyonlu TOGG başta olmak üzere elektrifikasyona geçiş noktasında önemli yatırımların yapıldığını, ısınmada atık ısı ve jeotermal ısı başta olmak üzere bölgesel ısıtmanın yaygınlaştırma faaliyetlerine devam edildiği, ısı pompası gibi alternatiflerin değerlendirildiğini, enerji verimliliğinde öncü ülkeler arasında yer aldığımızı, mikro-mobilite araç kullanımı ile hareketliliği destekleyen politikaların geliştirildiğini unutmuş gibi yaptılar veya görmezden geldiler. Böylelikle ne yazık ki ülkemize yabancı olmaya devam ediyorlar.
Uzaklarda aramayalım, aradığımız güç içimizde
Ancak bu durumun yaşanmasını da sevindirici olarak değerlendiriyoruz, zira var olan hedeflerimizin, birer yeni politika olarak sunulması, muhalefet kanadının da politikalarımızı desteklediğini gösteren bu tür argümanların olması hiç kuşkusuz ülkemiz açısından sevindirici.
Zira hep diyoruz, şimdi de yineliyoruz, çevre ve iklim konuları partiler üstü bir hüviyete haizler. Dolayısı ile mücadele noktasında müşterek hareketin önemi son derece büyük. Evet, dünyada bir dönüşüm var. Çevre ve iklimi merkeze alan bir dönüşüm. Ülkemizde de bu dönüşümden yararlanmakta. Bu noktada sahip olduğu potansiyeli kullanmak istiyor. Birliktelik milletimizin, ülkemizin sağlığı ve geleceği açısından önem taşıyor.
O yüzden yıllardır altyapısını oluşturduğumuz yeşil dönüşümde öncü olmak üzere adımlarımızı atacağımızı yineliyor, 2053 hedefimize yeşil kalkınma vizyonu dâhilinde ilerliyor, toplumun tüm kesimlerini de buna destek olmaya davet ediyoruz. Unutulmamalıdır ki bu noktaya zorlu aşamalardan ve dar boğazlardan geçilerek gelindi. Yine biliyoruz ki ülkemizde bunu yapacak isteklilik ve kapasite her daim mevcut. Uzaklarda aramaya gerek yok, o güç ve irade bizde var.
Not: Bu makaleyi Çevre ve Şehircilik Uzmanı Ersin Gürtepe ile ortak kaleme aldık.