İklim Değişikliği Konferansı
Sayın Başkanım, uluslararası kuruluşların saygıdeğer temsilcileri, Türkiye’nin dört bir yanından gelen değerli katılımcılar, hanımefendiler ve beyefendiler, geleceğimizin teminatı çocuklarımız. Hepinizi saygı, sevgi ve muhabbetle selamlıyorum.
Bu yıl birincisini gerçekleştirdiğimiz Uluslararası Yerel İklim Eylemi Konferansı nedeniyle, sizi tarih ve turizm kenti olan Antalya’da ağırlamaktan mutluluk duyduğumu ifade etmek istiyorum. Bugün güzel bir bahar havasında bir araya gelmemize neden olan, aslında gündemi de teşkil eden – geçenlerde burada bir hortum olayı olmuştu iklim değişikliği meselesini burada tartışacağız. Biliyorsunuz, IPCC dediğimiz uluslararası bir konferans var. Burada dünyadaki bütün bilim adamlarının bir araya gelip kendi bölgeleriyle ilgili sunduğu tüm raporlar iklimin değiştiğini gösteriyor, bunun sonuçlarıyla ilgili hemen hemen her yıl raporlar yayınlıyorlar. Ama son gelen rapor, yani 1,5 derece raporu aslında durumun ne kadar vahim olduğunu ve ne tür problemlerle karşılaşabileceğimizi ortaya koyması açısından çok önemliydi.
Bazı yerlerde insanlar iklim değişikliğine inanıp inanmamayı tartışırken, biz iklim değişikliğini burada maalesef yaşıyoruz. Özellikle Akdeniz havzası civarında çok ciddi şekilde iklim değişikliğini deneyimliyoruz. Bunlar sıcaklıkların artışı olarak karşımıza çıkıyor, bazen hortumlar, bazen büyük felaketler olarak karşımıza çıkıyor. Buzulların çözülmesi, deniz seviyesinin ciddi şekilde yükselmesi… Ve köklü önlemler almadığımız sürece de bu olumsuz sonuçların artarak devam ettiğini hep beraber göreceğiz. O yüzden bu çocuklarımız, onlara da teşekkür ediyorum, şimdiden diyorlar ki bize, “sizin babalarınızın veya dedelerinizin veya sizin yaptığınız faaliyetler bu iklimi değiştirdi ama sonuçlarına biz katlanacağız.” Aslında bizi uyarmaya çalışıyorlar. Bugün dünyanın birçok yerine Climate Strike adı altında eylemler yapılıyor, büyüklere “siz tedbir alamıyorsunuz, siz kavgalar ediyorsunuz, hatta sizlerden bazıları iklim değişikliğine inanmıyor, ama bunun bütün kötü sonuçlarını biz ve bizim çocuklarımız yaşayacağız, hiçbir şey yapamıyorsanız bizden özür dileyin” diyerek, okullarını kırıp, sınıflara gitmeyip sokaklara dökülüyor çocuklar. Onun için ısrarla şunu söylüyorum. Bizim bir şeyler yapmamız lazım. Uluslararası bir sürü kanun, yönetmelik yapılıyor. Bununla ilgili bir sürü anlaşmalar yapılıyor. Dünyanın en iyi müzakerecileri masalarda oturuyor, dünyanın en iyi hukukçularını oturtuyorsunuz, metinler yazılıyor. Ama bunlardan çok daha önemlisi belki de bu metinlere uyum sağlamak veya tedbirler almak, çareler üretmek. Onun için de yerele çok önemli görevler düşüyor.
Son dönemde Antalya’da hiç beklemediğimiz, bu bölgede hiç görülmeyen hortum olayını yaşadık. Bundan dolayı bir vatandaşımızı da maalesef kaybettik. İnanılmaz ekonomik kayıpların olduğunu da biliyoruz. Dolayısıyla artık tedbir almanın gerekliliğine inanıyoruz.
Değerli katılımcılar iklim değişikliği öyle bir konu ki aslında, birçok farklı açıdan ele alınabilir. Yerelde iklim değişikliği nasıl olacak? Türkiye’deki yerel iklim eyleminin önemine, önceliğine bu toplantıda dikkat çekmek istiyoruz. Yerelde bu iş nasıl olacak? Çünkü eğer siz yerelde bir şeyler yapmayı başaramazsanız, ulusal ya da uluslararası anlamda aldığınız kararların hiçbir öneminin olmayacağını net bir şekilde biliyoruz. Çünkü dünya nüfusunun %70’e yakın kısmı kentlerde yaşıyor. Ve bu küresel sera gazı emisyonları, yani iklimi değiştiren gazların ana oluşum yeri şehirler. Dolayısıyla şehirlerde bu tedbirleri almamız, şehirlerden başlayarak iklim değişikliği mücadelesini yürütmemiz gerektiğinin altını ısrarla çizmek istiyorum.
Aslında dünya da bu işin farkında, Türkiye’de de belediyeler büyük bir farkındalık oluşturmuş durumda. Bu noktada da geçenlerde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı, “İklim Değişikliği Eylem Planı” hazırladı, şehrin 20 milyona yakın bir nüfusu var. Diğer şehirlerle beraber, Gaziantep, Bursa, Antalya, İzmir, Kocaeli, Kahramanmaraş, Muğla, Sakarya, Mersin, Denizli gibi şehirlerimizin iklim değişikliği eylem planlarını hazırladığı, bu planların değişen iklime nasıl uyum gösterilmesi gerektiğiyle ilgili çabaları içerdiği ve bunların uygulanması gerektiğini biliyoruz. Aslında Ankara’daki merkezi hükümeti de, biz bu eylem planlarını yaptık, bunlarla ilgili bize para lazım, finansman lazım veya teknik destek ya da kapasite geliştirmeyle ilgili destek lazım şeklinde yönlendirmeleri lazım. Aynı zamanda Büyükşehir Belediyeleri ve diğer belediyelerin uluslararası toplantıları takip etmeleri, Türkiye Belediyeler Birliği’yle beraber bu toplantıları takip edip dünyadaki başka şehirlerde ne tür tedbirler alınıyor, ne tür çalışmalar yapılıyor bilmeleri gerekiyor.
Dolayısıyla ben bütün büyükşehir belediye başkanlıklarına mutlaka iklim değişikliğiyle ilgili bir daire kurmalarını tavsiye ediyorum. Sadece çevre koruma daire başkanlıklarıyla bu işlerin çözülemeyeceğinin altını da çizmek istiyorum. Önümüzde çok ciddi bir problem olarak duran iklim değişikliği mücadelesi, çevre meselesinin altında olmamalı. BM’de de çevre meselesi UNEA dediğimiz veya UNEP dediğimiz BM Çevre Programı altında Nairobi’de yürüyor. Ama iklim değişikliği meselesinin ayrı bir sekreteryası var, o da Bonn’da. Ve iklim değişikliği meselesi her yıl dünyanın çeşitli yerlerinde tartışılıyor, Taraflar Toplantısı yapılıyor , 15 gün sürüyor. Onun öncesinde de müzakereler tabii ki devam ediyor. Onun için, yerel iklim eylemini güçlendirmek adına belediyelerimizin mutlaka kendi bünyelerinde kapasitelerini artırarak bir iklim değişikliği şube müdürlüğü, daire başkanlığı kurmaları gerekiyor. Bakanlık olarak eskiden iklim değişikliği dairemiz vardı, şimdi iklim değişikliğine uyum dairesi diye başka bir daire başkanlığı kurduk, bugünkü toplantıyı da onlar tertip ettiler. Onlara da huzurlarınızda teşekkür etmek istiyorum. Ama belediyelerin mutlaka bu konunun üzerinde durmaları ve sadece iklim değişiyor, onun için bu felaketler oluyor şeklinde açıklamalardan ziyade, buna karşı nasıl tedbirler alacağız, nasıl uyum göstereceğiz noktasında çalışmaları gerekiyor. Şehirlerimizin azaltım konusunda da tedbirler alması gerekiyor. Özellikle ulaştırma, yerleşimler, enerji ve atık sektöründe sera gazı emisyonlarının potansiyelinin illerimizde çok yüksek olduğunu biliyoruz. Bunların araştırılması lazım. Ne tür tedbirler alabiliriz, binalarımızı nasıl enerji verimli hale dönüştürebiliriz. Bunları kamu binalarından başlayarak yapmamız, daha sonra da özel sektör binalarında, okullarımızda yaygınlaştırmamız gerekiyor. Özellikle ulaştırma noktasında şehirleri nasıl karbon nötr hale getirebiliriz, bunları düşünmemiz lazım. Dünya şu anda birçok ülkede karbon nötr şehirler inşa etmeye başladı. Yeni yapılacak bütün binalarda da enerji verimli, karbonu olmayan, taşıtların az olduğu, bisikletlerin daha fazla kullanıldığı potansiyel var. Antalya Büyükşehir Belediyemiz ile beraber çalışıyoruz. Onlarla bisiklet yolları yapıyoruz, burası bir turizm ve tarih şehri. Buraya insanlar artık Antalya çevre konusunda da çok temiz bir şehir; denizi, havası, suyu, toprağı çok temiz bir şehir diye de gelsinler. Dünyada artık turizm de o noktaya doğru gitmeye başladı. İnsanlar bir şehre gidecekleri zaman o şehrin temizliğine, iklim değişikliğine uyumuna ve enerji verimliliğine, bisiklet yollarına da bakarak yönlenmeye başladı. Turizm rotalarının da muhtemelen iklim dostu şehirlere gitme noktasında önemli olacağını düşünüyorum. Bunlara da bir turizm şehri olan Antalya’nın da hazır olması gerektiğini ısrarla, altını çizerek söylüyorum.
Sadece emisyon azaltımını değil, var olan şeyleri de korumalıyız. Özellikle karbon yutağı olan denizlerimizi iyi korumak, göllerimizi iyi korumak, nehirlerimizi ve su kaynaklarımızı iyi korumak; aynı zamanda ormanlarımızı ve yeşil alanlarımızı da ciddi şekilde korumak yönünde önemli adımlar atılmalı. Emisyonları belki yerel belediyelerin azaltması çok kolay olmayabilir. Ama değişen iklime uyum gösterme konusunda da çalışmalar yapmanın özellikle belediyelerimizin işi olduğunu da unutmayalım. Doğa temelli çözümler bulmanın, yerelin özgünlüklerini bilenler tarafından uygulanması daha etkin ve pratik. Yerelde olanların oraya özgü tedbirler almaya başlayarak, bakanlığımızla ve uluslararası örgütlerle çalışmasının önemini vurgulamak istiyorum. Dirençli altyapı uygulamaları da – ki bu konu şu anda hem OECD’nin hem G20’nin en önemli gündem maddelerinden bir tanesi – iklim değişikliğine uyum için önemli başlıklardan bir tanesi.
Mevcut altyapıları çok iyi olan, Avrupa’daki Almanya, Fransa, İspanya ve İtalya gibi birçok ülkede bile iklim değişikliğinden dolayı büyük felaketler yaşanıyorsa, o ülkeleri de sel basıyorsa, burada bir problem var. Bizim medyamız bazen diyor ya, “şehrin altyapısı çok kötü, bu parti yıllardır iktidarda, yıllardır belediye başkanlığı yapıyor ama bu felaketler neden yaşanıyor?” diye soruyorlar ya; aynısı aslında Paris’te, Madrid’de veya Berlin’de de yaşanabiliyor. Neden? Çünkü iklim değişikliği meselesi yeni bir parametredir. Bunu unutmayalım. Bütün mühendislik hesaplarında bu yeni parametreyi işin içine katmamız lazım. Bu tasarım kriterini eklememiz lazım. Bu olmazsa, kanalizasyon borularının ve içme suyu hatlarının kapasiteleri yetmeyecektir. Çünkü bir saatte yağması gereken yağmur on dakika içerisinde yağıyor, hiçbir altyapı sistemi bunu kaldıramıyor ve inanılmaz taşkınların meydana geldiğini görebiliyoruz. O yüzden yeni yapılacak bütün mühendislik hesaplarında, iklim değişikliği parametresinin, bütün dünyadaki şehirlerde yeniden göz önüne alınması, belki %20-30 oranında boru çaplarının değiştirilmesi gerekiyor ki; bu olayları yaşamayalım. Aynı şekilde şehrin belli yerlerinde uyum için, özellikle Asya kıtasında bunlar çok var, normalde amfi tiyatro gibi meydanlar var, çocuklar merdivenlerinde oturup kitap okuyorlar veya dinleniyorlar; ama bir taşkın geldiğinde orası sönümlendirme merkezi havuzu olarak kullanılıyor. Bir bakıyorsunuz orası göl oluyor, şehrin diğer kısımlarını sel basması veya taşkın olması gibi felaketlerin önüne geçilmiş oluyor. Çünkü siz tedbir almazsanız, iklim değişikliğiyle ilgili tedbir almak için harcayacağınız para 1 TL ise, iklim değişikliği olduğu sürece, o taşkınlar, o felaketler olduktan sonra harcayacağınız para 10 TL olacaktır. Onun için belediyelerin bu konuda daha hassas olması gerekiyor. Hatırlarsanız iki sene önce Ağustos’ta İstanbul’da 1 cm çapında dolu yağmıştı. Sigorta şirketlerinin bize verdiği raporda 2 ila 3 milyar TL, yani yaklaşık 300-400 milyon dolar civarında ekonomik bir zarar olarak karşımıza çıkmıştı. Bu rakamların daha da artması bekleniyor.
Bu konuda yeşil çatı uygulamaları, kıyı setleri, verimli sulama sistemleri, erken uyarı sistemleri gibi yerelin koşullarına uyarlanabilecek birçok uyum tedbirini almamız gerekiyor. Tabii, iklim değişikliğiyle mücadele etmek için çok büyük yatırımlar da lazım hem ulusal hem uluslararası kaynaklar hem de kamu ve özel sektör kaynaklarının yerele yönlendirilebilmesi gerekiyor.Aslında dünyadaki tüm eğilim de bu yönde. Yani mücadele yerelde, belediyelerde olacak ve kaynakları da oraya aktarmak gerekiyor ki onlar tedbir alsın. Ama onlar da mutlaka bir yol haritasıyla bize gelmeliler.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olarak Sayın Bakanımız Murat Kurum’un da önderliğinde biz yereldeki iklim eylemiyle ilgili mücadeleyi azami seviyeye çıkarmak istiyoruz. Kendileri uygulamadan geldikleri için bize sürekli yerelle beraber çalışmamız gerektiğini söylüyorlar. İl belediyelerimiz başta olmak üzere büyükşehir belediyelerimiz ve yerel yönetimlerle iklim değişikliğiyle mücadele seferberliğini aslında bugün burada başlatmış oluyoruz. Biz büyükşehir belediyeleri ve diğer belediyelerimizle birlikte, bu mücadeleyi bugün 1. Yerel İklim Eylemi Uluslararası Konferansı’yla birlikte başlatıyoruz ve bundan sonra da ilk yapacağımız iş, bütün belediyelerimize bir deklarasyon göndermek olacaktır. Bu ortak deklarasyon, beraberce neler yapabileceğimizi çıkartabilmemiz için gerekiyor. Burada bu deklarasyon ile yerel yönetimlerimizin gönüllülük esasıyla sera gazı emsiyonlarının azaltılması ve iklim değişikliğine uyum faaliyetlerine katkı vermelerini istediğimizi de ifade etmek istiyorum.
Aslında güzel şeyler de oluyor. Biz iklim değişikliği müzakerelerinde ülke olarak beş senedir, özellikle ben İklim Değişikliği Başmüzakerecisi olarak dönemimden biliyorum, ciddi bir mücadele ve görünürlüğün içerisindeyiz. Tabi istediğimiz her şeyi belki alamıyoruz, Paris Anlaşması’na taraf değiliz. Olmak istiyoruz ama oradaki mücadele uluslararası hukukçuların ve iyi diplomatların müzakeresi. Her ülke kendi menfaatini düşünüyor. Bizi de zamanında gelişmiş ülke statüsüne koydukları için, özellikle mutlak emisyon azaltımı yapmamız isteniyor. Bu nedenle hem adaptasyon hem emisyon azaltımı konusunda Türkiye’nin uluslararası finansmana ihtiyacı var. Bize kömürden vazgeçin, fosil yakıtlardan vazgeçin, bunun yerine yenilenebilir enerji, güneş, rüzgâr, jeotermal ya da sayarsanız hidroelektrik santrallere yönelin diyorlar ama bunlara yönelmenin maliyeti yıllık olarak Türkiye’nin enerji ihtiyacını karşılamak için 10 milyar dolar paraya ihtiyacı var. Ama bu uluslararası finans kaynakları, uluslararası bankaların, uluslararası finans kuruluşlarının veya Yeşil İklim Fonu gibi fonların Türkiye’ye yardımcı olmaması durumunda bu parayı bizim bulmamız çok zor. Her yıl 10 milyar doları bulmanız lazım ihtiyaç duyulan enerjiyi karşılamanız için. Yani fabrikalarınız çalışacaksa, evinizde elektrik kesintisi olmayacaksa bu parayı bütçeden her yıl ayırmanız gerekiyor. Bunun için de uluslararası kaynaklardan ucuz kredilere ihtiyaç var. Biz uluslararası bütün iklim müzakerelerinde şunu söylüyoruz; bize bu kapıları açın, biz iklim değişikliğiyle çok daha iyi mücadele edelim. Bize yardım edin, bizi Hindistan, Çin veya Güney Kore’den, Brezilya’dan Arjantin’den Şili’den farklı görmeyin. Siz bizi ABD gibi, AB ülkeleri gibi veya Avustralya, Japonya gibi görürseniz ve bize finans kapılarını açmazsanız, biz iklim değişikliğiyle ancak adaptasyon noktasında kendi imkân ve kabiliyetlerimizde mücadele edebiliriz. Bunun da dünyadaki ortak katkıya çok büyük bir faydası olmaz. Biz emisyonları hızlı artan bir ülkeyiz. Şu anda 400 milyon ton civarında emisyon değeri olan bir ülkeden bahsediyorum, 2030 yılında bu değerin 1,2 milyar tona çıkması öngörülüyor. Çünkü hızla kalkınan, emerging economy dediğimiz alarm veren bir ekonomi var aslında. Hızlı büyüyor, emisyonları artıyor. Bu noktada uluslararası kaynakların bize destek vermesi lazım. Özellikle AB’nin Türkiye’ye çevre konusunda yardımcı olması gerekirken; IPA fonlarına baktığımızda bize kesintiye gidiyor. Bunu çok anlayamıyoruz. Ben hep şunu söylüyorum. Türkiye veya herhangi bir ülke, iklimle ve çevreyle ilgili mücadele ederken siz çevre fonlarını keserseniz, sadece siyasi bir cezalandırma olarak görürüz ki bunu kabul etmeyiz. Şunu söylemek istiyorum: Çevre meselesi siyaset üstüdür. Çevre meselesi çocuklarımızın geleceğinin meselesidir ve sınır tanımayan bir meseledir. Siz Türklere vize koyabilirsiniz. Ama Türkiye’nin oluşturduğu kirliliğe vize koyamazsınız. Biz suyu kirlettiğimiz zaman bu su Avrupa’nın kıyılarına gidecektir. Biz havayı kirlettiğimiz zaman bu hava Avrupa’ya gidecektir. Dolayısıyla çevre konusunda bizi cezalandırmanın, fonları kesmenin çok akıllıca bir iş olmadığını, AB’nin sayın temsilcisine de burada, bu mesajı iletmesi açısından söylemek istiyorum. Başka konulardan dolayı kızıp çevre konusundaki fonları kesmek veya azaltmanın aslında kendi ayağınıza kurşun sıkmak gibi bir şey olduğunu ifade etmek istiyorum.
Güzel bir şey oldu, Türkiye’nin yıllardır yaptığı mücadelenin sonucunda– bu sene eylül ayında New York’ta İklim Liderler Zirvesi olacak. Bu zirvenin hazırlıkları başladı, BM Genel Sekreteri’nin himayelerinde yürüyen bir proje ve 9 teması var. Bunlardan biri bizimle ilgili; altyapı, şehirler ve yerel eylem konusunda. Türkiye’yi, yıllardır yapmış olduğu çok fazla altyapı yatırımlarından dolayıdır muhtemelen, eş-öncü ülke seçtiler. 6 tane eş öncü ülke var. Bizi Kenya ile beraber altyapı, şehirler ve yerel eylem konusunda öncü ülke olarak belirlediler ve bizim de bu konuda çalışmalarımız başladı. Orada Kenya ve Türkiye, BM Habitat ile beraber çalışacağız. Bu çalışmanın sonucunda da Eylül ayında Sayın Cumhurbaşkanımız Erdoğan ve Kenya Cumhurbaşkanı, Sayın Guterres ile beraber bir açıklama yapacaklar. Sadece 6 lider New York’ta konuşacak, bu liderlerden biri de Sayın Cumhurbaşkanımız Erdoğan olacak. Bu konuda da böyle bir görevin bizim bakanlığımıza ve ülkemize verilmesi, bizi çok onurlandırmıştır. Onun için Sayın Guterres’e de buradan teşekkür etmek istiyoruz. Sayın Cumhurbaşkanımızın katkılarıyla ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olarak da elimizden geldiği kadar bu konuya en iyi şekilde önderlik edeceğimizi ve bu kapsamda da ülke içerisinde yapacağımız kapsamlı kampanyalarla ve farkındalık faaliyetleri ve pilot uygulamalarla dünyaya iyi örnekler vereceğimizi ifade etmek isterim.
Tabii, aslında ülkemiz yerelin dışında ulusal anlamda da çok ciddi çalışmalar yapmakta. Öncelikle Türkiye’nin hızla kalkınmakta olan bir ülke olduğunu unutmamalıyız ve sera gazı emisyonlarının GSMH’nin altında bir artış gösterdiğini biliyoruz. Bugün Türkiye’nin yenilenebilir enerjide kurulu gücü toplam kurulu gücün %45’ini aşmış durumdadır ki bu Türkiye’yi bölgesinde aslında lider ülke konumuna getirmektedir. Yenilenebilir enerjinin birincil enerji arzı içindeki payı ise OECD ortalamasının üzerindedir. Geçen yıl Enerji Verimli Eylem Planı’nı uygulamaya geçirdik. Birincil enerji olarak tüketimini 2023’e kadar %14 oranında artırma niyetimiz olduğunu belirtmek istiyoruz. Orman alanlarımız 2023’e kadar %30’a kadar çıkarılacak, ayrıca bakanlık olarak Sayın Cumhurbaşkanı’mızın saygıdeğer eşi Emine Erdoğan’ın himayelerinde Sıfır Atık Projesi’ni başlattık. Şu anda ülkemizde 13 binden fazla kurumda sıfır atık sistemine geçilmiş durumda. Yirmi aylık süreçte 500 milyon kg. sera gazı emisyonu azaltımı ve 42 milyon ağacın kesilmesinin de önüne geçmiş olduk. Bu yıl itibariyle Çevre Kanunu’nu değiştirdik. Poşet kullanımına karşı ücretlendirme çalışması başlattık. Geçen seneki rakamlara göre, tek kullanımlık poşetlerde ki pek çok zincir marketten gelen rakamlar var elimizde, geçen sene Ocak ayında 139 milyon poşet tüketimi olmuş, bir marketten. Bu sene Ocak ayında bu rakam 39 milyona düştü. %70-75 bir azalma olduğunu memnuniyetle ifade etmek istiyorum. Bundan sonra da biliyorsunuz 2021’e kadar plastik ve içecek ambalajlarında depozito uygulamasına geçeceğiz. Aslında biz çevre konusunda bir şekilde atığa dönüşen her ürün ile ilgili bir vergi getirdik. Siz kirletiyorsanız, karşılığını vereceksiniz. “Kirleten öder” prensibiyle bunu piyasaya süren insanlar, parasını da ödemek zorunda. Pet şişeyi satıyor, para kazanıyorsunuz, ondan sonra insanlar içip çöpe atıyorlarsa, bununla belediyeler uğraşmaya başlıyor. Bunu toplayacak, götürecek, depolayacak… Bunların hepsi bir maliyet. Daha sonra da bu çöp miktarı arttığı zaman oradan metan gazı çıkmaya başlıyor. Bu gaz atmosferde birikip iklimi değiştiriyor. Dolayısıyla çöp miktarını da azaltmamız gerekiyor. İstanbul’un rakamları çok korkunç. İstanbul’dan günde 22 bin ton çöp çıkıyor. Kişi başı 1 kg çöp ürettiğimizi net bir şekilde görüyoruz. 22 bin ton çöpü siz her gün yönetmek zorundasınız. Bunları düzenli depolamak çözüm değil, çünkü belli bir süre sonra buradan çıkan gazlar iklim değişikliğine sebep oluyor. Ve geliyor yine o şehrin başına taşkın, aşırı yağış veya kuraklık, fırtına, hortum olarak felakete neden oluyor. Aslında attığımız herhangi bir çöpün, ambalajın sizin başınıza böyle bir iklim felaketi olarak geldiğini de bizim yereldeki okullarda çocuklarımıza, gençlerimize, herkese anlatmamız gerekiyor.
Bu noktada 2020 sonrası için iklim rejiminde gelişmekte olan ülkelere sağlanan finans ve yardımlar konusunda da sadece bizim değil belediyelerin de gidip o müracaatları yapıp, iklim değişikliğine uyum noktasında imkânlarını artırması gerekiyor.
Saygıdeğer katılımcılar, aslında iklim konusunda konuşacak çok şey var. Fakat öncelikle bize ev sahipliği yapan Antalya şehrine, huzurlarınızda Sayın Menderes Başkanımıza teşekkür etmek istiyorum. Bu organizasyonu beraber yaptığımız AB heyetine ve bizi kırmayarak buraya gelen bütün yerli ve yabancı misafirlerimize, çok değerli seçkin katılımcılarımıza teşekkür ediyorum. Bütün yerel yönetimlerimizi bu iklim seferberliğine katılmaya ve bu konuda gönüllü olmaya çağırıyorum. Bakanlık olarak onlara yardımcı olmaya her zaman hazırız. Hem teknik hem kapasite geliştirme hem de finans açısından bütün belediyelere, yerel aktörlere, üniversitelere yardımcı olacağımızı ifade etmek istiyorum. Bu konferansta emeği geçen mesai arkadaşlarıma, AB’ye ve bütün katılımcılara huzurlarınızda tekrar teşekkür ediyor, hepinizi Allah’a emanet ediyorum.