İklim Değişikliği Başmüzakerecisi olarak Türkiye’yi temsilen Paris’teki İklim Değişikliği 21. Taraflar Toplantısı’na katıldık. 196 ülkenin müzakere ekipleriyle geldiği Paris’te konferansa yaklaşık 40 bin kişi katıldı. Bütün ülkeler doğal olarak kendi menfaatlerini düşünerek müzakere yürütse de dünyanın ısınmasının önüne geçme konusunda yeterli hassasiyetin ve ortak sorumluluğun gözlendiğini söyleyebiliriz.
Bütün katılımcı ülkelerin ortak hedefi tabii ki iklim değişikliğini önlemek, fakat asıl mesele bu problemin çözümü için hangi ülkenin ne kadar ve nasıl bir sorumluluk üstleneceğiydi.
188 ülke iklim değişikliği ile mücadele edebilmek için 2030’a kadar neler yapacağını iyi niyetli olarak beyan ettiler. Paris’teki iklim müzakerelerinde herkesin elinde 60 sayfalık müzakere metni ve her ülkenin sunduğu iyi niyet beyanı niteliğindeki 2030 yol haritası vardı.
4 grup ülke, 4 farklı görüş
İklim müzakerelerine katılan ülkeler 4 gruptan müteşekkil. Birinci grup iklim değişikliğinde tarihi sorumluluğu olan sanayileşmiş, gelişmiş ve zengin ülkeler, ikinci grup gelişmekte olan, hızla büyüyen, kirletme potansiyeli yüksek ve zenginleşmeye çalışan ülkelerden oluşuyor. Üçüncü grup ülkeler, iklimin değişmesinden en çok zarar görecek olan az gelişmiş ülkeler. Bir de iklim değişikliği sonucu deniz seviyesinin yükselmesiyle sular altında kalacak küçük ada devletleri ve deniz seviyesine yakın coğrafyalardaki ülkeler var. İklim değişikliğine en çok sebep olan fosil yakıtları çıkaran petrol ve kömür zengini ülkeleri de unutmamak lazım tabii.
Bütün bu ülkelerin Paris müzakerelerine bakışı farklıydı. Gelişmiş ülkeler diğer ülkelere “Bizim eskiden yaptığımız hataları yapmayın, biz havayı, suyu, toprağı kirleterek acımasızca büyüdük, zenginleştik. Siz böyle yapmayın, gelecek nesilleri düşünerek hareket edin ve sürdürülebilir kalkınmayı başarın” mesajını verdiler. Gelişmekte olan ülkeler de öncelikle gelişmiş ülkelerin emisyonu daha fazla azaltma konusunda taahhüt vermeleri gerektiğini savundu ve “Gelişmemize engel olacak hiçbir karara imza atmayız. Bizim genç nüfusumuz artıyor, onlara iş lazım, sanayi kurmamız lazım, enerji ihtiyaçlarımızı karşılamamız lazım. Gelişeceğiz, büyüyeceğiz. Bu süreçte atmosferi sizin gibi kirletmemizi istemiyorsanız, sürdürülebilir kalkınma istiyorsanız, güneş, rüzgar gibi yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanmamızı istiyorsanız bize kaynak sağlamanız, kredi açmanız lazım. Çünkü atmosfere emisyon yayan termik santraller daha ucuz” mesajını verdiler.
Küçük ada devletleri ve az gelişmiş ülkelerse “Biz bu iklimi değiştirecek hiçbir şey yapmadık, sanayimiz yok, atmosfere emisyon vermedik. Ama gelin görün ki iklim değişikliğinden en çok biz etkileniyoruz. Kaybımız, zararımız çok. Kim ödeyecek bunun hesabını?” diyerek kendilerini savunurken bazı ülkeler de “Biz bu iklim değişikliğinden en çok etkilenecek ülkeleriz, bizim coğrafi konumumuz kritik. İklim değişikliğinden dolayı buzullar eriyince deniz seviyesinin 5 m’ye kadar artacağına dair bilimsel raporlar var. Böyle bir durumda ne yapacağız, nereye gideceğiz, bu duruma nasıl uyum göstereceğiz? Uyum sağlamamız için de para lazım” diyor.
Petrol gibi fosil yakıtı çıkarıp satan ve dünyadaki emisyon kaynaklarının ana üreticisi zengin Körfez ülkeleri ise “Fosil yakıtlar 2100’e kadar yasaklanırsa bizim ekonomilerimiz ne olacak? Gelecek nesillerimiz ne iş yapacak?” diyerek endişelerini dile getirdiler.
Anlaşma hiç yoktan iyi
Sonuç itibarı ile iklim konusunda 196 ülkenin de ayrı ayrı dertleri vardı. Hal böyleyken menfaat çatışması yaşayan, birbirine zıt sebeplerden dolayı kazanç kaybına uğramak istemeyen, bütün bu ülkeleri tatmin edecek sürdürülebilir, adil, dinamik ve şeffaf bir anlaşma imzalanabilir miydi?
2004 yılından beri geçerli olan, 2020’de de ömrünü dolduracak olan Kyoto Protokolü bu problemleri çözmeye yetmemişti. 2020 sonrası için geçerli olacak Paris Anlaşması’nın müzakereleri de 4 yıldır devam ediyordu.
Sonunda dünyanın iklim değişikliği ile mücadele konusunda geleceğinin belirlendiği iki haftalık maraton tamamlandı ve böyle bir ortamda 196 ülke uzlaşmaya vardı. Ortaya herkesi memnun eden bir anlaşma çıktı. Hiçbir ülkeye zorlayıcı, cezalandırıcı bir hüküm öngörmeyen bu anlaşma, dünyanın en “light” anlaşması olarak tarihe geçti. Hiç yoktan iyidir deyip herkes müzakerelerden memnun ayrıldı.
Fransızlar mutlu. Adı “Paris” olan bir anlaşmaya ev sahipliği yaptıkları için büyük bir diplomatik başarıya imza attıklarını düşünüyor. Paris Anlaşması en azından bir uzlaşmayı temsil ediyor. Bu yüzden her ülkenin üzerine düşen sorumluluğu büyük bir ciddiyetle yerine getirmesi gerekiyor. Evet, anlaşmada herhangi bir yaptırım yok, fakat ülkeler üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirmezse doğanın yaptırımı daha ağır olacak.
Şimdi iç savaş, terör ve yoksulluktan dolayı meydana gelen göçler ve mülteci krizleri yakın zamanda iklim değişikliği sebebiyle olursa kimse şaşırmasın.
Ülkeler sadece kendi çıkarını değil yeryüzünün ortak çıkarını düşünerek hareket ettiği takdirde tehlikenin bertaraf edilme ihtimali güçlenecektir.
Aksi takdirde gelecek nesillere ne içebilecekleri bir su, ne ciğerlerine çekebilecekleri bir hava, ne de verim alabilecekleri bir toprak kalacak.