İnsanlık varoluşu itibarı ile genel manada bulunduğu ortam ile uyum içerisinde hareket etmiş, doğanın kendisine sunduğu kaynakları imkân ve kabiliyetleri dahilinde değerlendirmiş, bu noktada adeta doğal dengenin bir unsuru olmuştur. Ancak özellikle de makineleşme ile başlayan süreçte üretimin kolaylaşması insan davranışlarındaki değişimler, daha konforlu ve rahat yaşam beklentisi, hızlı yaşam stilleri gibi olgular tüketimi artırmış, bu durum doğal kaynakların fütursuzca kullanımına kapı aralamıştır.
Yoğun kaynak kullanımı gezegenin kendini yenileme kapasitesini aşmış, bu durum hiç kuşkusuz adeta canlı bir organizma gibi hareket eden dünyamızın ana sistemleri olan biyosfer (canlı küre), hava küre (atmosfer), su küre (hidrosfer), buz küre (kriyosfer), taş küre (litosfer) arasındaki uyumun bozulmasına da yol açmıştır. Özellikle de ısınma, barınma, aydınlanma, ulaşım gibi alanlarda kullanılan fosil kaynaklar atmosferdeki kirlilik yükünü artırmış; iklim değişikliği, hava kirliliği, su stresi gibi ekolojik dengenin sarsılmasına yol açan hadiselerin yaşanmasına neden olmuştur.
”ATIK ÜRETİYORUZ”
İnsanlık hayatı kolaylaştırmak adına geçmişten günümüze çok sayıda araç, yol, bina, fabrika, köprü, baraj, gemi, uçak ve daha nice yapılar inşa etmiştir. Bunları da dünyanın sunduğu kaynakları değerlendirerek elde etmektedir. Ancak ne var ki tüm bu yapıların bir ömrü, bir dayanım ve verimli kullanım süresi var. Hiçbirisi sonsuz bir kullanım ömrüne sahip değil. İçlerinde birkaç dakika kullanılan plastik türevli poşetler veya birkaç günlük ömre sahip meşrubat şişeleri olabildiği gibi birkaç yüzyıl kullanım ömrü olan binalar olsa da en nihayetinde bu imalatların tamamı atık olma potansiyeline sahipler. Diğer bir söylem ile günümüzde üretilen hemen her eşya, her ürün aynı zamanda birer atık.
Dünya Bankası’nın 2018 yılında yayımladığı son rapora (What a Waste 2) göre küresel bazda 2,01 milyar ton atık oluşmuştur. Bu değer kaba bir tabirle 800 bin olimpik havuzu doldurabilecek bir büyüklüğü temsil ediyor. Oluşan atığın sadece yüzde 20’sine yakın bir kısmı tekrar değer zincirine dâhil edilirken yüzde 70’ini aşan büyük miktarı ise değerlendirilmeksizin gömülmektedir.
Amerikan Çevre Koruma Ajansı’nın (US EPA) “Katı Atıklarda Hacimden Ağırlığa Dönüşüm Katsayıları” adlı kılavuzunun esas alınması ile hesap yapıldığında gözden çıkarılarak açık veya düzenli alanlara gömülen atıklar için her yıl en az 2 Tuvalu Adası büyüklüğünde bir alana ihtiyaç bulunmaktadır. Ancak dünyamız küresel sorun iklim değişikliği etkisi ile deniz suyu yükselmesi sonucu “yok olma tehlikesi” yaşayan Tuvalu Adası gibi iki ada büyüklüğündeki alanı hâlihazırda her yıl atıklara teslim etmektedir.
Bununla birlikte, her yıl plastiklerden elektronik atıklara kadar milyonlarca ton atık, altyapısı yetersiz ülkelere gönderilmektedir. Ancak değerlendirilmediği sürece atığın yer değiştirmiş olması çözüm sunmuyor.
Tüketimin bu denli seyretmesi halinde ise 2050 yılına geldiğimizde günümüz değerinden yüzde 70 artışla 3,4 milyar ton katı atığın oluşması bekleniyor. Buna mukabil hâlihazırda 7,8 milyar olan dünya nüfusunun aynı süreçte yüzde 35 artışla 10 milyara çıkması bekleniyor. Nüfusun yüzde 30 oranında artarken atığın yüzde 70 oranında artması; bireysel tüketimin iki katı aşan bir yükseliş yaşayacağını gösteriyor.
Tüketimi tetikleyen unsurlardan birisi de israf. Sadece gıda bazında değerlendirdiğimizde BM Tarım ve Gıda Örgütü’nün değerlendirmelerine göre dünyada üretilen gıdanın üçte biri kaybedilmektedir. Üstelik bu israf edilen kısmın büyüklüğü Dünya Gıda Programına göre aynı zamanda yeryüzünde açlık çeken nüfusu tam dört kez besleyebilecek boyutta. Diğer ürün gruplarında da benzer bir durum var. Hala giyilebilecek tonlarca tekstil ürünlerinin çöllere terk edildiği, tamir edilebilecekken basit arızalar dolayısı ile çöpe atılan milyonlarca kulaklık, şarj cihazı gibi ekipmanlar… İhtiyacı karşıladığı halde yeni modelin cazibesi ile sıklıkla yenilenen mobil cihazlar, araçlar ve diğer aksesuarları da buraya ilave etmek mümkün.
Ancak hayatı kolaylaştıran, yaşam standartlarımızı ve konforumuzu artıran bu eğilimler diğer taraftan dünyamızın sahip olduğu muhteşem dengeyi sarsmakta, karşılığında da yine insanlık olarak en büyük zararı bize vermektedir. Dolayısı ile bireysel tüketimlerin azaltılmasını, birtakım alışkanlıkların değişmesini içeren bir dönüşüm ve gelişimin yaşanması gerekmektedir.
”ÜRETİRKEN YOK EDİYORUZ”
Günümüzde hemen hemen tüm ürün gruplarında adeta planlı bir eskitme metodunun benimsendiğini müşahede etmekteyiz. Elektronik cihazların garanti sürelerinin bitimini müteakip birtakım meselelerin baş göstermesi, tekstil gibi alanlarda da kısa süre içerisinde yıpranmalar dolayısı ile yenileme ihtiyacının hissedilmesi en bariz örnekler olarak sunulabilir.
Markalar her sene yeni üretimler yapmakta, bu esnada mevcuda birkaç yeni özellik katmak suretiyle yeni modelleri piyasaya sürmektedir. Ancak genelde üretilen modellerin de kullanım ömürlerinin oldukça kısa olduğunu, bu zaviyeden de kamuoyunda planlı eskitme olarak ifade edilen durumu yaşamaktayız. Elbette ki yeni tasarımlar, yeni üretimler yapılmalı. Ancak bunların modüler yapıda olanlarının tercih edilmesi, tasarımların bu açıdan zenginleştirilmesi kaynak verimliliği açısından da faydalı olacaktır. Keza ürün ve ürün aksesuarlarının tamir edilebilir şekilde üretilmesi de günümüzün ihtiyaçları arasında yer almaktadır.
Tüm bu unsurlar hiç kuşkusuz “al-kullan-at kültürü” odaklı kalkınma ve büyüme metodunun birer doğal sonucu. Bu durum beraberinde bir yandan sayısız canlıya ev sahipliği yapan ekosistemlerin tahrip edilmesine, bir yandan da etki ve sayı bağlamında yükseliş kat eden aşırı hava olayları, sıcak ve soğuk hava dalgaları, kuraklıklar, yangınlar, seller gibi birtakım problemleri de beraberinde getirmektedir.
Dünya Meteoroloji Örgütü tarafından 2021 yılında yayımlanan “Hava, İklim ve Su Aşırılıklarından Kaynaklanan Ölüm ve Ekonomik Kayıplar” isimli rapora göre son 50 yılda afet saylarının 5’e katlandığı, yaşanan bu afetler dolayısı ile de her gün 115 insanın hayatını kaybettiği gibi binlercesinin de yoklukla mücadeleye maruz kaldığı, aynı şekilde afetlerin etkisiyle günlük bazda 202 milyon Amerikan doları dolayında ekonomik kaybın yaşandığı belirtmektedir.
”DOĞRUSALDAN DÖNGÜSELE”
Refah seviyesinin yükselmesi maksadıyla yürütülen kalkınma politikaları geçmişte “al-kullan-at” kültürü adı verilen doğrusal bir ekonomi modeline dayanmıştır. Buna mukabil aynı dönemlerde çevresel yatırımların ise genel manada büyümenin önünde bir set olduğu düşünülmekteydi. Oysaki 1972 yılında yayımlanan “Büyümenin Limitleri –
Limits to Growth” isimli bir kitap kaynaklarımızın sınırlı olduğu, tüketimin yüksek seyretmesi halinde ise çok uzak olmayan bir gelecekte büyük problemlerin yaşanacağına işaret etmiş ve dünya kamuoyunda ekolojik denge için seslerin yükselmesine perde aralamıştır.
Bu sebeple, kullanılan hammaddelerin üretim zinciri boyunca ortaya çıkan atıklardan ayrıştırılıp yeniden kullanılması, su ve enerji kullanımının azaltılması sonucu kaynak verimliliğinin teşvik edilmesi ve bunun için yenilikçi, kabul edilebilir teknoloji, süreç ve servislerin geliştirilmesi günümüz dünyasında kaçınılmaz bir hal almıştır.
Günümüz dünyasının karşı karşıya kaldığı iklim krizinden çevresel bozulmalara kadar hemen her türlü ekolojik bozulmanın ana sebebi olan “al-kullan-at” algısı üzerine kurulu doğrusal modelden “ihtiyacın kadar al-kullan-değerlendir-tamir et-yenile-geri kazan” gibi atığın devre dışı kaldığı, temel kritik maddelerin sürekli döngüde tutulduğu, diğer unsurların ise doğal bir şekilde biyolojik olarak dönüşümü ile hemen hemen hiç zayiatın olmadığı doğadan ilham alan döngüsel ekonomi modeli bu noktada iyi bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır.
”DOĞADAN İLHAM ALAN YAKLAŞIM”
Döngüsel ekonomi, geçmişte alışılagelmiş lineer ekonomideki doğal kaynakların bilinçsizce kullanımı ve tüketimine dayalı bir anlayıştan ziyade; ürün, malzeme ve kaynak değerlerinin mümkün olduğunca korumayı, mevcut malzeme ve ürünlerin ömürlerini olabildiğince uzatmayı amaçlamaktadır.
Su veya karbon döngüsünde olduğu gibi doğanın kendi işleyişi içerisinde herhangi bir atık oluşmamaktadır. Bilakis, bir canlının kullanmadığı veya atık olarak addedilen çıktısının başka bir canlının temel ihtiyaçlarının karşılanmasında kullanıldığı müşahede etmekteyiz. Döngüsel ekonomi yaklaşımı da benzer şekilde; daha çok üretmek yerine ihtiyaç olanı veya bu noktada üretilmiş olanı daha etkin ve verimli kullanmayı teşvik eden bu yönüyle de doğadan ilham alan bir yaklaşım olarak karşımıza çıkmaktadır.
Döngüsel ekonomi modeli elbette ki sadece geri dönüşüm olarak nitelendirilmemeli; temiz enerjiyi, tekrar kullanılabilirliği, tamir edilebilirliği, dayanıklılığı da merkeze alan bir yaklaşım. Dolayısıyla ürünlerin paylaşılması, kiralanması, yeniden kullanılması, onarılması ve geri dönüştürülmesi gibi süreçleri de içermek suretiyle kaynaktan istifadeyi en üst seviyeye çıkarmaktadır. Günümüz tabiriyle döngüsel ekonomi; atık oluşturmayan SIFIR ATIK Temelli bir yaklaşım. Diğer bir söylem ile ekonomik büyümenin kaynak kullanımından ayrıştırıldığı yeni bir yaklaşım olarak ifade edilebilir.
Yaygın bir deyimle de döngüsel yaklaşıma sahip bir ekonomide atık; depolanmak veya toprağa gömülmek yerine, çeşitli yollarla değerlendirilerek adeta bir nevi hammadde haline gelmektedir. Çünkü Frederick A. Talbot’un bundan tam 100 yıl önce “Atık” isimli kitabında ifade ettiği gibi “Atık, sadece yanlış yere bırakılmış bir hammadde” idi.
Bu şekilde doğal kaynak yerine atıkların ikame edilmesiyle madencilik faaliyetleri sonucu oluşan tahribat azaltılmakta, atıkların depolanarak bertaraf edilmesi yerine hammadde ve enerji kaynağı olarak kullanımıyla atık yönetim maliyetleri de asgari düzeye indirilerek çok yönlü çevresel ve ekonomik fayda elde edilmektedir.
Döngüsel ekonomi uygulamaları aynı zamanda istihdam ve ekonomik kazanç bazında da önemli faydalarla karşımıza çıkmaktadır. 2019 yılında Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından yapılan “Daha Çevreci Gelecek İçin Yetenekler” adlı bir araştırmaya göre döngüsel ekonomiye geçiş halinde 2030 yılına kadar küresel ölçekte 7 ila 8 milyon dolayında net istihdam artışının gerçekleşeceği öngörülmektedir. Ekonomik kazanımlar çerçevesinde ise günümüz ekonomi modeli olan doğrusal yapıdan döngüsel bir sisteme geçişin yine 2030 yılına kadar küresel bazda 4,5 trilyon dolar değerinde bir ekonomik büyüme potansiyeli taşıdığı tahminler arasında bulunmaktadır.
Tüm bu olumlu yanlarına karşın küresel ölçekte döngüsellik bağlamında kat edilen mesafe yeterli gözükmemektedir. 2017 yılından bu yana yıllık olarak periyodik bir şekilde küresel ölçekte hazırlanan “Döngüsellik Açığı–Circularity Gap” raporlarına göre dünyamızın döngüsellik oranı sadece yüzde 8,6 olarak seyretmektedir. 2022 yılı raporunda da hammadde çıkarımının katlanan bir yükseliş göstermeye devam etmekte olduğu, sadece son 50 yılda 4 kat artan hammadde çıkarımının yüzyılın ortasında ise 170 milyar tona ulaşacağını vurgulanmış, bu itibarla döngüsel ekonomi uygulama araçlarının önemine dikkat çekilmiştir. Raporda ayrıca yüksek değişim potansiyeline sahip sektörlere yönelik 2030 yılına kadar yüzde 17 döngüsel olma hedefinin mümkün gözüktüğü bulgusu paylaşılmaktadır.
”ÜLKEMİZDE UYGULAMALARI MEVCUT”
Günümüzde çevresel kaygılar tüketicileri daha bilinçli hareket etmeye sevk etmektedir. Turizm faaliyetleri kapsamında mavi bayraklı plajların ve hava kalitesi indekslerinin sorgulandığı, kullanılan ürünlerin çevre dostu olup olmadığı veya geri dönüşümlü malzemeden yapılıp yapılmadığı hususlarının öne çıktığı bir dönemdeyiz. Bu gerçekten hareketle büyük üreticilerin reklamlarda çevresel hususları, karbon ayak izi, su ayak izi, çevre etiketi gibi kavramları öne çıkardıklarını görmekteyiz. Diğer bir ifade ile hem üreticilerin hem de tüketicilerin bir değişim süreci içerisinde olduklarına tanıklık etmekteyiz.
Ülkemizde de bu yönlü bir değişim ve dönüşüme kapı aralanmış, küresel sıcaklık artışını sanayi öncesi döneme kıyasla +1,5 santigrat derecede sınırlamayı hedefleyen Paris İklim Anlaşmasına taraf olmamız ve akabinde 76. BM Genel Kurulu hitaplarında Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan tarafından dünya kamuoyuna 2053 yılı karbon nötr hedefimiz ilan edilmiş ve bu çerçevede “yeşil kalkınma hamlemiz” duyurulmuştur.
Hâlihazırda hayata geçen ve Sayın Emine Erdoğan Hanımefendinin himayelerinde dünyaya örnek israfı önleyici projemiz olan sıfır atık hareketi, sanayide atıkların alternatif hammadde olarak kullanılması, içecek ambalajlarına yönelik depozito-iade sistemi, ürün ve hizmetlerin çevresel ayak izlerini azaltan ulusal çevre etiketi uygulaması, kaynak verimliliği ilkesi çerçevesinde yürütülen sanayide temiz üretim faaliyetleri ve endüstriyel simbiyoz benzeri faaliyetler iyi döngüsel ekonomi uygulamaları arasında yer almaktadır.
Bununla birlikte yine kaynak ve enerji verimliliği başta olmak üzere diğer tematik alanlarda da uygulanan bisikletli ulaşım, binalarda yalıtım seferberliği ve enerji kimlik belgesi uygulamaları, 2 bin metrekare üzeri parselde yapılan yapılara yağmur suyu hasadı zorunluluğu gibi uygulamalar döngüsel ekonominin sadece atık gibi bir alandan ziyade diğer alanlarda da yaygın olarak kullanılabilecek bir araç olduğunu bizlere göstermektedir.
NET SIFIRA DOĞRU
Dünyamızın içerisinde olduğu iklim krizi, pandemi, ülkeler arası gerginliğe bağlı olarak yaşanan enerji ve gıda krizleri esas itibarı ile doğa ile insan arasındaki dengenin ne denli hayati bir öneme haiz olduğunu hepimize bir kez daha göstermiştir. Ülkelerin kendi imkânları dâhilinde kendine yetebilme, doğal kaynaklar üzerindeki baskıların azaltılarak döngüsel benzeri yeni kalkınma stratejilerinin benimsenmesi artık kaçınılmaz bir hal almıştır.
Karşı karşıya kalınan iklim krizinin önlenmesi veya etkilerinin azaltılması için hâlihazırda rekor düzeye çıkmış sera gazlarının azaltılması veya atmosferde hâlihazırda birikmiş sera gazlarının uzaklaştırılması bir çeşit çözüm olabilmektedir. Ancak sera gazı salmaksızın üretimin devam etmesi kaynaklar üzerindeki baskının devam etmesi manasını taşıyacaktır.
Nasıl ki önemli sera gazı kaynaklarından biri olan karayolu ulaşımında elektrikli mobilite araçlarına geçiş her ne kadar emisyonları önleyen bir adım olsa da o araçların yapımında kullanılan metal, plastik, cam gibi temel girdilerin yanında nadir toprak elementlerine olan ihtiyacı önleyemeyecektir. Bu noktada, doğada bu tarz temel elementlerin üretim döngüsü içerisinde sürekli tutulmasını sağlayacak ekonomik modele yönelim elzem olacaktır.
Bu itibarla, doğadan ilham alan döngüsel ekonomi prensibinin küresel iklim krizine çözüm noktasında sera gazı emisyonlarının azaltılmasının yanında, tükenme tehdidi yaşayan kaynakların daha etkin yönetilerek sürdürülebilir üretim ve tüketim kalıplarının oluşmasına destek sunacağı da aşikârdır.
Not: Bu makale Çevre ve Şehircilik Uzmanı Ersin Gürtepe ile ortak kaleme alınmıştır.