Yeryüzü, canlılığın devamı için oldukça hassas bir dengeye sahip. Ancak insanlık tarafından hayatı kolaylaştırmak üzerine atılan üretim ve tüketim endeksli adımlar zamanla doğa üzerindeki baskıyı artırmış, ekolojik dengenin sarsılmasına yol açmıştır.
Fosil yakıtların hayatımıza girmesi ile birlikte atmosferdeki dengeyi bozan miktarda sera gazı salınmış; bu durum dünyamızı, doğamızı, canlıları ve insanlığı küresel problem iklim değişikliğinin etkileri ile karşı karşıya bırakmıştır. Arazi tahribatı ve ormanların yok edilmesi gibi diğer faktörler ise bu noktada adeta bir katalizör görevi görmüş ve değişim sürecini hızlandırmıştır.
Emisyonlar artıyor
Hükümetlerarası İklim Değişikliği (IPCC) Paneli’nin 2021 ve 2022 yıllarında üç ayrı başlık altında yayımladığı Altıncı Değerlendirme Raporu serisine göre 2010-2019 dönemi küresel emisyonların zirve yaptığı süreç olmuştur.
Anılan rapora göre küresel sıcaklık artışında en büyük paya sahip karbondioksit (CO2) birikimi sanayi öncesi döneme kıyasla yüzde 50 oranında artış göstermiş, böylelikle de son 2 milyon yılın en yüksek değerine çıkmıştır.
Benzer şekilde diğer önemli sera gazlarından birisi olan ve karbondioksite kıyasla 84 kata kadar daha yüksek küresel ısınma potansiyeline (Global Warming Potential-GWP) sahip olan metan (CH4) ile 265 kata kadar daha yüksek GWP değerine sahip nitrözoksit (N2O) konsantrasyonlarının da son 800 bin yıllık dönemin en yüksek seviyelerine çıktığı belirtilmiştir.
Beşeri kaynaklı faaliyetler dolayısıyla sürekli artan seragazı emisyonları küresel ortalama sıcaklık değerinin sanayi öncesi döneme kıyasla +1,15℃ daha fazla olmasına yol açmıştır. Bu durum adeta bir canlı organizma gibi hareket eden dünyanın sahip olduğu atmosfer, litosfer, hidrosfer, kriyosfer ve biyosfer gibi birbiri ve kendi içerisinde bir etkileşime sahip sistemleri arasındaki ahengin de bozulmasına, sonuçta da tamiri zor zararların oluşmasına yol açtığını görüyoruz.
Özellikle de su döngüsünde oluşan değişimler sonucunda bir yandan aşırı kuraklıklar yaşanırken bir yandan da büyük sel afetleri ile karşı karşıya kalmaktayız. Aşırı yağışlar bir yandan şehir altyapılarını kullanılamaz hale getirirken kuraklıklar ise gıda arzını, temiz enerji kaynaklarından biri olan hidrolojik enerji arzını olumsuz etkilemektedir. Bu durum ülke içi veya ülkeler arası göçleri de tetikleyebilmektedir. Sadece su döngüsünün oluşturduğu bu olumsuz resim dahi meselenin büyüklüğünü ortaya koymaktadır. Dolayısıyla mücadele ve uyum artık tercihten ziyade zorunluluğa dönüşmüştür.
Dünya Meteoroloji Örgütü tarafından 2021 yılında yayımlanan “Hava, İklim ve Su Aşırılıklarından Kaynaklanan Ölüm ve Ekonomik Kayıplar” isimli rapora göre son 50 yılda afet sayısının 5’e katlandığı, yaşanan bu afetler dolayısı ile de her gün 115 insanın hayatını kaybettiği gibi binlercesinin de yoksullukla mücadeleye maruz kaldığı, aynı şekilde afetlerin etkisiyle günlük bazda 202 milyon Amerikan Doları dolayında ekonomik kaybın yaşandığı belirtmektedir.
Bilim insanları iklim değişikliği meselesini esasında 19. yüzyılın sonlarında görmüş, ancak dünya kamuoyunun bu uyarılara sessiz kalması mücadeleyi geciktirmiştir. Ne var ki Güney Kutbu’nda görülen ozon tabakasındaki incelme ile birlikte çevresel hususlarda artan kamuoyu baskısı sonucunda dünya liderleri ilki 1979 yılında olmak üzere dünya iklim konferanslarında bir araya gelmiş, topyekûn mücadeleyi yasal zemine kavuşturmak üzere Hükümetlerarası Müzakere Komitesi (INC) kurulmuş ve çalışmalar sonrasında 1992 yılında New York’ta imzaya açılan ve iklim değişikliğinin anayasası olarak addedilen BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) doğmuştur.
Sözleşmede ülkeler emisyon azaltımı yapma yükümlülüğü bulunanlar ek-1, bu ülkelerden yani Ek-1 listesinde yer alan ülkelerden diğer gelişmekte olan ülkelere finansal ve teknoloji desteği sağlama yükümlülüğü bulunanlar ise ek-2 ülkesi olarak listelenmekte iken aralarında Çin, Güney Kore, Brezilya, Hindistan gibi büyük ekonomilerin olduğu ülkeler ise o dönem ek dışı, diğer bir tabirle “ek-2 ülkelerinden destek alma hakkına sahip ülkeler” olarak yer almıştır. Türkiye o dönem gerek OECD üyesi olma, gerekse de müzakere gücünün zayıflığı dolayısıyla hem ek-1 hem de ek-2 listesinde yer almıştır.
Genel hükümler içeren sözleşmenin daha etkin uygulanması, bu noktada değişen ve gelişen dünya ile uyumlu hareket edilmesi için sözleşmede her yıl taraflar konferansı (COP) düzenlenmesi hükme bağlanmıştır.
COP nedir?
Kısa adı COP olan terim esasında taraflar konferansı ifadesinin İngilizce karşılığının (conference of the parties) bir kısaltması. Hemen hemen tüm uluslararası çevre sözleşmelerinde gördüğümüz bu ibare sözleşme veya sözleşme altına geliştirilen protokol veya anlaşmalara taraf olan ülke veya bölgeleri tanımlamaktadır.
Toplantılar oldukça dinamik bir yapıya sahip olan çevresel hususları güncel çerçevede ele almak, mevcut durumu değerlendirmek ve geleceğe yönelik atılacak adımları değerlendirmek üzere İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nde (UNFCCC) olduğu gibi yıllık veya Çölleşme ve Erozyonla Mücadele Sözleşmesinde (UNCCD) olduğu gibi de iki yıllık periyotlarda düzenli olarak yapılmaktadır.
Ülke ve devlet yetkili ile temsilcilerinin yanı sıra yerel yönetimler, iş dünyası, finans dünyası, eğitim camiası ile birlikte sivil toplum örgütlerinin de yoğun ilgi ve katılım gösterdiği bu toplantılar ilgili tüm tarafları tek çatı altında toplayan, bu yönüyle de iletişimi kolaylaştıran bir hüviyete sahipler.
Dünyamızın bir nevi özeti niteliğindeki bu yerlerde kurulan ülke/kuruluş pavilyonları vesilesiyle iyi uygulamaların paylaşılması, ikili görüşme ve mutabakatların geliştirilmesi, finansman imkânlarının ortak çatı altında değerlendirilebilmesi mümkün hale gelmektedir.
COP’lar ülkeler arası diyaloğu geliştirdiği gibi özel sektör veya diğer katılımcıların da kendi aralarında fikir teatisinde bulunmak ve iş birliklerini geliştirmek için de müthiş bir platform imkânı sunmaktadır. Tüm bu mülahazalar ışığında kısa adı COP olan taraflar konferanslarını adeta geleceğin dünyasının şekillendiği yerler olarak da tasvir edebiliriz.
COP’ların ev sahipliği belirlenirken BM’nin kuruluşu sırasında baz alınan 5 bölge grubu esas alınmak olup bunlar; Afrika Grubu, Doğu Avrupa Grubu, Asya Grubu, Latin Amerika ve Karayipler Grubu, Batı Avrupa ve diğerleri olarak listelenmektedir.
İklim COP’larında şu ana kadar neler oldu?
1994 yılında yürürlüğe giren sözleşmenin ilk taraflar konferansı 1995 yılında Berlin’de yapılmıştır. Bu konferanslardan üçüncüsüne ev sahipliği yapan Japonya’nın Kyoto şehrinde düzenlenen COP3 görüşmeleri sonucunda çerçeve sözleşme kapsamında hangi ülkenin ne denli azaltım yapacağı, finansman taleplerinin nasıl değerlendirileceğine dair detayları içeren Kyoto Protokolü önemli bir çıktı olmuştur.
Emisyon azaltımı noktasında sadece gelişmiş ülkelere sorumluluk yükleyen Kyoto ilki 2008-2012 ve diğeri de Katar’ın Doha şehrinde düzenlenen 18. Taraflar Konferansının bir çıktısı olan Doha Değişikliği ile belirlenen 2013-2020 dönemi olmak üzere iki periyottan oluşmuştur. Diğer bir söylem ile Kyoto Protokolü Çerçeve Sözleşmenin 2020 yılına kadarki uygulama aracı olmuştur.
Yine 2015 yılında Paris’te düzenlenen 21. İklim Değişikliği Taraflar Konferansı’nın (COP21) bir ürünü olan Paris İklim Anlaşması ise çerçeve sözleşmenin 2020 yılı sonrasındaki iklim rejiminin yol haritasını belirleyen uygulama aracı olmuştur.
Bunun dışında 2007 yılında Bali’de düzenlenen 13. Taraflar Konferansında ise emisyon azaltımı noktasında sadece gelişmiş ülkelere sorumluluk veren Kyoto Protokolünün aksine tüm tarafları kapsayan bir düzenlemenin hazırlığı için Bali Yol Haritası (Bali Action Plan) önemli bir çıktı olmuştur.
2 yıl sonra Kopenhag’da düzenlenen 15. Taraflar Konferansı’nda küresel sıcaklık artışının sanayi öncesi döneme kıyasla +2C’nin altında kalması ve gelişmiş ülkelerin, gelişmekte olan ülkelerin iklim değişikliği ile mücadele ve uyum süreçlerinde ihtiyaç duyacakları finansı sağlama taahhütleri önemli çıktılar olmuştur. Takip eden yılda da Meksika’nın Cancun şehrinde düzenlenen 16. Taraflar Konferansında ise Kopenhag’da verilen taahhüdün hayata geçmesine yönelik adımlar atılmış ve Yeşil İklim Fonu’nun kurulması kararlaştırılmıştır.
Güney Afrika’nın Durban şehrinde düzenlenen 17. Taraflar Konferansında ise 2020 yılı sonrasında uygulamaya konulacak yeni bir anlaşmanın geliştirilmesi kararı öne çıkmıştır. 2013 yılında Polonya’nın başkenti Varşova’da düzenlenen 19. Taraflar Konferansı’nda iklim değişikliği etkileri dolayısı ile oluşan kayıp ve zararlar için Varşova Uluslararası Mekanizması kurulmuştur.
Peru’nun başkenti Lima’da gerçekleşen 20. Taraflar Konferansında ise ilk kez tüm taraflarca sera gazı emisyonlarının azaltılmasına yönelik ulusal katkı beyanlarının verilmesi noktasında uzlaşı sağlanmıştır. Paris İklim Anlaşmasının kabul edildiği COP21 sonrasında Fas’ın Marakeş şehrinde yapılan COP22’de 2020 yılına kadarki süreci içeren ve Paris İklim Anlaşmasını desteklemek maksadıyla devletler ve diğer aktörler arasındaki işbirliğini ifade eden Küresel İklim Eylemi İçin Marakeş Ortaklığı Bildirgesi yayınlanmıştır.
2017 yılında sözleşme sekretaryasının bulunduğu Bonn ev sahipliğindeki 23. Taraflar Konferansında ise Paris İklim Anlaşmasının pratikte nasıl işleyeceğini konu edinen Paris Kural Kitabı çalışmalarına başlanmış, ayrıca ülkelerin iyi uygulama örneklerini birbirleri ile paylaşması, yerli toplulukların da katılım sağlayabildiği Talanou Diyalog Platformu kurulmuştur. Bununla birlikte kadınların iklim değişikliği ile ilişkili kararlara dahlini kuvvetlendirmek üzere ilk kez bir cinsiyet eylem planı yine bu konferansta kabul edilmiştir. Polonya’da düzenlenen bir sonraki taraflar konferansında ise Talanou Diyalogları sona erdirilmiş olup Paris Kural Kitabı ise finans hususlarını düzenleyen 6. Maddenin uygulanmasındaki uyuşmazlıklar dolayısı ile tamamlanamamıştır. Bu COP öncesinde IPCC tarafından +1,5C özel raporu yayımlanmış, ancak müzakerelerde bu durum değerlendirmeye alınmamıştır.
Şili’nin ev sahipliğinde yapılması beklenen 25. Taraflar Konferansı ise Şili’de devam eden sokak gösterileri sebebiyle İspanya’nın Madrid şehrinde düzenlenmiştir. Bu konferansta iklim değişikliği etkisiyle oluşan kayıp ve zararlara yönelik Santiago Ağının kurulması kararlaştırılmıştır. Bununla birlikte konferans sonrasında Avrupa Birliği yüzyılın ortasında karbon nötr kıta olma hedefini taşıyan Avrupa Yeşil Mutabakatını dünya kamuoyuna duyurmuştur. Pandemi gölgesinde geçen 2020 yılında ise ilk kez taraflar konferansına ara verilmiş, bu itibarla 26. Taraflar Konferansı (COP26) İskoçya’nın Glasgow şehrinde bir yıl sonrasında gerçekleşmiştir.
İskoçya’nın Glasgow şehrinde yapılan COP26, Paris İklim Anlaşması’nın fiili olarak hayata geçtiği yılın ilk taraflar konferansı olması hasebiyle büyük ilgi görmüş ve kayıtlara göre en yoğun katılımlı COP olarak tarihe geçmiştir. Yoğun müzakereler sonucunda “Glasgow İklim Paktı” olarak adlandırılan nihai karar metni dünya kamuoyu ile paylaşılmıştır. Bununla birlikte COP26 bir fosil yakıta yönelik kararın alındığı ilk taraflar konferansı olarak tarihe geçmiştir. Burada her ne kadar asıl amaç küresel karbon emisyonlarının yüzde 40’ından sorumlu olan “kömürün kademeli olarak terk edilmesi” konusunda bir karar almak olsa da elektrik üretiminde “kömürün kademeli olarak azaltılması ve düşük verimli desteklerin sonlandırılması” şeklinde olması da başarı olarak nitelendirilmiştir. Bununla birlikte Paris Kural Kitabına son şeklinin verilmesi yine önemli çıktılardan biri olmuştur. Keza iklim değişikliği etkileri ile oluşan kayıp ve zararların önlenmesi/azaltılması için ilgili paydaşlar arasında iş birliğini sağlamak maksadıyla kurulan Santiago Ağının güçlendirilmesine dair karar hükmünün de ilk kez bu COP’da ana karar metninde yer alması sağlanmıştır.
Ülkemiz özelinde duruma baktığımızda ise 2001’de Marakeş’te yapılan 7. Taraflar Konferansı’nda (COP7) alınan kararla çerçeve sözleşmenin ek-2’si olarak adlandırılan ve ek dışında kalan ülkelere finansal destek sağlama yükümlülüğü bulunan ülke listesinden çıkarılmamız sağlanmıştır.
Aynı şekilde ek-1’den çıkarılma talebimiz tüm ısrar ve girişimlerimize rağmen kabul görmemiş, ancak ilki 2010 yılında Cancun’da yapılan 16. Taraflar Konferansı ve sonrasındaki bazı COP’larda alınan kararlar ile ülkemizin diğer ek-1 ülkelerinden farklı statüsü kabul görmüştür.
Krizlerin gölgesinde bir COP
27. Taraflar Konferansı (COP27) bir taraftan henüz tam etkisi geçmemiş pandemi bir taraftan da Rusya-Ukrayna gerilimi sonrası oluşan fiyat istikrarsızlığı, enerji ve gıda krizleri gibi birçok olumsuzluğun yanında varlığını her dem gösteren ve sene içerisinde dünyanın hemen hemen her bölgesinde görülen iklim krizi etmenli yıkıcı meteorolojik afetlerin gölgesinde başlamıştır.
COP toplantıları öncesi Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) ve BM Çevre Programı (UNEP) tarafından güncel verileri içeren raporlar yayımlanarak kararlarda etken olması amaçlanmıştır. 6 Kasım’da yayınlanan Dünya Meteoroloji Örgütü “2022 Küresel İklim Görünümü” Geçici Raporuna göre 2015-2022 kayıtlara geçen en sıcak 8 yılı barındırdığı, oldukça nadir görülen üst üste üçüncü La Nina’ya (küresel sıcaklığı geçici olarak düşürücü etki yapan) rağmen 2022 yılının da kayıtlardaki en sıcak beş veya altıncı yılın olabileceği, beşeri kaynaklı faaliyetler dolayısı ile sürekli artan sera gazı emisyonlarının da küresel ortalama sıcaklık değerinin sanayi öncesi döneme kıyasla +1,15℃ daha fazla olmasına yol açtığı vurgulanmıştır.
Raporda ayrıca denizlerin ısınmaya devam ettiği, bu durumun genleşme ve karasal buzul erimeleri yoluyla deniz suyu seviyesindeki yükselmeyi tetiklediği, su seviyesindeki yükselme hızının sadece son 30 yılda ikiye katlandığı ifade edilmiştir. Raporda dikkat çekilen diğer bir husus ise Avrupa ve Asya’yı vuran sıcak hava dalgaları olurken Avrupa’yı etkisi altına alan sıcak hava dalgalarının dağ buzullarının erimesini hızlandırdığı, Grönland’ın 26. kez kütlesinden kayıplar yaşadığı, bununla birlikte kayıtlara göre Grönland’ın zirvesine ilk kez eylül döneminde kar yerine yağmurun yağdığı belirtilmiştir.
Afrika’nın büyük bir bölümünde yaşanan kuraklığın 19 milyon nüfusun kıtlıkla karşı karşıya kalmasına yol açabileceği, buna karşın Nijerya’da yoğun yağışların sebep olduğu sel afetinin 600’den fazla can kaybına yol açtığına vurgu yapılmıştır. Raporda öne çıkan diğer bir bölüm ise ülkemizin de yaraların sarılmasında aktif rol oynadığı dost ülke Pakistan’ı sular altında bırakan ve bin 700 kişi yaşamdan koparırken yaklaşık 8 milyon kişinin ise yer değiştirmesine sebep olan sel afetine dikkat çekilmiştir.
Aynı dönemde BM Çevre Programı (UNEP) da 2022 yılı Emisyon Açığı ve Uyum Açığı Raporlarını dünya kamuoyu ile paylaşarak durumun vahametini ortaya koymuştur. “2022 Emisyon Açığı” Raporuna göre mevcut taahhütler ışığında yüzyılın sonunda küresel sıcaklık artışının sanayi öncesi döneme kıyasla +2,8℃ daha fazla olacağı belirtilmiş; katkı beyanlarının tam olarak uygulanması halinde dahi sıcaklık artışının +2,4℃ ila +2,6℃ daha fazla olacağı dile getirilmiştir. Raporda ayrıca sıcaklık artışını +1,5℃ ile sınırlayabilmek için sera gazı emisyonlarının 2030 yılına kadar mevcut duruma göre en az yüzde 45 oranında, sıcaklık artışını +2,0℃ ile sınırlayabilmek için de sera gazı emisyonlarının 2030 yılına kadar yine mevcut duruma göre en az yüzde 30 oranında azaltılması gerektiğine dikkat çekilmiştir.
UNEP tarafından yayınlanan diğer bir rapor ise “2022 Uyum Açığı Raporu” olmuştur. Rapora göre iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinden korunmak adına geliştirilen eylemlerin hayata geçmesi için finansa ihtiyaç duyulduğu, ancak finansal akışların hızlandırılması gerekirken gelişmekte olan ülkelere olması gerekenden 5 ila 10 kat daha düşük seyrettiği, bu durumun da açığın giderek büyümesine yol açtığı belirtilmiştir. Rapora göre 2030 yılına kadar yıllık bazda ihtiyaç duyulan uyum ihtiyaçları 160 ila 340 milyar Amerikan doları olurken, bu değerin 2050 yılına kadar 315-565 milyar Amerikan doları olacağı ifade edilmiştir.
COP27’ye büyük ilgi
İklim değişikliği taraflar konferansları her yıl BM yapılanması kapsamında beşe ayrılan ülke gruplarından bir bölgeyi temsil eden ülkede düzenlenmektedir. Bu yıl yirmi yedincisi düzenlenen COP’a Afrika adına Mısır ev sahipliği yapmıştır.
Ulaşım kolaylığı ve iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerine en çok maruz kalan bölgelerden biri olan Afrika ülkeleri bu itibarla COP27’ye oldukça önem vermiş ve katılımcı bir duruş sergilemiştir. Sözleşme sekretaryası verilerine göre yaklaşık 35bin kayıtlı katılımcı ile Glasgow’da düzenlenen COP26’dan sonraki en yoğun katılımlı COP olmuştur. Mısır’ın Şarm El Şeyh şehrinde düzenlenen 27. İklim Değişikliği Taraflar Toplantısı ana teması “uygulama”, diğer bir söylem ile “iklim değişikliği ile mücadeleye ilişkin planların eyleme geçirilmesi” temasıyla düzenlenmiştir.
COP27’de neler oldu?
Resmi görüşmelerin başlamasından önce taraflar konferansının gündemi belirlenmiş, bu noktada iki günü aşan yoğun istişareler sonucunda Afrika ülkeleri başta olmak üzere az gelişmiş ülke ve ada devletlerinin de desteğiyle gündem maddeleri arasına “iklim değişikliği etkenli kayıp ve zararlara ilişkin finans” konusu gündeme dâhil edilmiştir. Bazı gruplarca önerilen küresel sıcaklık artışının +1,5℃ ‘nin altında tutulması ile küresel mali akışların iklim hedefleriyle uyumlu hale getirilmesine dair hususlar resmi gündemde yer almamasına rağmen Mısır Başkanlığınca +1,5℃ için Glasgow dili finansal hususlar için de BM Çevre Programı Uyum ve Emisyon Açığı Rapor dili esasa alınmak suretiyle ana karar metninde bu hususlara yer verilmiştir.
Afrika ev sahipliğinde, özellikle de yıllardır müzakere edilen iklim değişikliğinin etkileri dolayısıyla oluşan kayıp ve zararların bir şekilde tazmin edilme konusunun gündemde yer alması ilgi ve beklentileri artırmış, görüşme sürecinde Afrika ülkeleri, iklim aktivistleri ile de büyük bir birliktelik gösterip müzakere gücünü artırmıştır.
İlk iki gün boyunca süren Liderler Zirvesinde aralarında gıda, su ve enerji güvenliği, finans, fosil yakıtlardan çıkışı ifade eden adil geçiş ile iklim değişikliğinin etkilerine karşı savunmasız topluluklar gibi alanlarda belirlenen 6 temel başlıkta yuvarlak masa toplantıları yapılmıştır. Mısır Başkanlığı aynı zamanda müzakereleri 11 güne ve her güne aralarında; finans günü, su günü, biyoçeşitlilik günü, karbonsuzlaştırma günü, gençlik ve sivil toplum gibi özel tematik bir başlığın işlenmesi yolunu izlemiştir.
Plan ana karar metninde ilk kez gıda, nehirler, doğa temelli çözümler, sağlıklı çevre hakkı ile devrilme noktaları (IPCC değerlendirmelerine göre iklim sisteminde eşik değerin aşılması halinde geri döndürülemez etkiler oluşturan aralarında okyanus akıntılarının zayıflaması, Grönland/Batı Antarktika buz tabakalarının erimesi, donmuş toprakların çözülmesi, Amazon yağmur ormanlarının yok oluşu, mercan resifleri ölümü vb. eşikler) gibi hususlara yer verilirken +1,5℃ hedefinin canlı tutulması ve tüm fosil yakıt türlerinin kullanımının sonlandırılmasına ilişkin çağrılara ise kayıtsız kalınmıştır. Planda ayrıca IPCC’nin altıncı değerlendirme raporunda yer alan tavsiyelerin memnuniyetle karşılandığı ifade edilmiştir.
Ancak 1,5℃ için isteklilikte zayıf kalındığı, Hindistan’ın talebi ve birçok ülkenin destek verdiği tüm fosil yakıt kullanımlarının kademeli olarak azaltılması önerisine de sıcak bakılmadı. Özellikle +1,5℃ konusunda çetin geçen müzakerelerde Paris İklim Anlaşmasında yer alan +2,0℃ oldukça altında ibaresine dönüş dahi ele alınırken Bali’de düzenlenen G20 Zirvesi bildirisinde Glasgow İklim Paktı’ndaki “küresel sıcaklık artışını +1,5℃ ile sınırlandırmaya yönelik çabalara devam edilmesi” ve kömüre ilişkin “kömürün kademeli olarak azaltılması ve düşük verimli desteklerin sonlandırılmasına” yer verilmesi bu noktadaki tartışmaları gidermiştir.
Normalde 2 hafta sürmesi beklenen müzakereler belirlenen takvim dâhilinde net bir kararın çıkmaması dolayısıyla yaklaşık 39 saat uzamış, bu itibarla da COP25 sonrasındaki en uzun süren COP olmuştur.
Kayıp ve zararlara dair fon kuruluyor
COP27 gündemine son anda girmesine karşın “kayıp ve zararlara yönelik bir fonun kurulması” taraflarca memnuniyetle karşılanmıştır. Burada da tıpkı 2013 yılında kayıp ve zararlar konusunda ilk kez etkili bir adımın atılmasını sağlayan Haiyan Tayfununda olduğu gibi Pakistan’ı adeta yıkan sel felaketi tetikleyici olmuştur.
Anılan husus tarihsel sorumluluğu gün yüzüne çıkarma ihtimaline karşı özellikle de atmosfere şu ana kadar salınan karbon emisyonlarının yüzde 25’inden sorumlu ABD ile yüzde 22’sinden sorumlu AB gibi gelişmiş ülkelerce sürekli göz ardı edilmekteydi. Ancak dünya gündeminde sürekli yer bulan “iklim adaleti” ve “kimseyi geride bırakmama” sloganları etkisini göstermiş, “kirleten öder” ana ilkesi ile uyumlu olarak kayıp ve zararların tazmin edilmesine yönelik önemli bir adım atılmıştır.
Konu kapsamında özellikle AB temsilcileri ile birlikte BM Genel Sekreteri Guterres tarafından kayıp ve zararlar noktasındaki istekliliğin +1,5℃ için de gösterilmesi çağrısı yapılmıştır. AB yetkilileri ayrıca kayıp ve zararlara dair fon kurulması fikrine sıcak baktıklarını, ancak bu fonun sadece gelişmiş ülkelerce desteklenmesinin yeterli olmayacağı, 30 yıl öncesinde geliştirilen çerçeve sözleşmeye göre “gelişmekte” olan ülkeler arasında yer alan ancak hâlihazırda büyük sera gazı salan ülkelerin de fona katkı sunması gerekliliğini paylaşmıştır.
Bu durum esasında ülkemizin uzun yıllardır ısrarla üzerinde durduğu, ülkelerin gelişmişlik hususunun dinamik yapısı dolayısı ile değişime açık olduğu, dolayısıyla da 30 yıl önceki sözleşme eklerinin günümüz dünyasını yansıtmadığına yönelik itirazlarının ilerleyen zamanlarda farklı ülkelerce de dile getirilebileceği ve bu durumun ülkemize fayda sunabileceği öngörülmektedir.
Öte yandan fonun kurulması, hangi ülkenin ne oranda katkı sunacağı, fondan ülkelerin ne şekilde istifade edebileceği, izleme ve denetimlerin kimlerce yürütüleceği, alternatif fon kaynaklarının da değerlendirilmesi gibi detaylara yönelik teknik çalışmaları yürütmek üzere bir geçiş komitesinin kurulması karara bağlanmıştır.
İki haftayı aşan uzun görüşmeler sonrasında kayıp ve zarar konusunda bir fonun kurulması ve +1,5℃ ile kömür kullanımın kademeli olarak azaltılması konusunda Glasgow diline bağlı kalınan kapsayıcı bir sonuç bildirisi dünya basınına “Şarm El-Şeyh Uygulama Planı (Sharm El-Sheikh Implementation Plan)” olarak takdim edilmiştir.
Yapıcı bir rol üstlendik
Türkiye diğer taraflar konferanslarında olduğu gibi COP27’ye de müzakereler süreçlerinde etkin olarak yer almış, ilgili kamu kurumları temsilcilerinin yanı sıra Gazi Meclisin Çevre Komisyonu üyesi milletvekilleri ile özel sektör, akademi ve sivil toplum kuruluşları temsilcilerinden oluşan yaklaşık 600 kişilik ekip ile katılım sağlanmıştır.
2 hafta süren toplantılarda müzakerelerin takibi yapılmış, ayrıca ülkemiz pavilyon alanında da 65 yan etkinlik ile 15’i bulan ikili görüşme gerçekleştirerek hem muhtemel işbirliklerine kapı aralanmış hem de ülkemiz iyi uygulama örnekleri dünya ile paylaşılmıştır.
Ayrıca yüksek düzeyli genel kurul oturumunda Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanımız Sayın Kurum ülkemizin güncellenmiş yeni ulusal katkı beyanını (NDC) dünya kamuoyu ile paylaşmıştır. Buna göre 2015 yılında ilan edilen 2030 yılına kadar artıştan yüzde 21 azaltma oranı yüzde 41’e çıkarılmıştır. Bu değer aynı zamanda 2030 yılına geldiğimizde yıllık bazda olması gerekenden yaklaşık 500 milyon ton daha az emisyon anlamını taşımaktadır. Ülkemizin hâlihazırda ulusal emisyonlarının 520 milyon ton civarında olduğunu göz önüne aldığımızda bu değerin büyüklüğü daha rahat görülebilmektedir. 2023-2030 yılları arasında önlenen toplam emisyon miktarının ise 2,7 milyar tonun üzerinde olması öngörülmektedir.
Ulusal katkı beyanımız verilirken ilk defa ülke emisyonlarımızın zirve yapacağı yıl olarak da 2038 yılı bilgisi paylaşılmış, bu tarihten sonra 2053 net sıfır hedefimiz yolunda “yeşil kalkınma vizyonumuz” dâhilinde azaltıma geçileceği vurgulanmıştır. Son olarak da 2026 yılında yapılacak 31. İklim Değişikliği Taraflar Konferansı’na (COP31) ev sahipliği adaylığımız duyurulmuştur.
Sadece bir COP çözüm olmuyor
Görüldüğü üzere şu ana kadar yapılan yirmi yedi taraflar toplantısının her birinde öne çıkan bir karar alınmakta, ancak bu durum tümden bir çözüm için yeterli olmamaktadır. Burada da bir fonun kurulması her ne kadar önemli bir adım olsa da daha önce alınan benzer kararların uygulama safhasında bir türlü mesafe kat edemediği de unutulmamalıdır.
Nitekim gelişmekte ve az gelişmiş ülkelerin iklim değişikliği ile mücadele ve uyum süreçlerinde ihtiyaç duyacakları finansı sağlamak üzere 2009 yılında taahhüt edilen, 2010 yılında da resmen kurulan Yeşil İklim Fonuna (GCF) gelişmiş ülkelerce 2020 yılına kadar 100 milyar Amerikan doları, sonraki yıllarda da yıllık bazda aynı miktarda desteğin sunulmasına ilişkin taahhütler tüm çağrılara ve aradan geçen 13 yıla rağmen hala tamamlanamamıştır. Kayıp ve zararlara dair fonda da benzer bir durumun yaşanması şaşırtıcı olmayacaktır.
Elbette ki bir COP ile her şeyin çözümü beklenmemeli, ne var ki mücadeleye ilişkin adımlar yavaş atılırken değişikliğe yol açan etmenlerin başında gelen sera gazı emisyonları hızla artmaya devam etmektedir.
Taraflar konferanslarının ilkinin gerçekleştirildiği 1995 yılında atmosferdeki karbondioksit yoğunluğu 360 ppm dolaylarında iken bu değer şu anda 416 ppm ile tam yaklaşık olarak altıda bir oranında artmıştır. Benzer şekilde artış hızına baktığımızda da 90’lı yıllarda yıllık bazda ortalama 1,5-2 ppm dolaylarında gerçekleşen artışın Paris İklim Anlaşmasının kabul edildiği COP 21’den günümüze yıllık bazda 2,5-3,5 ppm’i bulan bir değerde artışa ulaştığını görmekteyiz.
COP27’yi 416 ppm ile geride bırakıyoruz. Önümüzdeki yıl düzenlenecek 28. Taraflar Konferansı (COP28) Asya kıtası adına Birleşik Arap Emirlikleri ev sahipliğinde yapılacak. Bu konferans Paris İklim Anlaşmasının uzun dönemli hedeflerine yönelik gelişmeleri ele alınacak ilk küresel durum değerlendirmesinin (Global Stocktake) yapılacağı taraflar konferansı olacak. Bu meramda büyük tartışma ve umutlara gebe olacağı şimdiden aşikâr.
Sözün özü söylemler oldukça iddialı, ancak eylemler aynı nitelikte değil. İPCC değerlendirmelerine göre yüzyılın sonuna doğru küresel sıcaklık artışının +2,0 ila +3,0℃ bulması bekleniyor. Yaşadığımız trajedilerin sadece 1,15℃ sıcaklık artışından kaynakladığını düşündüğümüzde bu yükselişin büyük bir yıkıma da sebebiyet verebileceğini artık görmemiz gerekiyor.
Bu itibarla ülke olarak kendi dersimize şimdiden büyük bir ciddiyetle çalışıyoruz. Zira büyük bir hedefimiz var. Yeşil kalkınma vizyonu temelinde toplumun her katmanının desteğiyle milletimize ve doğamıza karbondan ari bir Türkiye bırakma hedefine doğru emin adımlarla ilerleyeceğiz.
Not: Bu makaleyi Çevre ve Şehircilik Uzmanı Ersin Gürtepe ile ortak kaleme aldık.