Gezegenimizin %70’si sularla kaplı. O yüzden mavi gezegen adı veriliyor. Bu suların %97,5 deniz ve okyanuslarda depolanıyor. Sayısız gıda sunmanın yanında, deniz ve okyanuslarımızın dünyamızın yaşama elverişli olmasını sağlayan birçok temel vazifesi vardır.
Milyonlarca canlı türüne yuva olarak biyoçeşitliliğe katkı sunarlar. Aldığımız oksijenin yarıdan çoğunu deniz ve okyanuslar veriyor bizlere. Diğer bir ifade ile aldığımız her iki nefesten birini bizlere deniz ve okyanuslarımız sağlıyor. Fazla ısının akıntılar yoluyla ekvatordan kutuplara doğru yayılmasını sağlayarak ısı dengesini ve uygun hava durumlarının oluşmasını sağlar. Gıda çeşitliliğine de büyük katkı sunuyor denizlerimiz. Dünyada tüketilen tüm hayvansal proteinin %16’sını önemli deniz ürünlerinden biri olan balıklar tek başına karşılıyor. Bunun dışında da yosunlar, kabuklular gibi çok sayıda farklı ürün sunarlar sofralarımıza.
Bütün bu özellikleri dolayısı ile okyanus ve denizlerimiz gezegenimizin yaşam destek sistemi olarak değerlendirebiliriz.
Büyük bir pazar imkânı
İnsanoğlu yaşamı boyunca su ile etkileşim halinde bulunmuştur. Kimi zaman suyun kuvvetinden kimi zaman da yaşamını idame etmek üzere suyun verdiği nimetlerden, su ürünlerinden istifade etmiştir. Bu itibarla, şehirleri, yaşam alanlarını suyun yanı başına, onun sunduğu imkanları değerlendirmek üzere, yapmışlardı.
Özellikle su yolu taşımacılığında gemilerin inşası ile birlikte su ürünlerine ulaşım da kolaylaşmış, bölgeler arası ticaretin gelişmesi ile de su ürünleri aynı zamanda bir ticari meta haline de gelmiştir.
BM Çevre Programı değerlendirmelerine göre deniz ve kıyılar sahip oldukları potansiyel ile küresel gayri safi hasılanın %5’ine tekabül eden 3 trilyon dolarlık bir pazar konumunda. Deniz ve okyanusların sunduğu imkanlar 3 milyardan fazla nüfusun geçim kaynağını oluşturuyor. Yine 200 milyon insan da balıkçılık faaliyetleri dolayısı ile istihdam ediliyor.
Artan avcılık riski büyütüyor
Kainattaki hassas denge burada da kendini hissettiriyor. Ne yazık ki aşırı ve bilinçsiz tüketim karada olduğu gibi sularımızdaki ekosistemi de olumsuz etkilemeye başladı. Sularımızda gün yüzüne çıkan tehlikelerin başında artan avcılık faaliyetleri geliyor.
BM Gıda ve Tarım örgütü (FAO) verilerine göre 1950 yılında denizlerde 17 milyon ton balık ve balık ürünleri avlanırken 2018 yılında bu değer 5 kat artışla 84 milyon ton ile rekor seviyeye ulaştı. Aynı dönemde dünya nüfusunda ise sadece 3 kat artış yaşandı. Artan tüketim daha çok avcılığın yapılmasına yol açtı. Bu durum esasında sürdürülebilirliği de olumsuz etkilemeye başladı. Yine FAO kaynaklarına göre 1990 yılında biyolojik olarak sürdürülebilir seviyelerdeki balık stoku %90 iken, bu değer 2018’de %65 mertebelerine indi.
Deniz Çöpleri
Tüketime bağlı artan avcılık faaliyetleri hiç kuşkusuz deniz ekosistemini etkileyen önemli bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Ancak deniz ekosistemini etkileyen önemli bir sorun daha var. Büyük çoğunluğu plastiklerden oluşan Deniz Çöpleri. Yapılan çalışmalara göre deniz çöplerinin ortalama olarak %60-80 oranında plastik içerdiği, bazı bölgelerde bu değerin %95’e kadar çıktığı görülmüştür.
Yeryüzünün yeni müdavimleri: Plastikler
Plastikler hayatımıza 1900’lü yılların başlarında girmiş ve 1950’li yıllarda kullanım alanları artış göstererek küresel ölçekte 1,5 milyon tonlar civarında üretim değerlerine ulaşmıştır. Günümüzde ise 350 milyon ton üretim değerine ulaşan plastikler hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Otomotivden sağlığa, inşaattan ambalaja kadar hemen hemen her sektörde yoğun olarak kullanılıyor. Ancak, bu denli geniş bir kullanım yelpazesine sahip olan bu ürünlerin hiç kuşkusuz çevre üzerine olumsuz etkiler göstermesi kaçınılmazdır.
BM Çevre Programı (UNEP) değerlendirmelerine göre her yıl ortalama 8 milyon ton dolaylarında plastik atık, su kütlelerine – akarsu, göl, deniz, okyanus vb- ulaşıyor. Bu aynı zamanda, Dünya’daki tüm sahillerin her adımında en az 5 plastik atık dolusu poşet veya her dakika bir kamyon dolusu plastik atık manasına geliyor.
Mikroplastikler
Plastikler yapıları gereği uzun süre bozunmadan kalabiliyor. Yapay olduklarından genellikle bio-bozunmaya uğramadıklarından doğal sistemler tarafından yok edilemezler. Sonuçta bulundukları bölgede, bir kısmı düşük yoğunluklarına da bağlı olarak yüzerken bir kısmı da batarak deniz tabanına iner. Ancak foto-bozunmaya uğrarlar. Güneşe maruz kalma sonucu küçük parçalara bölünebilir. Parçalanma bazı zamanlarda dalgaların etkisiyle de daha da hızlanabilmektedir. Bu durum daha çok plastik atığın etrafa yayılmasına yol açıyor. Genel olarak büyüklüğü 5 mm’den küçük olan bu parçalara mikroplastikler, daha büyüklerine ise makroplastik adı veriliyor.
2019 yılında gerçekleştirilen bir çalışma bilimsel olarak bu durumu teyit ediyor. Yapılan çalışmada denizlere giren plastik atıkların denizlerdeki plastiklerin birikim noktaları ve zamanla değişimleri izlenmek üzere bir model geliştiriliyor. 1950-2015 dönemini kapsayan çalışma sonucunda söz konusu dönem boyunca denizlere bırakılan atıkların;
- 122 milyon tonunun kıyılarda biriktiği, bunun 82 milyonun makro, geri kalan 40 milyon tonunun ise mikro plastiklerden oluştuğu,
- Derinliğin 200 metreden az olduğu sığ bölgelerde 150.000 tonun makro, 80.000 tonun ise mikroplastiklerden oluştuğu,
- Derinliğin 200 metreden fazla olduğu açık sularda ise 1 milyon ton makro, 500.000 tonun ise mikro plastiklerden oluştuğu belirleniyor.
Her üç bölgede de varlığı görülen mikroplastiklerin %75’inden fazlasının 1990 yılı öncesinden kaldığı tespit edilerek plastiklerin bozunma süresinin uzun yıllar aldığı sonucuna varılıyor.
Plastik ile beslenen hayatlar
Deniz çöplerinin en az %50’si ise poşet, pet şişe, bardak, tabak gibi tek kullanımlık plastikler oluşturuyor. Dalga ve rüzgâr gibi doğal etmenler sonucunda parçalanarak mikro ve nano plastiklere dönüşebiliyorlar. Renkleri ve kokularından dolayı deniz canlıları tüketilmekte, sindirilmediğinden dolayı da bunları yiyen canlılarda büyük tahribata neden olabilmektedir. Örneğin nesli tehlike altında bulunan deniz kaplumbağalarının en çok sevdiği besinler deniz analarıdır. Özellikle de plastik torbalar foto-bozunma yolu ile parçalandığında görsel açıdan denizanalarına çok benzediğinden deniz kaplumbağaları tarafından yenilmektedir.
Yine yapılan çalışmalara göre her yıl 800’den fazla canlı türünün plastik atıklardan etkilendiği; bu noktada, deniz memelilerinin %40’ının, deniz kuşlarının ise en az %44’ünün sindirim sistemlerinde plastik izine rastlanıldığı tespit edilmiştir. Plastik atıkların her yıl 1 milyon deniz kuşunun, 100.000 deniz memelisi ve deniz kaplumbağası ile sayısız balıkların yok olmasına neden olduğu, 2050 yılında ise deniz kuşlarının %99’nun plastik yemiş olacakları tahmin ediliyor.
Aynı şekilde, tüketimin ve davranışların bu denli seyretmesi halinde de 2050’li yıllarda denizlerimizde balık sayısından daha fazla plastik atık parçacığının oluşması bekleniyor.
Yüzen plastik atık adaları
Yapılan çalışmalara göre deniz ve okyanuslarımızda, galaksimizdeki yıldız sayısının 500 katından fazla sayıda, 51 trilyon mikro plastik parçacığı olduğu tahmin ediliyor. Okyanuslarda biriken plastik atıklar yüzeyde adacıklar – basında da 7. kıta olarak lanse edilen- oluşmuş durumda. Bunların en büyüğü ise Pasifik Okyanusunun Kuzey Bölgesinde yer alıyor.
Dünyaca ünlü bilim dergisi Nature’da 2018 yılında yayımlanan bir çalışmaya göre Kuzey Pasifik Bölgesinde yer alan plastik adacığının tüm deniz yüzeylerinde yer alan plastik atıklarının %29’unu içeren ve ağırlıkça 79.000 ton olan 1,8 trilyon parçacıktan oluştuğu, bu atıkların kapladıkları alanın ise 1,6 milyon km2 civarında olduğu tespit ediliyor. Bu değer; İspanya’nın en az 3, ülkemizin 2, ABD’nin en büyük eyaleti Alaska’dan biraz daha büyük bir yüzey alanı.
Aynı çalışmada yüzen plastik adasındaki atıkların %52’sinin avcılık malzemelerinden oluştuğu belirleniyor. Bunlar içerisinde ağlar, misina ve iplerin yer aldığı görülüyor.
Hayalet Ağlar
Önceki dönemlerde ipek gibi ürünlerden yapılan olta ve ağlarla yapılan avcılık faaliyetleri, teknolojik gelişim ile birlikte 1950 yılından itibaren hayatımızdaki varlığını giderek artıran plastik türevi ağlara bırakmıştır. Bu malzemelerin daha ucuz ve dayanıklı olması tercih edilmelerini ve yaygınlaşmalarını artıran en büyük faktör oldu.
Deniz çöplerinin en ölümcül türü olarak bilinen ve hayalet ağlar olarak ifade bu ağların plastik türevli olmaları ve doğal olarak bozunmamaları dolayısıyla uzun süre avcılık faaliyetine devam ettiği, oradaki yaşamları tehlikeye attığı manasını taşıyor. Nesli tehdit altında bulunan deniz kaplumbağalarından, yunuslara kadar çok sayıda türe ait milyonlarca deniz canlısı bu durumdan muzdarip oluyor. Hayalet ağlarına takılan deniz canlıları boğulma, yorgunluk veya uzun süre aç kalma dolayısı ile yaşamlarını kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalıyorlar.
Sadece deniz canlılarına değil, aynı zamanda gemilerin pervanelerine dolanmaları durumunda onlara da büyük zararlar verebiliyorlar. Yine mercan resiflerine de dolanarak akıntılarla birlikte onların sökülerek zarar görmelerine yol açabiliyor. Hayalet ağlar, denizcilerin navigasyon sistemlerine zarar vererek denizde seyir güvenliğini tehlikeye atmaktadır.
Bırakılmış, kaybolmuş ve farklı nedenlerle atılmış plastik türevli balık av malzemeleri deniz faaliyetleri kaynaklı deniz çöplerinin en az yarısını, tüm deniz çöplerinin de en az %10’unu oluşturuyor. UNEP ve FAO ortaklığında gerçekleştirilen bir çalışmada denizlerde ağırlıkça yaklaşık olarak 640.000 ton hayalet ağın olduğu tespit edilmiştir.
Deniz kaplumbağaları için büyük risk
En çok etkilenen türlerden birisi de deniz kaplumbağaları. Önemli ekosistem mühendislerinden biri olan ve dünya genelinde nesli tükenme noktasına gelen deniz kaplumbağalarını bu nedenle ülkemizin de üyesi bulunduğu Uluslararası Doğayı Koruma Birliği (IUCN) tarafından kırmızı listeye alınmış durumdalar. Yine Uluslararası CITES Sözleşmesi ile bu türlerin uluslararası ticareti sınırlandırılmış durumda. Ne var ki bu önlemler deniz içindeki tehditleri önleyemiyor. Biyolojik olarak su altında 7 saate kadar kalabilen deniz kaplumbağaları soluklanmak üzere birkaç dakika süreliğine de olsa yüzeye çıkma ihtiyacı duyarlar. Ancak hayalet ağlara takılmaları halinde zamanla nefessiz kalarak yaşamlarını kaybedebiliyorlar.
Deniz kaplumbağaları için önemli üreme bölgelerinden biri olan Avustralya kıyılarında her kilometrede bir 3 ton hayalet ağa rastlamak mümkün. Üstelik bu kıyılarda nesli tehdit altında olan 7 deniz kaplumbağasının 6 türü yaşıyor. Hatta bunlar içerisinde sadece bu bölgede yaşayan düz sırtlı deniz kaplumbağası da vardır. Dolayısıyla onlar için büyük bir tehdit olabilir.
Ekonomik etkileri de cabası
Küresel birlikler kurulmaya başlandı ama Plastik kirliliği ile mücadele etmek çok zor; çünkü doğada uzun süre bozulmadan kalabiliyor. Bu süreler strafor gibi plastik türleri için bin yılları bulabiliyor.
Çevre ve sağlık sorunlarının yanında bu işin bir de mali boyutu var. Yapılan son çalışmalara göre deniz çöplerinin ekonomik olarak maliyeti (balıkçılık, turizm faaliyetleri); ton başına 3.000 – 33.000 Dolar, Toplamda ise Küresel ekonomiye yıllık etkisi 2,5 Trilyon Doları bulması bekleniyor. Hal böyle iken, oluşan bu atıkların kontrol altına alınmasının önemi gözler önündedir.
Ülkemizde de Problem!
Hayalet ağlar ülkemiz için de büyük bir problem teşkil ediyor. Zira yarımada olan ülkemiz denizlerle büyük bir etkileşim içerisinde.
Verilere göre ülkemizde yoğun bir şekilde avcılık yapan 15.000 tekneden yılda 1000 ila 1500 km arası uzunlukta ağın denizde kaldığı tahmin ediliyor. Çoğunluğu plastik türevli olan ağlar 8-10 yıla kadar hayalet avcılık yapabilmekte ve deniz canlıları ile ekosisteme zarar verebilmektedir.
Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından 2014 yılında bu minval üzere “Denizlerin Terkedilmiş Av Araçlarından Temizlenmesi Projesi” geliştirilmiş ve uygulanmaya konulmuştur. Projede, iç su (göller) ve denizlerden günümüze kadar 600 lokasyonda 65.000.000 m2 alan taranarak, 450.000 m2 ağ ve 4.500 adet sepet, algarna ve benzeri av aracı çıkarılmıştır. Çalışmaların devamı için ülke genelinde kaybolan hayalet ağların koordinatları tespit edilmiştir. Yaklaşık 280-300 lokasyonda hayalet ağlar tespit edilmiştir.
Bununla birlikte, Çevre ve Şehircilik Bakanlığımızca yayımlanan 2019/9 sayılı Deniz Çöpleri İl Eylem Planlarının Hazırlanması ve Uygulanması Genelgesi’nde hayalet ağlara yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini teminen “ticari balıkçı gemi işleticilerine, asgari olarak, balıkçılık faaliyetleri esnasında kaybolan ağların cinsini, miktarını ve kaybolduğu yerin koordinatlarını bildirme ve balıkçılık faaliyetleri sırasında gözlemledikleri veya ağlarına takılan çöpleri toplayarak balıkçı barınağına teslim etme” yükümlülüğü getirilmiştir.
Sıfır Atık Mavi Hareketi
Ülkemizin üç tarafını çevreleyen denizlerimiz; ulaşım, balıkçılık, yüzme suyu alanları, turizm aktiviteleri gibi hem rekreasyonel hem de ticari pek çok amaca hizmet etmekte olup, sosyoekonomik açıdan çok büyük öneme sahiptir. Bununla birlikte kıyı bölgelerinde artan nüfus, sanayileşme, aşırı avlanma ve denizcilik faaliyetlerinin bir sonucu olarak ortaya çıkan deniz kirliliği ve deniz ekosistemlerinin tahribatı tüm dünyada olduğu gibi Ülkemizin de en önemli başlıklardan birisidir.
Dolayısı ile gerek deniz çöpleri gerekse de hayalet ağlar bizim için önem taşıyor. Bu itibarla Çevre ve Şehircilik Bakanlığı öncülüğünde diğer ilgili kurum/kuruluşların da desteği ile birçok çalışma yapılıyor. Bunlar arasında en öne çıkanı hiç kuşkusuz Cumhurbaşkanımızın Saygıdeğer eşleri Sayın Emine Erdoğan Hanımefendinin himayelerinde Eylül 2017’de başlayan sıfır atık projesinin sularımızda da uygulanması için geçtiğimiz yıl, Haziran 2019’da başlatılan Sıfır Atık Mavi hareketi.
Saygıdeğer Hanımefendi aynı ay içerisinde, Haziran 2019’da Japonya’nın ev sahipliğinde ‘Su Şehri’ olarak anılan Osaka kentinde düzenlenen G20 Liderler Zirvesine de katılım sağladılar, orada diğer G20 Ülkeleri Lider Eşlerine aksiyon almaları çağrısında bulundular. Sularımızı tehdit eden plastik atık belasına değindi ve doğru adımların atılması halinde 2050 yılında sularımızda plastiklerin değil, balıkların yüzebileceğini vurguladı. Dünya sularını tehdit eden plastik atık kirliliği ile mücadele için topyekûn bir seferberliğe katılmak üzere tüm lider eşlerine çağrı yaptı.
Konuşmalarının devamında, ülkemizde daha mavi sular görebilmek adına başlatılan Sıfır Atık Mavi projemizi de gururla sundular. Evet, üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde gerek kıyılarımız gerekse de denizlerimiz daha temiz daha mavi olabilsinler, balıklar, çocuklar daha rahat yüzebilsinler diye bu projeyi de sırtlıyorlar.
Sıfır Atık Mavi Hareketi ile birlikte başlatılan deniz çöpleri temizliği kapsamında bugüne kadar 55.000 tonu plastik olmak üzere toplamda 80.000 ton atık toplanarak denizlerimizden uzaklaştırıldı.
İl bazlı Deniz Çöpleri Eylem Planlarımız hazır
Mavi vatan sularımızı tehdit eden kirliliğe karşı atılan önemli adımlardan biri de Çevre ve Şehircilik Bakanlığımızca geliştirilen mevzuat kapsamında deniz kıyısında yer alan illerimizce hazırlanması öngörülen Deniz Çöpleri Eylem Planları oldu.
Sıfır atık mavi hareketi ile eş zamanlı olarak Bakanlığımız tarafından Deniz Çöpleri İl Eylem Planlarının Hazırlanması ve Uygulanması Genelgesi yayımlanarak yürürlüğe girdi. Genelge uyarınca, denize kıyısı olan her ilimizde bölgeye özel tedbirler ile mevcut deniz çöplerinin temizlenmesine yönelik bütünleşik ve planlı çalışmalar yapılması ve eğitim ve bilinçlendirme çalışmalarının ulusal düzeyde yaygınlaştırılması faaliyetlerini içeren kıyı illeri eylem planları hazırlanarak uygulamaya alınmıştır.
Türkiye bu alanda bir ilki daha başarmış ve ülke genelinde deniz çöplerine yönelik eylem planı hazırlayarak uygulamaya alan ilk Avrupa ülkesi oldu.
Geleceğimizi tehlikeye atmayalım
Evet, Bir taraftan iklim krizi, bir tarafta gıda ve su sorunları artık herkesi etkiler durumda. Dolayısıyla bireysel mücadeleden ziyade müşterek hareket etmek gerekiyor.
Birleşmiş Milletler nezdinde bunun için hedefler belirlendi. 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri. 17 adetten oluşan bu hedeflerin 14’üncüsü de Sudaki Yaşam ile ilgili. Mavi vatan denizlerimizdeki görünmeyen ama bizlerin adeta yedek yaşam ünitemiz konumunda yer alan sularımız ve içerisinde barındırdığı sayısız canlı ile sualtı dünyası.
Diğer hedeflerde olduğu gibi bu hedefin temelinde de kaynakları daha doğru kullanmanın, doğamızın bize sunduğu imkanları koruma ve kullanma dengesini gözeterek değerlendirmemiz gerektiğine işaret ediliyor.
Bu noktada, hepimize, bireylerden toplumlara, devletlere kadar herkese birtakım sorumluluklar düşüyor. Değişim için hepimize sorumluluk düşüyor. O güç elimizde.