Yeryüzünde hayat kalitesini olumsuz etkileyen unsurlardan birisi de afetlerdir. Kaynağına göre birçok türü vardır. Küresel sorun iklim değişikliği etkisiyle artan yağış, sel, kuraklık, sıcak ve soğuk hava dalgaları gibi Meteorolojik etmenli Afetler; salgınlar gibi Biyolojik Afetler; volkanik patlama, heyelan ve deprem gibi Jeolojik Afetler bunlardan bazılarına örnek gösterilebilir.
Afetler bir yandan can kaybına yol açarken diğer yandan ciddi boyutta mali kayıpları beraberinde getiriyor. Uluslararası Acil Durum Veri tabanı (EM-DAT) 2022 verilerine göre son 20 yıllık süre zarfında yıllık bazda yaklaşık olarak 370 afet yaşanmış, anılan afetler dolayısıyla toplamda 1,3 milyon kişi yaşamını yitirirken 4 milyarı bulan nüfus da olumsuz olarak etkilenmiştir. Afetlerin dünya ekonomisi üzerinde oluşturduğu mali kayıp ise 4 trilyon Amerikan dolarına ulaşmış bulunuyor. Ekonomik kayıplar yüksek gelirli ülkelere kıyasla düşük gelirli ülkelerde 4 kat, Dünya Bankası değerlendirmelerine göre ülkemizin de yer aldığı üst orta gelirli ülkeler de ise 2 kat daha fazla seyrediyor.
Afetler arasında en yıkıcı ve ölümcül etkiyi hiç kuşkusuz depremler oluşturmaktadır. Birleşmiş Milletler Afet Riski Azaltım (UNDRR) Ofisi verilerine göre son 20 yıldaki can kayıplarının yüzde 58’si, diğer bir ifadeyle her 10 kayıptan 6 tanesi depremler dolayısı ile meydana gelmiştir.
Küresel bazda önlemler artıyor
Devletler ve hükümetler doğal afetler nedeniyle oluşan yıkıcı etkileri azaltmak ve önlemek üzere her geçen gün daha çok çaba sarf etmektedir. Bu noktada, özellikle 1960 sonrasında konunun küresel boyutta ele alınması gelişmeleri hızlandırmış; 1990 yılında ilk kez, 10 yıllık Doğal Afet Azaltma Eylemini hayata konmuş, takip eden süreçte Yokohama Stratejisi (1994-2005); devamında ise “Ulusların ve Toplulukların Afetlere Dayanıklılığını Artırmak” temel amacını taşıyan Hyogo Çerçeve Programı (2005-2015) geliştirilmiştir.
Son olarak 2015 yılında ise Küresel Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları için belirlenen 2030 yılına kadar Doğal afetlere yönelik atılacak adımları, zararları önleme ve etkilerini azaltmak üzere Sendai Çerçeve (2015-2030) Programı (Sendai Framework) hayata geçirilmiştir.
Genel manada 1950’lerden bu yana oluşan afet sayısı sürekli artış gösterirken, küresel bazdaki önleme ve etki azaltma faaliyetlerini içeren Yokohama-Hyogo Eylem planlarının etkin olarak devreye alındığı 2000’li yıllardan sonra bir azalış seyretmiştir. Ancak, ne var ki sayısal olarak azalım göstermiş olsalar da nüfus artışı, şehirlerin büyümesi gibi etmenler dolayısı ile bu noktalarda oluşan afetlerin etkileri artış göstermiştir. Etkilenen nüfus, oluşan mali kayıplarda artışlar gözlemlenmiştir.
Deprem nasıl oluşur?
Depremler, yerin derinliklerinde meydana geldiğinden dolayı her ne kadar tespiti ve tahmini zor olsa da gelişen teknoloji ile birlikte fayların konumu, büyüklüğü, taşıdıkları potansiyel enerji gibi birtakım bilgilerin temin edilmesi ve kabaca bu afetlerin yıkıcı etkisini analiz etme ve gerekli önlemlerin alınması günümüzde mümkün olabilmektedir.
Deprem esas itibari ile bir sarsıntı, diğer bir deyişle bir titreşim hareketidir. Sarsıntı, Dünya’nın en dış katmanındaki hareketlerden kaynaklanır. Yerküre her ne kadar katı ve sağlam bir yapıda imiş gibi görünse de esasında öyle değil. Temelde 4 katmandan oluşan yerkürenin en dışında sert bir yer kabuğu, hemen altında katıya yakın sıcak bir manto, sonrasında sıvı bir dış ve katı bir iç çekirdek yer almaktadır.
Mantonun katı kabuğu ve üst sert tabaka litosfer adı verilen bir bölgeyi oluşturur.
Litosfer, tüm dünyayı bir yumurta kabuğu gibi saran sürekli bir parça değildir. Aslında tektonik plakalar denilen dev puzzle parçalarından oluşmaktadır. Tektonik plakalar, akışkan manto tabakası üzerinde sürüklendikçe değişirler. Bu hareketler dünya ilk oluştuğundan beri kesintisiz olarak devam etmektedir. Bu durum yer kabuğunda bir gerilim oluşturmakta, gerilimin büyümesi ile de fay adı verilen kırıklar meydana gelmektedir.
Plakaların (yapboz parçaları gibi) hareket etmesi bu fayları da harekete, yer değiştirmelerine yol açar. İşte deprem, yer kabuğunun fay hattı boyunca ani hareket etmesidir. Bir dalga, titreşim hareketidir. Suya atılan bir taşın oluşturduğu dalgalar gibi. Dolayısıyla etkileri en çok merkez üssünde (depremin başladığı yer) görülmekle birlikte kimi zaman yüzlerce, kimi zamanlarda ise binlerce kilometre mesafeden hissedilebilir. Nasıl ki bir cetveli bükerseniz, içinde enerji birikir. Fazla bükerseniz; cetvel çatlar/kırılır, kırılan parçalarda oluşan sallanma ve ses bir nevi enerji boşalımıdır. Deprem hadisesinde gerçekleşen olay tam da budur.
Depremin büyüklüğü logaritmik olarak ölçülür. Örneğin; 7 büyüklüğündeki bir deprem 6 büyüklüğündeki bir depremden 10 kat daha büyüktür. Açığa çıkan enerji de 30 kat daha fazladır. Keza 7 büyüklüğündeki bir deprem 5 büyüklüğündeki bir depremden 100 kat daha büyük, 900 kat daha fazla enerji açığa çıkarabilmektedir.
Dünyamız deprem tehdidi altında
Dünyada 3 büyük deprem kuşağı bulunuyor: Bunlardan ilki dünya genelinde oluşan depremlerin yüzde 90’ının (şiddetli depremlerin ise yüzde 81’inin) gerçekleştiği ve Ateş Çemberi olarak anılan Pasifik Kuşağıdır. Şili, Japonya, Meksika gibi ülkeler burada yer alır. İkinci sırada ise ülkemizin de yer aldığı Akdeniz-Himalaya Kuşağı yer alırken üçüncü kuşak ise ve son olarak Atlantik Deprem Kuşağı olarak anılmaktadır.
Kayıtlara geçmiş en ölümcül deprem 830.000 kişinin ölümü ile sonuçlanan 1556 tarihli Shaanxi (Çin) depremidir. Çok büyük yıkıma yol açan bu deprem Mercalli Ölçeğine göre IX (dokuz) şiddetinde bir deprem idi. Yine 1976 yılında, Çin’de gerçekleşen ve 240.000-655.000 yaşam kaybına yol açan Tangsan Depremi, 20. yüzyılın en yıkıcı depremi olmuştur.
1960 yılında Şili’de gerçekleşen ve tarihte kaydedilen en büyük deprem olan 9,4-9,6 büyüklüğündeki deprem, keza 1964 yılında Büyük Alaska Depremi olarak bilinen 9,2 şiddetindeki deprem en yıkıcı depremler arasında yer alıyor. Bu mega depremler arasındaki en ölümcül olanı ise 2004 yılında Hint Okyanusunda gerçekleşen 9,1 şiddetindeki deprem, Sumatra Depremi olarak da adlandırılan deprem, 280.000 kişinin ölümüne yol açmıştır. Bu depremde yeryüzüne çıkan enerji 1500 Hiroşima atom bombasına eşdeğer seviyede idi. Toplam enerji ise 550 milyon Hiroşima atom bombası veya ABD’nin 2005 yılındaki tüketimini esas aldığımızda ABD’nin 370 yıllık enerji tüketimine eşdeğer miktarda idi.
Afetler Diyarı Türkiye
Ülkemiz konum itibari ile dünyanın önemli fay hatlarının geçtiği, yeryüzünde ikinci en çok depremlerin yaşandığı Akdeniz-Himalaya Deprem Kuşağında bulunuyor. Son çeyrek asırlık yakın tarihe baktığımızda; Gölcük, Düzce, Bingöl, Van, İzmir, Elâzığ ve Kahramanmaraş merkezli illerde gerçekleşen depremler bir yandan binlerce canımızı alırken öte yandan da büyük hasarlara yol açmıştır.
Diğer taraftan küresel sorun iklim değişikliğinin de en çok etkilediği alanlardan biri olan Akdeniz Havzasında yer alması afetler karşısındaki kırılganlığını artırmakta; afetlerin sayı, şiddet ve etkilerinde yükselişe yol açmaktadır. Kuzey kesimlerimizde yaşanan yoğun yağış etmenli seller, güney ve iç kesimlerdeki kuraklıklar, dalgalarının yol açtığı ve tarihimizdeki en büyük orman yangınları, Marmara Denizini ablukaya alan deniz salyası bu afetlerden bazıları olarak gösterilebilir.
Afetlerin ekonomimize etkisi de oldukça yüksek seyretmiştir. Son 60 yıllık verileri göz önüne aldığımızda, afetlerin ülkemiz ekonomisine doğrudan veya dolaylı olarak etkisi, GSMH’nin yüzde üçüne tekabül ederken, 1980-2018 döneminde gerçekleşen afetlerin yol açtığı ekonomik kaybımızın ise 26 Milyar Amerikan dolarını aşmıştır.
Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde doğal afetler bazında en yıkıcı etkiyi depremler göstermektedir. Türkiye Afet Bilgi Bankası (TABB) kayıtlarına göre ülkemizde son 120 yıllık süre zarfında oluşan afetlerden toplamda 100.000 can kaybı yaşanmıştır. Yaşanan can kayıplarının yarısı ne yazık ki sadece 2 tane büyük depremde oluşmuştur. Bunlardan ilki 1939 yılında Büyük Anadolu Depremi olarak anılan ve 33.000 canımızı yitirdiğimiz Erzincan Depremi olurken diğeri 17 Ağustos 1999 tarihinde yaşanan ve 18 bin kayıp yaşadığımız Marmara Depremi olmuştur.
Yine TABB’a göre yaşanan afetler dolayısıyla 108 bin yapı yıkılırken, 600 bin adeti ağır hasarlı (diğer bir tabirle kullanılamaz hale gelen yapı) olmak üzere toplamda 1,3 milyon yapı hasar görmüştür.
Ve Asrın Felaketi
2020 yılında art arda gerçekleşen İzmir ve Elâzığ depremlerinin izlerini tam silemeden bu sefer de 6 Şubat sabahına 11 ilimizi etkileyen tarihte eşine çok az rastlanır bir deprem afetiyle uyandı. 6 Şubat 2023 tarihli depremler ülkemiz tarihindeki en yıkıcı afetlerden biri olarak kayıtlara geçmiştir. Özellikle de 9 saat gibi kısa bir süre ile gerçekleşen 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki ardı sıra gerçekleşen depremler karada görülen ender depremler olarak değerlendirilmiştir.
Karada olması ve yüzeye yakın olmaları dolayısıyla sığ depremler olarak nitelendirilen bu afette kırılan fayın uzunluğunun yanında 2 dakikayı bulan sarsıntı süresinin uzunluğu da yıkımı ve etki alanını artıran özellik göstermiştir. AFAD değerlendirmelerine göre deprem dolayısı ile ortaya çıkan enerji Hiroşima atom bombasının 2 bin katından daha büyük olmuş, böylece 9,1 büyüklüğündeki Sumatra Depreminden çıkan enerjiden daha fazla bir boşalma gerçekleşmiştir.
Bununla birlikte zemin morfolojisi de sarsıntının yapılara iletilmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Sert zeminlerde dalgalar sönümlenerek üst yapılara daha sınırlı bir biçimde aktarılırken alüvyon yapılı yumuşak zeminler deprem dalgalarını güçlendirerek yapılara iletmekte, bu durum da yıkıcılığı artırmaktadır.
Depremlerin yıkıcı etkisini gösteren bir parametre olan ve en yükseği XII (12) olan Değiştirilmiş Mercalli Şiddet Ölçeğine (The Modified Mercalli Intensity Scale) göre 7,7’lik deprem XI; 7,6’lık deprem ise X olarak yıkıcı etkiye yol açtığı hesaplanmıştır. Özellikle Hatay, Adıyaman ve Malatya ve Gaziantep (Nurdağı ve Islahiye) gibi yüksek zarar gören bölgelerdeki hasarın oluşmasında yumuşak dokuya sahip zemin etkili olmuştur.
AFAD değerlendirmelerine göre toplamda 11 ili etkileyen bu afet 120 bin kilometre kare alanda etki göstermiş, yaşanan sarsıcı afetlerden bölgede yaşayan yaklaşık 15 milyon nüfus etkilenmiştir. Şu ana kadar 50 bini aşan insanımız ebediyete irtihal ederken 107 bini aşkın insanımız da yaralanmıştır.2,1 milyon yapı üzerinde yapılan hasar tespit çalışmaları sonuçlarına göre büyük bir çoğunluğu 99 öncesi standartlara göre inşa edilmiş 38 bin yapının yıkılmış olduğu, 19 bin yapının tehlike arz ettiğinden acilen yıkılması gerektiği, 200 bin yapının ağır hasar aldığı, 48 bin yapının ise orta hasarlı olduğu tespit edilmiştir.
Bunun yanında şehirlerin altyapısında da büyük hasarlar oluşmuş, özellikle de hayati öneme haiz su, atıksu ve enerji iletim hatları da bu büyük afetten nasibini almıştır. Yaşanan depremler sonucunda maddi açıdan da büyük kayıplar oluşmuş, Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşların yanında Hazine ve Maliye Bakanlığı değerlendirmelerine göre de afetin ülke ekonomisine etkisi 100 milyar Amerikan dolarını bulmuştur.
İzler siliniyor
Orman yangınları, seller ve diğer depremler gibi yaşanan her afette olduğu gibi bu asrın felaketinde de devlet ile millet bütünleşmiş, Burada 2009 yılında kurulan Afet ve Acil Durum Başkanlığı (AFAD) koordinasyonunda, yine 2014 yılında hazırlanan “Ulusal Afet Müdahale Planı (TAMP)” kapsamında tüm aktörler sahada bulunmuş, büyük bir özveriyle çalışarak afetin izleri silinmeye çalışılmıştır.İlk andan itibaren arama-kurtarma faaliyetlerine özel önem verilmiş, aralarında yurtdışı ve STK temsilcilerinin de yer aldığı, 35 bini aşkını arama-kurtarma olmak üzere gönüllülerle birlikte 650 bini aşan personel özveriyle çalışmıştır. Bölgeden ayrılmak isteyen vatandaşlarımıza kara-deniz ve havayolu ile ulaşım destekleri sunulmuş, kendi araçları ile ayrılmak isteyen vatandaşlarımıza da yakıt desteği sunulmuştur.
Günlük bazda 120 milyonu bulan öğün ile beslenme desteğinin yanında sayıları 800 bine yaklaşan çadır ve 80 bine ulaşan konteyner gibi barınma imkanları ile birlikte sayıları 30 bini bulan mobil duş-wc ile 9 bin civarındaki çamaşır-kurutma makinesi gibi sağlık ve hijyen olanakları sunulmuş, açılan sosyal marketler yoluyla vatandaşlarımızın temel ihtiyaçları azami derecede giderilmeye gayret gösterilmiştir. Bununla birlikte tüm afetzedeler için psikososyal destekleri verilmiş ve genç yavrularımızın eğitimleri için de imkanlar seferber edilmiş, esnaflar için de geçici işyerleri yapılarak ticaretin, hayatın ve hareketliliğin devamı sağlanmıştır.
Enkaz kaldırma aralıksız sürüyor
Depremin etkilediği 11 ilimizde arama-kurtarma çalışmalarının bitmesine müteakip hızla enkaz kaldırma ve tehlike arz eden binaların yıkımına başlanmıştır. İlk etapta kamu (Karayolları, DSİ gibi) eliyle yürütülen çalışmalara özel sektörden de gönüllülük adı altında destekler verilmiş, ancak özellikle Adıyaman, Malatya, Kahramanmaraş ve Hatay gibi yıkımın yüksek seyrettiği şehir merkezlerinde oluşan alanlarda ilave güce ihtiyaç duyulmuş, bu noktada alanında uzman yıkım firmaları sürece dahil edilerek çalışmalar hızlandırılmıştır.
Yalnız biliyoruz ki bu atıklar elektronikten plastiklere, mobilyadan metallere kadar çok bileşenli ve ekonomik değeri yüksek içeriğe sahipler. Bu itibarla, ilk olarak oluşan yıkıntı atıklarının (moloz) geçici olarak depolanacağı alanlar belirlenmiştir. Bu alanlarda biriktirilen atıklar türlerine göre ayrıştırılarak değer zincirine katılacak, kalan bakiye atıklar ilgili mevzuatta belirlenen (zemin sızdırmazlığı vb) standartları sağlayan kalıcı depolama alanlarına sevk edilerek bertaraf edilecektir.
Geçici depolama bölgeleri belirlenirken ulaşılabilirlik, alıcı ortamlara mesafe, tarımsal alan ve su kütlelerine uzaklık gibi birçok kıstas göz önüne alınmış, bu noktada; DSİ, tarım ve belediyeler gibi önemli birimlerin de görüşleri alınarak alanlar belirlenmiştir. Seçilen noktaların büyük çoğunluğu halihazırda ilgili büyükşehir ve ilçe belediyelerince inşaat ve hafriyat döküm sahaları olarak kullanılan veya terk edilmiş taş ocakları gibi alanlardan oluşuyor.
Geçici depolama sahalarında güvenliği tesis etmek üzere 7/24 esaslı olarak kolluk kuvvetleri görevlendirilmiş, bununla birlikte her araç giriş çıkışı kayıt altına alınmakta, fiziki açıdan da güvenliği sağlamak üzere TOKİ marifetiyle alanların etrafı güvenlik çitleri ile kapatılmıştır.Gece-gündüz aralıksız bir şekilde devam eden çalışmalar sonucunda Hatay gibi bazı illerimizde günlük 15 bini bulan kamyon trafiğine ulaşılmış, 500 bini aşan sefer yapılmıştır. Sadece Hatay ilinde oluşan bu taşıma trafiğindeki kamyonları uç uca eklediğimizde yurdumuzun en doğusu ile en batısını 3 defa saracak uzunluğa sahip bir trafiği ifade ediyor. Geçici depolama sahalarında ekonomik değeri olan atıkların ayrıştırılarak geri kazanımı için de teknik şartnamelere hazırlanmıştır.
Antakya gibi büyük bir tarihi dokuya sahip bölgelerimizde yer alan taşınır ve taşınmaz kültür varlıklarının da ayrıca güvenliği sağlanmış, bu alanların yeniden ihya ve inşa süreçlerinde değerlendirilmesi kapsamında özel olarak muhafaza edilmiştir.
Çevresel izlemeler yapılıyor
Afetin izleri silinirken ekolojik açıdan da önemli çalışmalar yürütülmekte olup bu noktada çevresel izlemeler (hava kalitesi, su kalitesi vb) önem verilen konuların başında geliyor. Bu itibarla ilk olarak bölgede sabit olan istasyonlara ilave olarak mobil hava kalitesi izleme istasyonları kurulmuş, bunlardan birisi en çok çalışmanın yapıldığı merkez sahada, bir diğeri de buraya en yakın konteyner kent gibi geçici barınma alanlarının olduğu noktalara konumlandırılmıştır.
Veriler günlük analiz edilmekte değerlere göre aksiyonlar alınmaktadır. Dileyen her vatandaşımızın bu sonuçlara havaizleme.gov.tr veya mobil uygulamalardan ulaşması da mümkündür.Nadiren de olsa çalışmaların yoğun olduğu noktalarda hava kalitesi endeksi orta seviyelere çıkabiliyor. Burada bir olumsuzluk yaşanmaması adına enkaz kaldırma, yıkım ve geçici döküm sahalarında görev yapan personele yine Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığınca N95 olarak tabir edilen toz maskeleri dağıtılmıştır.
Yine gerek yıkım gerek enkaz kaldırma gerekse de geçici depolama alanlarında tozumanın önlenmesi amacıyla arazöz ve tankerlerle sulamanın yanında, toz bastırma sistemleri de aktif olarak kullanılıyor. Asbest noktasında da Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ortaklığında alınan örneklerde herhangi bir asbest izine rastlanılmamıştır.Öte yandan, yağışlar dolayısı ile atıkların Asi nehri gibi su kaynaklarına etkisi için de düzenli numuneler alınmakta ve izleme çalışmaları yürütülmektedir. Burada da henüz bir olumsuzluk görülmemiştir.
1950’den bu yana dönüşüm ve gelişim süreci
1950’den sonra ülkemizde şehirlere yapılan göçler konut stokunu gözler önüne sermiş, arz talep dengesi sağlanamayınca halk kendi çözümünü üretmiş ve gecekondulaşma başlamıştır. Bunları önlemek adına ilk olarak “Gecekondu Yasası” çıkarılmış, takip eden süreçte ise 1960’larda, “Kat Mülkiyeti Kanunu” uygulamaya konulmuştur. Bu düzenleme ile aynı binada çok sayıda konut yapılabilmesinin önü açılmıştır.
1980’li yıllarda kamu eliyle konut yapılmasını temin etmek üzere Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ) kurulmuş, ancak etkisi sınırlı kalmıştır.1999 Marmara Depremi sonrası ise depreme dayanıklı konutların inşası için yeni standartlar geliştirilmiştir. Yine bu dönemde ülkemiz deprem sonrası hasarların giderilmesi için halk arasında zorunlu deprem sigortası olarak bilinen DASK ile tanışmıştır.
2000 sonrasında ise şehirlerin dönüşümü için atılan adımlar çoğalmış, ilk olarak 2002 yılında ortaya konulan “Planlı Kentleşme ve Konut Üretim Seferberliği” ile TOKİ’nin etkinliği de artırılmış ve sadece 2002-2011 yılları arasında 500.000 konut yapılarak hak sahiplerine teslim edilmiştir. Yine ilk kez bu dönemde, 2004 yılında Meclis’e “Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Kanunu Yasa Tasarısı” bir yasa tasarısı sunulmuş, 5393 sayılı Belediye ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediye Kanunları çıkarılmış, yerel yönetimlere kentsel dönüşüm yapabilme imkânı tanınmış, ne var ki etkin olarak kullanıldığı görülmüştür.
Akabinde Cumhurbaşkanımız Sayın ERDOĞAN tarafından iktidarı kaybetme pahasına ülkemizde kentsel dönüşümün yapılacağı, riskli alanların yenileceği müjdesi verilmiş ve takip eden süreçte de kamuoyunda “Kentsel Dönüşüm Yasası” olarak bilinen 6306 sayılı “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun” yürürlüğe girmiş ve aynı zamanda bir seferberlik olarak ilan edilmiştir.
“Kentsel Dönüşüm Seferberliği” başlamış fakat ne yazık ki hedeflenen başarı sağlanamamıştır. Zira, dönüşümde etkin birçok aktör var. Konu can ve mal güvenliğinden ziyade gelir kaygısına/beklentisine dönüşünce ilerlemeler kısıtlı kalmış, burada yine hiyerarşi ve bürokrasiden kaynaklanan sorunlar gün yüzüne çıkmıştır. Özellikle de yerel yönetimler bazında. Kentsel dönüşümün ana aktörlerinden birisi olan yerel yönetimlerin konuya yeterince eğilim göstermemeleri sürecin önündeki en büyük engel olmuştur. Halbuki, bu konu artık bir afet diyarı olan ülkemiz için ölüm-kalım meselesi. Günübirlik siyasetle geçiştirilecek bir konu değil. Çevre ve iklim gibi siyaset üstü bir konu.
2018’deki Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile yenilikler art arda gelmiş, TOKİ ve Yerel Yönetimler Çevre ve Şehircilik Bakanlığına bağlanmış, böylelikle bürokrasi azaltılmış ve ilerlemeler hızlandırılmıştır. Takip eden yılda da daha güçlü hedefleri içeren “Kentsel Dönüşüm Strateji Belgesi ve Eylem Planı” hazırlanarak uygulamaya koyulmuştur.
Yeni yapılanma kısa sürede meyvelerini de vermiş, Manavgat orman yangını, Giresun dereli sel afeti, İzmir ve Elâzığ depremleri gibi yaşanan birçok afette zarar gören konut ve ticari yapılar çok kısa sürede tamamlanarak hak sahiplerine teslim edildiği gibi yeni evim, yeni işyerim, dönüşümde yarısı bizden gibi projeler geliştirilerek dönüşüm süreci hızlandırılmıştır.
Yaşanan tüm zorluklara rağmen son 20 yirmi yıllık süreçte 1,2 milyonu TOKİ vasıtası ile olmak üzere 3,4 milyon konutun dönüşümü sağlanmış, 10 milyonu aşan yeni konutun yapımıyla vatandaşlarımıza güvenli yaşam alanları sunulmuştur.
Şimdi “İnşa ve İhya” Dönem
Tarihte eşi benzerine az rastlanan ve ülke tarihimizin en büyük felaketi olan afetin yaraları hızla sarılıyor. AFAD koordinasyonunda hazırlanan Türkiye Afet Müdahale Planı (TAMP) kapsamında tüm ilgili taraflar büyük bir özveriyle hareket ediliyor.
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı olarak afetlere dirençli şehirlerimizin yeniden inşa ve ihya süreci noktasında aktif hareket ediyor, büyük afetin üzerinden henüz 2,5 ay geçmiş olmasına rağmen 11 ilimizde TOKİ ve Yapı İşleri Genel Müdürlüğü marifetiyle 100 bini aşkın konutun temeli atılmış durumda. 319 bin tane konut önümüzdeki 1 yıllık süre zarfında tamamlanmak üzere 143 bini köy tipi konut ve 507 bin tanesi de merkez alanlarda inşa edilecek konut olmak üzere toplam da 650 bin konut tamamlanarak hak sahiplerine teslimi yapılacaktır.
Büyük afetten sadece 76 gün sonrasında Gaziantep’in Nurdağı ilçesinde bazı köy tipi konutların tamamlanması devletimizin bu noktadaki azmini ve samimiyetini gözler önüne sermiştir. Bu alanlarda konut dışında sosyal donatılar, eğitim/sağlı/ticari/kamu gibi hizmet için de güvenli yapılar inşa edilecek, altyapı ve üstyapı donatıları da yapılarak bütünlük sağlanacaktır.
Unutulmaması gereken diğer bir tehlike de yanı başımızda duran iklim krizi. Yıkıcı etkilerini her geçen gün daha sert bir şekilde yaşadığımız; sıcak hava dalgalarının yaygınlaştığı, kurak dönemlerin arttığı, bu durumun bir yandan mega orman yangınlarına kapı aralarken diğer yandan da tarımsal üretim başta olmak üzere gıda tedarik zincirinde kırılmalara yol açacağı aşikâr. Dolayısı ile iklim değişikliği ile mücadele ve uyum kapsamında kendimizi geliştirmemiz, altyapımızı bu minvalde güçlendirmemiz gerektiği bir gerçek olarak karşımızda duruyor.
Ülkemiz, ülkelerin insani krizlere maruz kalma, krizlerden etkilenme ve bu mücadele kapasitesini gösteren Uluslararası INFORM Risk Endeksi 2023 değerlerine göre 4,7 puanla orta risk seviyesindedir. Her ne kadar 2018 yılında 5 puanla yüksek risk seviyesinde yer almakta iken atılan başarılı adımlarla günümüzde bu 4.7 seviyesine çekilerek orta risk seviyesine gelmiş olsa da hala atılması gereken adımların olduğu aşikâr.
Ülkemizde oldukça eski bir yapı stoku bulunmaktadır. 1,5 milyonu sadece Megaşehir İstanbul’da olmak üzere ülke genelinde toplamı 6,7 milyona ulaşan acil dönüşümü gereken konut sayısı bunun bariz bir örneği. Bu durum ivedi bir dönüşümü zaruri kılmaktadır.
Bununla birlikte 2030 BM Sürdürülebilir Kalkınma Amaçlarından bir tanesi de Sürdürülebilir Şehirler. Şehirlerimizin sadece barınmayı değil, ulaşım, eğitim, sağlık ve ekonomik yönden de kendi kendilerine yeterli olabilecek seviyeye gelmeleri lazım. Bu noktada ilk ele almamız gereken konu kentsel dönüşüm, şehrin bütüncül dönüşümü.
Afetlere direnç sağlamak üzere öncekilerle birlikte büyük ve önemli bir adım daha atılmış ve Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığımız uhdesinde geliştirilen ve aralarında her alanda uzman akademisyenlerin de yer aldığı “Türkiye Ulusal Risk Kalkanı (TURK) Modeli” için kollar sıvanmış, bu noktada çalışma grupları oluşturulmuş ve çalışmalara başlanmıştır. Burada özellikle zemin etütleri, mikro bölgeleme gibi daha hassas çalışmalar yapılarak zemin kaynaklı riskler minimize edilecektir. Bununla birlikte çevresel etmenler de göz önüne alınarak bisikletli ulaşım, sıfır atık uyumlu, temiz enerjinin kullanımı, bölgesel ısıtma gibi daha efektif sistemlerin kullanılması da önceliklendirilerek 2053 net sıfır emisyon hedefi ile uyumlu hareket edilecektir.
Bütüncül risk yönetimini esas alan TURK Modeli ile ülkemizi her türlü afete, felakete, tehdide karşı tüm boyutlarıyla hazırlayacak; yatay mimariye sahip şehirlerimizin tarihi, kültürü ve sosyolojisine uyumlu şekilde yeniden ayağa kaldırılmasını ve ihya edilmesine yönelik el birliğiyle çalışmalar yürütülecek; 2053 net sıfır yolunda sürdürülebilirliğin, kalkınmanın, değerlerin, bilimin, istikbalin Yüzyılına, kısacası Türkiye Yüzyılında dirençli şehirlere “merhaba” diyeceğiz.
Not: Bu makaleyi Çevre ve Şehircilik Uzmanı Ersin Gürtepe ile ortak kaleme aldık.