2005 yılında yürürlüğe giren Kyoto Protokolü’nün başarısız olmasıyla dünya kara kara düşünmeye başladı. Bu sistem çalışmıyor, sadece bazı gelişmiş ülkelerin sorumluluk ve tedbir alması iklim değişikliği problemini çözmüyordu. Bunun yerine bütün ülkeleri içine alan bir sistem bulunmalıydı. Gelişmekte olan ülkelerin de bir şeyler yapması gerekiyor; bir taraftan sürdürülebilir bir şekilde kalkınırken diğer taraftan alacakları tedbirlerle emisyonlarını belirli oranlarda azaltmaları önemli hale geliyordu.
2013 yılında Varşova’da yapılan 19. Taraflar Konferansında alınan karar, aslında Paris Anlaşması’nın başarısının temellerini atıyordu. Kararda INDC (niyet edilmiş ulusal katkılar) diye bir fikir ortaya atılmış, bu fikrin mayası tutmuş ve Paris’te sonuç vermişti.
2009 yılında Kopenhag’daki 15. Taraflar Konferansı büyük bir başarısızlıkla sonuçlandı. Bunun arkasında gelişmiş ülkelerin dayatması vardı: “Biz zengin ve güçlüyüz, bilimsel olarak sizlerden üstünüz. İklim değişikliği diye bir şey var ve buna hepiniz inanmak zorundasınız. Bu sebeple tedbirler alacağız. Siz de bunlara uyacaksınız”. Siz bilmezsiniz, biz biliriz mantığıydı bu. Ancak, ABD ve Avrupa Birliği başta olmak üzere yeni bir anlaşma sağlayacaklarını düşünen gelişmiş ülkeler, Kopenhag’dan hayal kırıklığıyla ayrıldılar. Müstakbel anlaşma, Kopenhag soğuğunda dondu ve başka bahara kaldı. Kopenhag’da alınan ders büyüktü. Paris’te aynı hataların yapılmaması gerekiyordu. Bu yüzden sütten ağzı yanan gelişmiş, zengin ülkeler bu defa yoğurdu üfleyerek yemeyi tercih ettiler. Bunun için de 2015’e kadar çok iyi çalışılması; bütün ülkeleri kapsayacak, herkesi memnun edecek bir anlaşma hazırlanması gerekiyordu.
2020’de yürürlükte
Peki, nasıl olacaktı böyle bir anlaşma? Herkesin menfaatleri farklıydı. Öncelikle biri gelişmiş bir ülkeden, diğeri de gelişmekte olan ülkeden periyodik olarak seçilen iki eşbaşkan müzakereleri yürüttü ve bütün ülkelerin katkılarını içerecek şekilde Paris Anlaşması’nın ilk taslağını hazırladı. 80 sayfalık taslak metin, azaldı, çoğaldı ve nihayet bütün tarafların kabul ettiği bugünkü halini aldı.
Aralık ayının başında Paris’te gerçekleştirilen 21. Taraflar Konferansı’ndaki çetin müzakereler sonucunda hepimizin yepyeni bir anlaşması oldu. Bu anlaşma, 2020 yılı sonunda yürürlüğe girecek ve aynı zamanda Kyoto Protokolü’nü yürürlükten kaldıracak.
Yani artık Kyoto “out”, Paris “in” oldu. Bizim nesil iklim deyince “Kyoto” diyordu, bizden sonraki nesiller ise “Paris” diyecek. Peki, Paris’in Kyoto’dan farkı ne? Farklar özetle şöyle:
195 ülkeden katkı
İkisi arasındaki en önemli farklılık, ülkelerin sınıflandırılması ile ilgili. Kyoto Protokolü’nde ülkeler, gelişmişlik düzeyine göre Ek-I, Ek-II ve Ek-I Dışı şeklinde gruplara ayrılıyor. Ancak bu ek sistemi güncelliğini yitirmiş durumda, günümüzün şartlarını yansıtmıyor ve pratikte adil sonuçlar doğurmuyor. İşte bu eklerden Paris Anlaşması’nda hiç bahsedilmiyor. Ülkeler “gelişmiş ülke” ve “gelişmekte olan ülke” olarak ikiye ayrılmış durumda. Ancak hangi ülkelerin gelişmiş, hangilerinin gelişmekte olan ülke olduğu bu aşamada muğlak.
Bir diğer önemli fark ise sera gazı emisyonlarının azaltılmasına ilişkin. Kyoto Protokolü’ne göre Ek-B’de yer alan 40 kadar gelişmiş ülke, emisyonlarını 1990 yılına göre 2008-2012 döneminde en az yüzde 5; 2013-2020 döneminde ise en az yüzde 18 azaltmakla yükümlü.
Paris Anlaşması ise sayısal bir emisyon azaltım hedefine yer vermedi. Bunun yerine, ortalama küresel sıcaklık artışının sanayileşme öncesi döneme göre 2 C derecenin oldukça altında tutulması ve bunun en fazla 1,5 C derece ile sınırlandırılması şeklinde genel bir hedef belirledi. Ayrıca, Paris Anlaşması’na göre Türkiye de dahil olmak üzere bütün ülkeler (195 ülke), emisyonların azaltmasına katkı sağlamak durumunda.
İklim değişikliğine uyum konusunda da bariz bir fark var. Uyum, Kyoto Protokolü’nde oldukça sınırlı ve dolaylı biçimde yer alırken Paris Anlaşması’nda emisyonların azaltılması ile eşit düzeyde yer aldı. Ayrıca, iklim değişikliğine bağlı kayıp ve zararlara ilişkin ayrı bir maddeye de yer verildi.
Üç ayrı mekanizma
Kyoto Protokolü’ne göre ülkelerin yükümlülüklerini yerine getirip getirmediğini Uygunluk Komitesi denetliyor. Paris Anlaşması’nda da benzer bir uygunluk mekanizması bulunuyor. Ama bununla birlikte, hem eylemlerin hem de gelişmekte olan ülkelere sağlanacak yardımların izlenmesini sağlayacak bir şeffaflık sistemi de oluşturuldu.
Sera gazı emisyonlarının azaltılmasına destek olunmasına ilişkin mekanizmalar da farklılık gösteriyor. Kyoto Protokolü’nde temiz kalkınma mekanizması, ortak uygulama ve emisyon ticaret sistemi şeklinde üç ayrı mekanizma var ve ülkelerin bunlara ne şekilde katılacağı açıkça belirlenmiş.
Paris Anlaşması ise tek bir mekanizma oluşturdu ve bu mekanizma istekli olan bütün ülkelerin işbirliği yapmasına imkan veren çok daha esnek bir yapıya sahip.