Su, yaşamın devamlılığının sağlanabilmesinin temel unsurlarından biri. İklim değişikliğinin etkilerinin kriz seviyesinde yaşandığı günümüz koşullarında her geçen gün su güvenliğinin önemini daha çok anlıyoruz.
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) Ağustos ayında yayımlanan son raporunda, insan faaliyetlerinin iklim sistemi üzerinde geri döndürülemez etkiler ortaya çıkardığını bilimsel kanıtlarıyla açıkladı. Bunun anlamı iklim değişikliğinin etkilerinin önümüzdeki süreçte daha hızlı, daha şiddetli ve daha yaygın olarak görülecek olması. Üstelik bu etkileri gelişmişlik farkı olmaksızın tüm ülkeler yaşıyor ve yaşamaya da devam edecek.
İklim değişikliğinin söz konusu olumsuz etkilerine uyum sağlamak her zamankinden fazla önem taşıyor. Bu kapsamda ise suyu korumak, ülkeler için sürdürülebilir kalkınmalarını devam ettirmek ve ulusal güvenliklerini korumakla eş anlamda görülmeye başlandı. Dünyada su savaşları yaşanıyor. İklim göçlerini tetikleyen ya da dünyanın farklı bölgelerindeki çatışmaları başlatan nedenlerin temeline bakıldığında susuzluk ve kuraklığın olduğunu görmek artık şaşırtıcı değil.
Kuraklık diğer doğal afetlerden faklı
Kuraklık, yağışın uzun yıllar ortalamasına kıyasla daha az gerçekleşmesi ile meydana gelen ve öngörülemeyen bir doğa olayı. Yani kuraklık herhangi bir yerde herhangi bir zamanda meydana gelebilir. Başlangıç ve bitişini tespit etmek ise oldukça güç.
Uzun süreli kuru hava şartları, nem azlığı sonucunda orman ve su kaynaklarını olumsuz yönde etkiliyor ve bu kaynakların zarar görmesine ve azalmasına yol açıyor. Zaten kuraklığın etkileri tarımda görülmeye başlandıktan sonra ister istemez suya bağlı diğer sektörleri de zincirleme olarak etkiliyor. Dolayısıyla kuraklık meydana geldiğinde ekonomiyi, çevreyi ve sosyal yaşamı da etkilemesi kaçınılmaz. Çünkü ekonomik faaliyetler, tarım ve gıda güvenliği, sağlık ve teknolojik gelişmeler kısaca yaşamın kendisi suya bağlı. Bu özellikleri kuraklığı diğer doğal afetlerden ayırıyor.
Mega Kuraklıklar: IPCC’nin açıkladığı yeni kuraklık türü
Kuraklığın farklı türleri var ve birbirleriyle ilişkili. Örneğin, bir yerde belirli bir sürede o yerin ortalamasına göre yağışlardaki azalma kriteri ele alındığında meteorolojik kuraklık ortaya çıkıyor. Ancak bu kuraklık türü ülkeye veya bölgeye göre değişik sınır değerlerinde hesaplanıyor.
Meteorolojik kuraklığın çeşitli özellikleriyle ilişkili olarak tarımsal kuraklık meydana geliyor çünkü bitki gelişimi için ihtiyaç duyduğu miktarda su bulamıyor. Bu durum ürün miktarında azalmaya ve bitki büyümesinde değişime neden oluyor. Hayvancılık faaliyetleri de bundan olumsuz etkileniyor.
Diğer bir kuraklık türü olan hidrolojik kuraklık ise yeraltı su kaynakları, yüzey suları ve yağış dönemleri ile ilişkili. Meteorolojik kuraklık uzadıkça bu kuraklık türü ortaya çıkıyor, çünkü kaynaklar yeterince beslenemiyor. Bu durumda yeraltı su seviyelerinde ve yüzey sularının seviyelerinde keskin bir düşüş yaşanıyor.
Kuraklığın bunlar gibi farklı türleri var ancak günümüzde IPCC tarafından yeni bir kuraklık türü tanımlanıyor, “mega kuraklık”. Mega kuraklık (megadrought) genellikle 10 yıl ve daha uzun süre normalden çok daha geniş bir alanda gözlemlenen kuraklık türüne ilişkin bir tanımlama.
Tüm dünya için kuraklık sorunu önemli hale geldi
Dünya Sağlık Örgütü rakamlarına göre küresel çapta her yıl en az 55 milyon insan kuraklıktan etkileniyor. Kuraklık nedeniyle insanların geçim kaynakları zarar görüyor, hastalık ve ölüm riski artıyor, su ve gıda güvenliği tehlikeye giriyor. Bütün bunlar kitlesel göçleri tetikleyen önemli unsurlar.
Su kıtlığı dünya nüfusunun %40’ını etkiliyor. 2030 yılına kadar 700 milyon insan kuraklık sonucu yerinden edilme riskiyle karşı karşıya.
Dünya Kaynakları Enstitüsü’nün (WRI) 2019 yılında gerçekleştirdiği çalışmalara göre su stresi çeken 17 ülkeden 12’si Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da (MENA) yer alıyor.
İklim değişikliğinin etkisiyle zaten kuru bir iklim yapısına sahip bu bölgelerde sıcaklık artışı buharlaşmayı ve kuraklık riskini artırıyor ve kuraklık süresini uzatıyor. Dünya Bankası söz konusu bölgelerdeki GSYİH’ın %6-14’ünün iklim değişiklikleriyle ilişkili olarak 2050 yılına dek kaybedileceğini öngörmekte.
Üstelik kuraklığa bağlı bu olumsuz koşullar dünyanın sadece belirli bir bölgesi için geçerli değil. Kuraklık tüm dünyanın ortak sorunu olmaya başladı ve Antarktika dışında tüm yerlerde görülüyor. Kuraklığın “yeni pandemi” olarak nitelendirilmesi de bu nedenden.
Pek yakında keyifle yudumladığımız kahvemizden tutun da pek çok gıda maddesinde üretim yetersizlikleri nedeniyle yüksek fiyatlarla karşılaşmamız kaçınılmaz. Bu yöndeki en son haber Brezilya’dan geldi. Dünyanın en büyük kahve üreticisi Brezilya’da yüz binlerce kahve bitkisi kuraklıktan zarar gördü ve kahve üretiminin bu yıl %23 düşmesine neden oldu. Kahve fiyatları ise yalnızca iki ayda yaklaşık %50 artış gösterdi.
Amerika Birleşik Devletleri’nde NOAA verilerine göre ülkenin neredeyse yarıya yakın bölümü kuraklıktan etkilenmiş durumda. Kuraklık koşulları özellikle de ülkenin Kuzeybatı kesimlerini vurdu ve sıcak hava dalgaları yüzlerce insanın hayatını kaybetmesine neden oldu.
Madagaskar’da kuraklık yüzünden yüzbinlerce insan kıtlık sınırına itildi ve yetersiz beslenme sonucunda sağlık sorunlarıyla karşılaştı.
Birleşmiş Milletler verileri, son 20 yıl değerlendirildiğinde 1,5 milyar insanın kuraklıktan etkilendiğini ve en az 124 milyar dolarlık ekonomik kayıp ortaya çıktığını gösteriyor.
Bu durum küresel çapta su tasarrufu yapılmasını öncelikli bir konu haline getirdi. Bu kapsamda devletler tarafından sulamaya ve yeraltı sularının kullanımının sınırlandırılmasına dönük tedbirlerin alındığını görüyoruz.
2018 yılında neredeyse tamamen kuru bir yerleşim haline gelen Güney Afrika’nın Cape Town kenti, kuraklık sırasında su kullanımının kısıtlanması doğrultusunda su sayaçları, yüksek tarifeler ve kampanyalarla su tüketimini %60 oranında azaltabildi. Kuraklık sorunu belirli bir derecede aşıldıktan sonra bile kazanılan bu ders kalıcı oldu ve kent sakinleri günümüzde kuraklık öncesine göre %38 daha az su kullanıyor.
Türkiye su stresi yaşayan ülke konumunda
DSİ verilerine göre ülkemizde kişi başına düşen kullanılabilir yıllık su miktarı 2000 yılında 1652 m3, 2009 yılında 1544 m3, 2020 yılında ise 1346 m3 oldu. Türkiye, kişi başına kullanılabilir su potansiyeline bakıldığında, su stresi yaşayan ülkeler arasında yer almakta. Bu nedenle suyun tasarruflu ve etkin bir biçimde kullanılması büyük önem arz ediyor.
IPCC tarafından ülkemizin de içinde bulunduğu Akdeniz Havzası iklim değişikliğinin etkileri açısından etkilenme düzeyi en yüksek ve en hassas bölgeler arasında ele alınıyor.
Meteoroloji Genel Müdürlüğü verilerine göre ülkemizde yağış miktarı her geçen yıl azalmaya devam ediyor. 2020 yılının sonbahar yağışlarında normale göre %53 azalma gözlemlendi; 2020 yılında Ege ve Karadeniz Bölgeleri’nde son 40 yılın en düşük yağışlı sonbaharı yaşandı. Bu oranlar su kaynaklarının tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Yağışlarda beklenenden uzun süre düşüş yaşanmasının yanı sıra, su kaynaklarının aşırı kullanımı gibi faktörler de kuraklığın etkilerini çoğaltıyor.
Bu nedenle su ilerleyen süreçte içinde bulunduğumuz bölgenin koşulları bağlamında değerlendirdiğimizde daha da önemli hale gelecek. Dolayısıyla kuraklıktan önceki dönemlerde tedbirler almak ve doğru planlamalar yapmak ve muhtemel bir kuraklık durumunda ise atılacak adımları doğru bir biçimde tespit etmek kuraklıktan kaynaklanan olumsuz etkileri en aza indirmek doğrultusunda hayati önemde.
Türkiye kuraklığın etkileriyle yüz yüze gelmeye başladı
2021 yılı Ekim ayında Hakkari’nin Yüksekova ilçesinde yetersiz yağışlar neticesinde kuraklık tarım arazilerini etkiledi. En son 50 yıl önce görülen kuraklık tekrarladı ve ilçede yaklaşık 600 bin dönüm tarım arazisi kurudu. Kuru tarım yapılan arazilerde ise rekolte düşüklüğü yaşandı. Kuraklık bölgedeki hayvancılığı da etkiledi, çünkü yem bitkileri de zarar gördü.
Konya ovasında son yıllarda giderek şiddetlenen bir kuraklık sorunu söz konusu. Yeraltı sularının aşırı kullanımı sonucunda bölgede obruk oluşumu önemli bir tehdit olarak ortaya çıkmış durumda.
Dünyanın en büyük sodalı gölü olan Van Gölü’nün kıyı kesimlerinde 250-300 metreyi bulan çekilmeler başlamış durumda. Bunun temel sebebi bölgedeki yıllık ortalama yağışlardaki azalmaya bağlı olarak su seviyesinin düşmesi ve sıcaklık artışlarına bağlı olarak buharlaşmanın artmış olması. Bunlara ek olarak aşırı kullanılan yeraltı ve yer üstü suları da sorunu tetikliyor.
İstanbul’da da kuraklık önemli bir sorun olarak ortaya çıktı. İSKİ verilerine göre İstanbul’un barajlarındaki doluluk oranı %46. Geçtiğimiz Nisan ayında bu oran %80 iken, yağış azlığı nedeniyle su kaybı 10 milyon metreküp olarak ölçüldü. Geçtiğimiz Nisan ayında %65’i dolu olan Alibeyköy Barajında doluluk oranı, içinde bulunduğumuz Ekim ayında %16’ya düştü.
Yine Sivas’tan doğup Karadeniz’e dökülen Kızılırmak ile Hafik ilçesinde sulama amaçlı kullanılan Pusat-Özen Barajı ve il merkezinin su ihtiyacını karşılayan 4 Eylül Barajı’nda mevsimsel kuraklığın etkisiyle sular önemli oranda çekildi.
Edirne’de kuraklık nedeniyle bölgenin önemli su kaynaklarından Tunca Nehri, son yılların en düşük seviyesine düştü. Binlerce dekar ekili arazinin sulanmasında kullanılan Tunca Nehri’nde yer yer kum adacıkları oluştu.
Sadece bu illerimizde değil, Türkiye’de kuraklık 2021 yılında 41 ilde etkili oldu. Özellikle mercimek, buğday ve arpa üretiminin en fazla yapıldığı Güneydoğu Anadolu’da ekili alanlarda kuraklık kaynaklı zararlar %70-90 arasında değişiyor. TÜİK ve Toprak Mahsulleri Ofisi, kuraklığın sadece buğdayda 1,5 milyon ton rekolte kaybı olacağını açıkladı. Bu rakam beklenenden çok daha yüksek düzeyde olabilir.
2021 yılında bazı bölgelerimizdeki kuraklık sorunu nedeniyle çiftçilerin gördüğü zararların karşılanmasına yönelik olarak Cumhurbaşkanlığı Kararı yayımlandı. Böylelikle ürünlerinde %30 ve üzerindeki oranlarda verim kaybı yaşayan çiftçilere Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından doğrudan gelir desteği ödemesi yapılacak.
İklim değişikliğinin etkileri Türkiye’de kuraklığı şiddetlendirecek
NASA verileri 2030 yılından itibaren Türkiye’nin de içinde olduğu tüm Akdeniz Havzasının çok şiddetli kuraklık yaşayacağını ortaya koyuyor. İklim değişikliğinin etkisiyle yeni iklim normalleri ortaya çıkmaya başladı ve iklim kuşaklarında kaymalar ve bölgesel etki alanlarında yer değişimleri gözleniyor. İlerleyen süreçte alt tropiklerdeki yüksek basınç kuşağının kuzey bölgelere kaymasıyla Türkiye’nin büyük bir kısmı daha kuru ve sıcak iklimin etkisine girmiş olacak.
Türkiye’de kuraklığın görülmesinde özellikle atmosfer şartları, coğrafi konum ve iklim şartları etki ediyor. IPCC Raporlarına göre Türkiye’nin de içinde yer aldığı Avrupa Bölgesi’nde 1.5, 2 ve 4OC’lik farklı ısınma senaryolarında sıcaklıkların giderek daha hızlı bir biçimde artacağı öngörülmekte. Buna bağlı olarak Akdeniz havzasında hidrolojik, tarımsal ve ekolojik kuraklığın şiddetleneceği belirtiliyor.
Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün 2021 yılı Temmuz ayında yayımladığı kuraklık durum raporları, kuraklığın Türkiye’ye etkisini açık bir biçimde gösterdi. Ekim 2020 ve Eylül 2021 arasındaki 12 aylık periyottaki kuraklık değerlendirmesinde “olağanüstü kurak” ve “şiddetli kurak” olan bölgelerin yoğunluğu dikkat çekiyor.
Bu nedenlerle su kaynaklarının etkin bir biçimde yönetimi ve küresel iklim değişikliğinin ülkemize etkilerinin doğru bir biçimde değerlendirilmesi her zamankinden önemli hale geldi.
Türkiye’ye ilişkin projeksiyonlar genel olarak değerlendirildiğinde 2100 yılına kadar ortalama sıcaklıklarda artış ve yağışlarda azalmayı gösteriyor. Bunun anlamı yüzey sularının seviyelerinde düşme meydana gelmesi ve bunun sonucunda baraj göllerinde suyun azalması demek.
Ülkemizdeki kuraklık etkisini bu şekilde sürdürürse 2022 yılında tarım sektöründeki üretim krizine bağlı olarak gıda fiyatlarında artış yaşanması kaçınılmaz.
Sulama konusunda da yenilikçi çözümler geliştirilmesi önemli
Ülkemizde tarım ve hayvancılıkta su kullanımı oldukça fazla. Farklı sulama türleri var ancak sulama konusunda damla sulama ve yeraltından damla sulama teknikleri kullanmak oldukça önemli. Sulama konusunda yenilikçi çözümler geliştirilmesi gerekli. Çünkü vahşi sulama olarak tabir edilen suyun yüksek buharlaşma olan bölgelerde bile bol miktarda ve açıktan yapıldığı sulama sistemleri günümüzde sürdürülebilir nitelikte değiller. Açık kanal sistemleriyle yapılan sulamada suyun en az %20’si buharlaşarak kayboluyor. Tarımda kuraklığa dayanıklı türlerin yaygınlaştırılması da önemli bir diğer tedbir.
Bu kapsamda Tarım ve Orman Bakanlığınca hazırlanan Kuraklık Eylem Planı’nda Türkiye’de 150 yeraltı barajı yapılması ve vatandaşların su tasarrufuna özendirilmesine ilişkin kampanyalar başlatılması gibi bir dizi önemli tedbir öngörülmüştü. Bunun yanı sıra yerel yönetimlerdeki %35-37’yi bulan kayıp kaçak oranının da azaltılması da hedeflenmişti.
Bu hedefleri bir üst aşamaya taşımak doğrultusunda Ekim ayında toplanan 1. Su Şurası oldukça önemli sonuçlar ortaya çıkardı.
1.Su Şurası Sonuç Bildirgesi: Türkiye’de suyun yeni yol haritası
- Su Şurasında Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, su kaynaklarının doğru bir biçimde kullanılması doğrultusunda Su Verimliliği Strateji Belgesi ve Havza Bazlı Su Verimliliği Eylem Planları hazırlanacağını ifade etmişlerdir.
Su Şurası Sonuç Bildirgesinde açıklanan diğer önemli eylemler ise şöyle;
- Belediye içme suyu sistemlerindeki su kaybı %35 seviyesinden %25 seviyesinin altına indirilecek. Bunu 2023 yılı itibariyle tam maliyet esaslı su ve atık su fiyatlandırması izleyecek. Sosyal ve adil su tarifeleri belirlenecek ve düşük gelirli haneler gözetilecek.
- Avrupa Yeşil Mutabakatı kapsamında atık suların uygun kaliteye getirilerek tarımda kullanılması ve su yönetiminde havza bazlı yaklaşımı desteklemek doğrultusunda 2023 yılına kadar mevzuat düzenlemelerinin yapılması da bir diğer önemli bir eylem.
- AB mevzuatıyla uyumlu bir su kanunu da en kısa sürede yürürlüğe konacak.
- 25 Havzada su yönetimi planları tamamlanarak, sektörel su kullanım kararları bunlara uygun bir biçimde belirlenecek.
- Yeraltı ve yerüstü su kaynaklarımızın kalite ve miktar olarak korunması ve izlenmesi doğrultusunda kurumlar arası iş birliği güçlendirilecek ve ulusal su bilgi sistemi geliştirilecek.
- Taraf olduğumuz Paris Anlaşması doğrultusunda iklim değişikliğine uyum çalışmaları önemle ele alınarak, iklim değişikliğinin su kaynaklarımıza etkisi analiz edilecek.
- Taşkın ve kuraklıkla ilgili tahmin ve erken uyarı sistemleri geliştirilerek, kriz yönetiminden risk yönetimine geçiş yönünde bir yaklaşım benimsenecek.
- Tarımda modern sulama sistemleri geliştirilecek ve havzalardaki su potansiyeline göre ürün seçimi yapılacak.
- Ülkemiz barajlarının deprem gibi tehlikelere karşı emniyete alınmaları doğrultusunda gerekli mevzuat geliştirilecek ve mevcut barajların ekonomik ömürlerini uzatmak için gerekli önlemler alınacak.
- Yeraltı barajları ve yeraltı suyu suni beslenme yapılarının planlanmasına ve inşasına hız verilecek.
- İklim değişikliğine bağlı olarak yaşanan afetlere karşı önceden tedbir alınabilmesi için kent planlarında ve zirai faaliyetlerde meteorolojik verinin kullanımı artırılacak.
- Su ile ilgili çalışmalarda Ar-Ge çalışmaları desteklenecek.
Görüleceği gibi Su Şurası’nının sonuç bildirgesinde belirlenen bunlar gibi pek çok hayati eylem ile Türkiye’nin sadece bugününe değil, yarınlarına ve sadece doğal bir kaynak olarak suyun korunmasına değil, tüm ekonomik faaliyetlerin, çevrenin ve sosyal yapımızın ve ulusal güvenliğimizin korunmasına da hizmet edecek önemli bir yol haritası belirlenmiş durumda.
Toplumlar tarihten dersler alarak geleceklerini planlamalıdırlar. Tarihte suyunu doğru bir biçimde yöneten toplumların güçlü olduklarını ve müreffeh şartlarda yaşadıklarını görüyoruz. Günümüzdeki iklim krizi koşullarında, özellikle de iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine karşı kırılgan bir coğrafyada yer alan ülkemiz için suyun etkin yönetimi her zamankinden önemli hale gelmiştir.