İklim değişikliği gezegenimiz üzerinde etkisini hissettirmeye devam ederken, araştırmalar en kısa sürede küresel sera gazı emisyonlarını sıfırlamamız gerektiğine işaret etmektedir. Ülkeler ise, Paris Anlaşması kapsamında vermiş oldukları taahhütleri yerine getirmek amacıyla pek çok politika aracına başvurmakta, gezegenimizin geleceği için tüm teknolojik gelişimlerden istifade etmenin yollarını aramaktadır. Konu emisyonları azaltmak olunca öne çıkan araçlardan biri olarak da karbon yakalama ve depolama teknolojileri, yıllardır geliştirilmesi heyecanla beklenen araçlardan biri olarak sayılmaktadır.
Karbon yakalama ve depolama, elektrik santralleri ve endüstriyel tesisler tarafından salınan CO2 emisyonlarını yakalama, taşıma ve depolamaya odaklanan bir teknolojiler paketi olarak tanımlanmaktadır. Böylece CO2‘yi, bu teknolojiye müsait yeraltı jeolojik oluşumlarında depolayarak atmosfere ulaşmasını engellemek amaçlanmaktadır. CO2 emisyonlarını doğrudan kaynakta ele alan bu araç kullanılarak, karbon emisyonlarının güvenli bir şekilde depolanması ve tutulması yoluyla ulusal ve uluslararası azaltım hedeflerine ulaşılmasında önemli yol kat edilmesi planlanmaktadır.
Şu an ihtiyacımız olan çözüm mü?
İklim değişikliğiyle mücadelede ihtiyaç duyulan aracın karbon yakalama ve depolama olup olmadığına ilişkin farklı görüşler bulunmaktadır. Nitekim bu teknolojinin savunucuları, küresel iklim hedeflerine, özellikle de net sıfır emisyon hedefine ulaşılmak isteniyorsa karbon yakalama ve depolamaya mutlaka başvurulması gerektiğini savunurken, akademisyenler ile çevre gönüllülerinin de aralarında yer aldığı karşıt grup ise bu teknolojinin iklim krizine bir çözüm getirmediğini, aksine fosil yakıt temelli endüstrilerinin dönüşümünü yavaşlattığını savunmaktadır.
Bu tartışmalar bir kenara dursun, karbon yakalama teknolojisi giderek daha fazla ülkenin iklim planında ve net sıfır emisyon stratejilerinde kendisine yer bulmaktadır. Bununla birlikte Uluslararası Enerji Ajansı (UEA) ve Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tarafından paylaşılan çalışmalarda da karbon yakalamanın, küresel emisyonların azaltılmasında ve uluslararası iklim hedeflerinin karşılanmasında büyük öneme sahip olmaya devam ettiğini ortaya koyulmaktadır.
Hesaplamalara göre bu teknolojinin, 2050 yılında ulaşılması arzulanan net sıfır emisyon hedefi çerçevesinde kümülatif emisyon azaltımlarının %15 kadarına yardımcı olabileceği beklenmektedir. Bir diğer deyişle 2050 yılına kadar yılda yaklaşık 5,6 gigaton CO2‘nin yakalanması ve depolanması tahmin edilmektedir. Ancak, iklim krizinin aciliyetine rağmen, karbon yakalamanın yaygınlaşması beklenenden daha yavaş kalmaktadır.
Karbon yakalama ve depolamanın kritik rolünün hükümetler tarafından artan bir şekilde kabul görmesi söz konusudur. Ülkeler Paris Anlaşması kapsamındaki azaltım taahhütlerini nasıl yerine getireceklerine karar verirken, hali hazırda duyurulmuş olan 291 Uzun Vadeli Düşük Emisyon ve Kalkınma Stratejisinin 24’ünde yakalama ve depolama yöntemleri kendilerine yer bulmaktadır. UEA ve benzer kuruluşların yanı sıra pek çok akademik çalışma ile bu teknolojinin diğer azaltım seçenekleriyle birlikte kullanılması gerektiğini belirtilmektedir. Üstelik bu çalışmalarda karbon yakalama teknolojilerinin politika bileşimlerinin dışında bırakmanın emisyon azaltım maliyetlerini artıracağı bulgusuna erişilmektedir.
Diğer taraftan karbon yakalama teknolojileri ekonomilerin yeşil büyümeye geçiş süreçlerinde de yardımcı olmalarıyla öne çıkmaktadır. Emisyon yoğun endüstrilerin faaliyetlerinin geçiş süreci olmaksızın sonlandırılması ciddi ekonomik ve sosyal problemlere neden olabilecektir. Karbon yakalama ve depolama teknolojileri tam bu noktada devreye girerek, yüksek emisyon yoğunluklu endüstrileri sıfıra yakın emisyonlu endüstrilere dönüştürmeye yardımcı olmalarıyla da tanınmaktadır.
50 Yıldır Beklenen Teknoloji
İklim kriziyle mücadele bağlamında bu denli önem atfedilmesine rağmen karbon yakalama ve depolama yeni bir teknoloji değildir. İlk uygulamalarına 1970’lerde rastladığımız bu teknoloji, ABD’nin Teksas eyaletinde doğal gaz işleme tesislerinin CO2 yakalama ve petrol geri kazanım operasyonları için kullanılmaya başlanmıştır. Birkaç yıl içerisinde bu teknoloji, iklim değişikliği probleminin küresel kamuoyunda üst sıralara tırmanmasıyla karbon yakalama ve depolama yöntemlerinin geliştirilmesi için araştırılmaya başlanmıştır.
Ancak üzerinden geçen 50 yıla rağmen teknolojik gelişimde ve istenilen yaygınlığa ulaşmada bir türlü başarı sağlanamamıştır. Uluslararası Çevre Hukuku Merkezi (CIEL) tarafından yayımlanan bir raporda, bu teknolojilerin yalnızca “etkisiz, ekonomik olmayan ve güvensiz” olmakla kalmayıp, aynı zamanda fosil yakıt endüstrisine olan bağımlılığı uzattığı ve yenilenebilir alternatiflere yönelimi azaltabileceği görüşü paylaşılmıştır. Raporda ayrıca, karbon yakalama teknolojisinin uzun süredir var olmasına ve bugüne kadar milyarlarca dolarlık kamu teşvikine konu edilmesine rağmen, geniş ölçekte uygulanması konusunda halen daha fizibilite, etkinlik ve maliyet zorlukları bulunduğunu belirtmektedir.
Bunlara ek olarak sektör uzmanları, karbon yakalama ve depolama teknolojilerinin hala kısa vadede hayata geçirilmesinin önünde ciddi engellerin bulunduğunu, bu zorlukların aşılması durumunda dahi karbon yakalama teknolojisinin iklim hedeflerine ulaşılmasına yardımcı olmasının uzun süre alacağı görüşünü paylaşmaktadırlar. Ayrıca, bu teknolojinin sıfır emisyonlu kaynakların gelişiminin önünde bir engel olabileceğini, bir başka deyişle karbon yakalama ve depolamaya bel bağlamanın dünyanın iklim sorununa çözüm bulmada yetersiz kalacağını son dönemde daha yüksek sesle dile getirmeye başlamışlardır. Yenilenebilir enerji alanında faaliyet gösteren kesim tarafından en çok dile getirilen husus ise, zaten kısıtlı olan finansman imkanlarının karbon yakalama ve depolama teknolojisine aktarılmaması gerektiğidir.
Neden Hala Yaygınlaşmadı?
Belirttiğimiz gibi UEA ve IPCC gibi uluslararası kuruluşlar tarafından paylaşılan analizler, karbon yakalama ve depolamanın iklim hedeflerine ulaşmada önemli bir rol oynadığını ortaya koymaktadır. UEA tarafından enerji kaynaklarının geleceğine ilişkin hazırlanan projeksiyonlarda yer verilen bu teknoloji, Sürdürülebilir Kalkınma Senaryosu (IEA-SDS) modeline de dahil edilmiştir. Bu senaryoya göre, 2050’ye kadar küresel emisyon azaltımlarının %15’inin bu teknoloji tarafından sağlandığı bir model öngörülmekte olup, senaryo kapsamında her yıl yaklaşık 100 tesisin hizmete alınmasını hesaplanmaktadır. Küresel Karbon Yakalama ve Depolama Enstitüsü (GCCSI), tarafından ise böylesi bir altyapının yaygınlaştırılması için toplam sermaye gereksiniminin 655 milyar dolar ile 1,3 trilyon dolar arasında olacağını tahmin edilmektedir. Bir başka deyişle eşi benzeri görülmemiş seviyelerde ve kamu kaynaklarına ek olarak özel sektörün de katkılarının elzem olduğu bir finans akışı, karbon yakalama ve depolama teknolojisinin gelişimi için şart gözükmektedir. Bu finans akışının sağlanması ise hiç de kolay gözükmemektedir. Finansman sağlanması konusunda pek çok zorlukla karşılaşılan karbon yakalama ve depolama yatırımlarının önündeki en büyük engel şüphesiz bu projelerin yatırımcılar tarafından sermaye maliyetleri ve yoğunlukları nedeniyle riskli olarak nitelendirilmeleridir. Bu nedenle söz konusu teknolojiye yönelik yatırımlar büyük şirket ve şirket grupları tarafından, genellikle gelişmiş ülkelerde gerçekleştirilmektedir.
Öte yandan, geçtiğimiz günlerde Asya İklim Değişikliği Yatırımcı Grubu (Asia Investor Group on Climate Change, AIGCC) tarafından yayımlanan yeni bir analiz, Çin, Hindistan, Japonya ve Güney Kore’deki karbon yakalama ve depolama altyapılarının karşı karşıya oldukları finansal ve operasyonel zorlukların onlarca yıl daha aşılmasının güç olduğunu ortaya koymuştur. Analizde, 2040 yılı itibarıyla Asya bölgesinde karbon yakalama ve depolama teknolojilerinin yenilenebilir enerji kaynaklarına kıyasla maliyet etkinliği açısından geride kalacağı tahmininde bulunulmaktadır. Buna ek olarak 2040 yılına gelindiğinde, yalnızca yüksek karbon fiyatları sebebiyle zor duruma düşmesi beklenen çelik sektöründe bu teknolojinin maliyet etkinlik sunabileceği öngörülmekte olup, bu koşulların oluşabilmesinin de hidrojen teknolojisi başta olmak üzere düşük karbonlu diğer teknolojilerde yaşanacak gelişmelerle yakından ilgili olduğu ifade edilmektedir.
Teknolojinin Geleceği
Karbon yakalama ve depolama teknolojisi 50 yıllık bir geçmişe sahip olmakla birlikte bugün halen daha istenilen düzeyde olgunlaştırılamamış ve yaygınlaştırılamamıştır. Dolayısıyla, iklim krizinin çözümünde vadettiği ölçüde katkı sağlamaktan uzak kalmış bir teknoloji olarak görülmektedir. Diğer yenilenebilir enerji teknolojilerine kıyasla finansal açıdan rekabet gücünün yetersiz olması, fosil yakıtlara dayalı üretimin ortadan tamamen kaldırılması sürecini yavaşlatması gibi çevresel riskler barındırması, yatırımların ihtiyaç duyduğu mevcut finansman imkanlarının eksikliği gibi hususlar karbon yakalama ve depolama teknolojisini bugün itibarıyla diğer seçeneklerin gerisinde bırakmaktadır.
Yalnızca özel sektörün çabalarının yetersiz kaldığı böyle bir konjonktürde, bu teknolojinin geliştirilmesi ve iklim değişikliği problemine çare olabilmesi için ulusal ve çok taraflı kalkınma bankaları, ihracat kredi kuruluşları gibi paydaşların finansal açıdan uygun imkanlarla desteklerini artırması gerekmektedir. Bu doğrultuda sürdürülebilirlik temelli krediler veya yeşil tahviller başta olmak üzere borçlanma araçlarının kullanılması da teşvik edilebilir. Karbon yakalama ve depolamayı, sürdürülebilir tahviller kapsamında ele alabilmek için çevreci yatırımlar arasında doğru bir şekilde konumlandırmak da yeni sermaye akımlarını çekebilmek için oldukça yararlı olacaktır. Bu sayede riskli bir yatırım olarak görülmesi sebebiyle mevcut yapısıyla gelişmekte olan ülkelerde kurulması oldukça güç olan bu araçların yatırım anlamında cazip kılınması ve gelişmekte olan ülkelerin de bu teknolojiden istifade ederek iklim değişikliği mücadelesine katkı vermeleri sağlanabilecektir.
Destekleyenleri tarafından önemli bir araç olarak addedilen karbon yakalama ve depolama teknolojileri pek çok ülke tarafından uzun dönemli iklim değişikliği stratejilerine entegre edilmekte, net sıfır emisyon hedeflerine ulaşılması için başta emisyon ticaret sistemleri olmak üzere diğer araçlara eşlik edecek önemli bir tamamlayıcı olarak görülmektedir. İçinde bulunduğumuz süreçte iklim değişikliğiyle mücadele etmek için tüm araçlara ihtiyaç duyulduğu açıktır. Buna karşın bu teknolojinin, gezegenimiz açısından son derece önemli olan net sıfır emisyon hedefine ulaşırken temel araç olması gereken yenilenebilir enerji kaynaklarına geçişi yavaşlatmayacak şekilde geliştirilmesi elzemdir. Nihayetinde, bu aracın fosil yakıt endüstrisinin emisyonlarını azaltmaktan alıkoyacak veya onlar yerine azaltım yapacakmış gibi algılanmamasını sağlamak çok önemlidir.