Hükümetlerarası İklim Değişikliği Panelinin (İPCC) 6. Değerlendirme Raporunun üçüncü ve son bölümü olan “Azaltım” konulu rapor yayımlandı. 65 ülkeden 278 bilim insanı mavi gezegenin varoluş mücadelesi için yapılması gerekenleri 2913 sayfalık raporda sundu. Raporda 5. Değerlendirme Raporundan (AR5) bu yana konuya dair yayımlanan 18 bini aşkın akademik çalışma mercek altına alındı.
Aralarında ülkemizden de akademisyenlerin yer aldığı 36 koordinatör başyazar, 163 başyazar, 38 gözden geçirici ile birlikte 354 katkı sunan yazar ve 59212 tane uzman, hükümet görüş ve önerilerini içeren çalışma 2017 yılından sonrası yoğun olmak üzere 7 yıllık büyük bir gayretin meyvesi esasında.
Raporda “Kanıtlar ortada. Şimdi harekete geçme zamanı” ana sloganı çerçevesinde “2030 yılına kadar küresel karbon emisyonlarının yarıya indirilmesinin mümkün olduğu mesajı verildi. Ancak sera gazı salımlarının mevcut halini koruması durumunda ise küresel sıcaklık artışının Paris İklim Anlaşmasının öngördüğü hedef değer olan +1,5°C seviyesinin 2 katını dahi aşarak +3°C’nin üzerinde seyredebileceği de öne çıkan hususlardan biri oldu. Böylesi bir tablo ise hiç kuşkusuz insanlar, ekosistemler ve doğal yaşam üzerindeki baskıların katlanarak artacağı anlamını taşıyor.
EMİSYON ARTIŞLARI DEVAM EDİYOR
İklim değişikliği gerçeğinin anlaşıldığı son 50 yıldaki küresel bazdaki çalışmalara rağmen küresel sera gazı emisyonlarının artmaya devam ettiği, buna karşın artış hızının kısmen azalma gösterdiği ifade edilen raporda son on yıllık süreçte, yani 2010-2019 döneminde kaydedilen sera gazı emisyonlarının insanlık tarihinin en yüksek seviyesi olduğu belirtildi.
Rapora göre 1850’den 2019 yılına kadar atmosfere verilen karbondioksit (CO2) miktarının 2 bin 400 milyar tona (gton) ulaştığı, bu değerin yüzde 58’inin 1850-1990 döneminde salındığı belirtilirken son 30 yıllık süreçte de kalan yüzde 42’lik salımın gerçekleştiği belirtildi.
2019 yılı küresel sera gazı emisyonları esas alınmak suretiyle değerlendirmelerde bulunan raporda 1990 yılında atmosfere yıllık bazda 38 milyar ton karbondioksit eşdeğeri (gton CO2e) sera gazı salımının yapıldığını, bu miktarın 2019 yılında yüzde 54’lük bir artışla 59 gton değerine ulaştığı ifade ediliyor. Raporda ayrıca Paris İklim Anlaşmasının öngördüğü ve Glasgow’da düzenlenen 26. İklim Değişikliği Taraflar Konferansı (COP26) Ana Karar Metninde de kendisine yer bulan küresel sıcaklık artışını sanayi öncesi döneme kıyasla +1,5°C ile sınırlamak için kalan karbon bütçesinin 510 gton olduğu, bu miktarın da mevcut şartlar dahilinde 8 ila 10 yıllık gibi kısa bir süre içerisinde dolacağına dikkat çekiliyor.
Emisyonların gelir düzeyi ile de doğrudan ilişkili olduğu ifade edilen raporda dünya genelinde en zengin yüzde 10’luk hane halkı kesiminin tüketim bazlı emisyonlarının küresel emisyonların yüzde 34 ila yüzde 45’ini oluşturduğunu, buna mukabil gelir düzeyi bağlamında altta yer alan yüzde 50’lik kesimin ise tüm emisyonların sadece yüzde 13-15’inden sorumlu olduğu belirtiliyor. Benzer şekilde kişi başı emisyon üretiminde gelişmiş ülkelerdeki kişi başı emisyonların Asya, Pasifik, Afrika ve Latin Amerika gibi ülkelerdeki değeri 2 kat aştığı vurgulanıyor.
Raporda ele alınan konulardan diğer bir tanesi de bir ülkeye ihraç veya bir ülkeden ithal edilen mal ve ürünlerin üretimine yönelik emisyonlar, yani ticaret endeksli emisyonlar. Bu noktada gelişmiş ülkelerin net ana karbon emisyon ithalatçısı konumunda olduğu vurgulanan raporda Asya ve Pasifik ülkelerinin ise en büyük net CO2 emisyon ihracatçısı oldukları ifade ediliyor. Son 40 yılda dünya ticaret hacminde yaşanan 5 katlık artışın aynı zamanda ticaret endeksli emisyonların da artışına yol açtığı belirtilen raporda 2014 yılından beri küresel emisyonların dörtte birinin (yüzde 25) ticaret bazlı olduğu ifade ediliyor. IPCC, 2006 yılında pik değere ulaşan ticaret bazlı emisyonların daha sonrasında karbon yoğunluğundaki düşüşe bağlı olarak zamanla azalma gösterdiğine, buna karşın artan ticaret hacminin de bu azalmayı dengede tutarak ticaret bazlı emisyon miktarını koruduğuna dikkat çekiyor.
UMUT VAR
Raporda emisyonların insanlık tarihindeki zirve değere ulaştığı, ancak son on yıllık süreçte yıllık bazda ortalama artışların yüzde 1,3 olarak gerçekleştiği, bu değerin bir önceki 10 yıllık süreçte yüzde 2,1 olduğu, dolayısıyla artış hızında 0,8 puanlık bir düşüşün olduğu belirtiliyor.
Yalnız 2018 yılında yine IPCC tarafından yayınlanan “1,5°C Küresel Isınma” adlı özel raporda küresel sıcaklık artışının +1,5°C ile sınırlandırılması için beşeri kaynaklı küresel net karbon emisyonlarının 2030 yılına kadar 2010 yılı değerlerine kıyasla yüzde 45 oranında azaltılması gerektiği, dolayısıyla burada yaşanan artıştan azalmanın 2030 yılına kadar emisyonlarda yüzde 14’lük net bir artış sağlayacağı, bu durumda da artış hızında görülen 0,8 puanlık bir düşüşün çok da etkili olmayacağı ve +1,5°C değerinin bu çerçevede “ulaşılamaz” olduğu vurgulanıyor.
Buna karşılık olarak raporda son yıllarda enerji verimliliği, ormansızlaşmanın önlenmesi, yenilenebilir enerjinin teşvik edilmesi gibi alanlarda geliştirilen iklim odaklı politikaların, yapılan yatırımların, teknolojik gelişmelerin, yenilenebilir enerji kaynaklarında görülen maliyet düşüşlerinin de sevindirici olduğuna dikkat çekilerek hala bir umudun olduğu belirtiliyor.
Aralarında Fransa, ABD gibi ülkelerin de yer aldığı 10’dan fazla ülkenin emisyonlarını +2°C ile uyumlu bir şekilde ortalama olarak yüzde 4 oranında azalttığı belirtilen raporda 2030 yılı emisyon azaltım hedefinin yarısını karşılayabilecek maliyet-etkin karbon emisyonu azaltım yöntemlerinin de olduğuna vurgu yapılıyor.
Güneş ve rüzgâr gibi yenilenebilir enerji kaynaklarından üretim maliyetlerinin son 10 yıllık dönemde sırasıyla yüzde 85 ve yüzde 55 oranında azalma gösterdiği, haliyle fosil yakıtlardan daha uygun maliyetle elektrik üretmenin mümkün olduğu belirtilen raporda 2019 yılında nükleer, HES gibi karbonsuz veya düşük karbonlu teknolojilerden elektrik enerjisi üretiminin yüzde 37 oranında gerçekleştiği ifade ediliyor. Keza lityum-iyon batarya teknolojisindeki gelişmelere paralel olarak maliyetlerde yaşanan yüzde 85’lik azalmanın elektrikli araçlara olan talebi de arttırdığı, 2010’dan bu yana üretilen araç sayısında yüz katlık bir artış sağladığına ayrıca dikkat çekiliyor.
Raporda bununla birlikte dijitalleşmenin robotik, yapay zekâ, nesnelerin interneti gibi uygulamaların enerji verimliliğini artırmada ve yenilenebilir gücü yönetmede oldukça etkili olduğuna dikkat çekiliyor.
Buradan hareketle rapor +1,5°C için 2020-2025 dönemi içerisinde küresel emisyonların zirve değere ulaşmasını, 2030 yılında ise 2019 yılına kıyasla sera gazı emisyonlarında en az yüzde 43’lük bir azalış kaydedilmesini öneriyor. Aynı süreçte karbondioksit (CO2) emisyonlarının yüzde 48, metan (CH4) emisyonlarının da üçte bir oranında azalması gerekiyor.
Raporda, bu değerler sağlansa dahi, atmosferde bulunan yüksek miktardaki karbon emisyonlarının etkisiyle +1,5°C derecenin yine de aşılacağı, ancak yüzyılın sonunda sıcaklık artışının -özellikle de net negatif emisyonlar yoluyla- karbon oranındaki düşüşlere bağlı olarak stabil hale gelerek +1,5°C’nin sağlanacağı ifade ediliyor.
Küresel sıcaklık artışının +2°C derece ile sınırlandırılması hedefinde de benzer şekilde 2020-2025 emisyonların pik yapması ve 2030 yılına kadar da sera gazlarında en az dörtte bir oranında azalmanın sağlanması gerekiyor.
EN BÜYÜK ARTIŞ “ULAŞIMDA”
2019 yılı küresel sera gazı emisyonlarının sektörel bazlı analizinde tüm sektörlerde artışların yaşandığı ifade edilen raporda emisyonların yüzde 35’inin enerji tedariki, yüzde 14’ünün sanayi faaliyetleri, yüzde 22’sinin tarım, ormancılık ve arazi kullanımı, yüzde 15’inin ulaştırma ve yüzde 6’sının da binalardan kaynaklandığı belirtildi.
Ancak enerjinin elektrik üretimi ve ısınma amaçlı kullanımı kapsamında nihai kullanıcılarına dağıtımı yapıldığında en büyük sera gazı üreten sektörün yüzde 24 ile sanayi sektörü olduğu, binaların da yüzde 6’dan yüzde 16 oranına ulaşarak en büyük üçüncü alan olduğu, enerji tedarikinin de yüzde 12’de kaldığını görüyoruz.
Yıllık bazda ortalama emisyonlardaki artışların bir önceki 10 yıllık dönem ile mukayese edildiğinde en yüksek artışın yaşandığı alan yüzde 1,8 ile ulaşım olurken bu değerler sanayide yüzde 1,4, enerjide ise yüzde 1 ile karşımıza çıktı. Rapora göre bir önceki 10 yıllık dönem olan 2000-2009 periyodunda ulaşım kaynaklı ortalama yıllık emisyon artışları yine yüzde 1,8 olarak gerçekleşmiş, aynı dönemde bu değerler sanayi için yüzde 3,4 ve enerjide yüzde 2,3 olmuştu. Dolayısı ile sanayi ve enerjide artış hızında düşüşler görülürken ulaşımda tersi bir seyir yaşanmış durumda.
Şehirleşmenin giderek büyümesi emisyonlara da aynı şekilde sirayet etmiş, küresel emisyonlar içerisindeki etkisinde gözle görülür bir büyüme kaydetmiştir. Rapora göre 2015 yılında şehirler 25 gton ile küresel emisyonların yüzde 62’sinden sorumlu iken bu değer 2020 yılında 29 gtona ulaşarak yüzde 67-72 oranına yükseldi. Burada havacılık ve denizcilik emisyonları dahil edilmezken şehirlerde doğrudan oluşan emisyonlar ile şehirlere sunulan elektrik/gıda üretimi gibi dolaylı emisyonlar, yani kısacası tüketim bazlı emisyonlar kapsanıyor. Gelişmişlik düzeyi, yaşam standartları ve nüfus sayısı gibi değişkenlere bağlı olarak emisyonların oluşmasında bölgesel bazda büyük farklılıklar görülebiliyor.
TALEP YÖNLÜ EMİSYONLAR “İLK KEZ” RAPORDA
İlk kez bir IPCC çalışmasında talep bazlı azaltım metotları üzerinde yoğunlaşıldı. Sosyal bilimler genelde nadiren IPCC tarafından ele alınırken son yıllarda çok sayıda bilimsel çalışmanın bu alana değinmesi ilgileri bu yöne kaydırdı. Raporda bu konuda ilk kez yeni bir bölüme yer verildi.
Rapora göre özellikle de varlıklı kesimde mevcut yaşam tarzlarına kıyasla kültürel ve davranışsal değişikler oluşması halinde emisyonlarda yüzde 40 ila yüzde 70 oranında bir azaltım sağlanabileceği öngörülüyor. Bu noktada bisikletli ulaşım, uzun mesafeli uçuşlardan kaçınma, bitkisel yoğunluklu beslenme, gıda kayıp ve atıklarını önleme, enerji verimli bina konseptine (neredeyse sıfır enerjili bina -nzeb) geçiş gibi eylemler talebe dayalı en etkili azaltma seçenekleri arasında gösteriliyor. Dünya Kaynakları Enstitüsü (WRI) sözü edilen geçişlerin cazip hale gelebilmesi için düşük emisyonlu teknolojilerin teşvik edilmesi, fosil yakıt ve emisyon yoğun araç ve faaliyetlerin vergilendirilmesi, enerji verimliliğini zorunlu hale getiren standartların yaygınlaştırılması, şehirlerin bisikletli ulaşıma uygun altyapı ile donatılması gibi eylemlerin insanların daha düşük emisyonlu yaşam tarzlarına geçişine yardımcı olabileceğine işaret ediyor. Davranışların şekillenmesinde birtakım eylemlerin görünür kılınmasının da geçişi hızlandırabileceği düşünülmektedir. Örneğin menülerde vejetaryen kısmın ayrı bir bölüm yerine ana menüde alternatif olarak sunulması gibi.
IPCC değerlendirmelerine göre tüketim bazlı emisyon salımı esas alındığında yüzde 1’lik üst dilim, en alttaki yüzde 50’lik dilimin en az 70 katından fazla bir kirliliğe yol açıyor. En az gelişmiş ülkeler (Least Developed Countries-LDC) küresel emisyonlara sadece yüzde binde 4, küçük ada devletleri (Small Island Developing States -SIDS) ise yüzde 0,5 etki yapıyor.
NET SIFIRA GİDEN YOL
Bu raporda 09 Ağustos 2021’de yayımlanan IPCC’nin ilk çalışma grubu raporundaki senaryoların (RCP: Temsili Konsantrasyon Yolları, SSP: Ortak Sosyoekonomik Yollar) aksine farklı senaryolar geliştirildi. Bunun için enerji teknolojileri, enerji kullanım seçenekleri, arazi kullanım değişimleri ve emisyonların önlenmesine yönelik toplumsal eğilimleri dikkate alan Entegre Değerlendirme Modeli (IAMs) üzerinden sayıları 3 bini aşan farklı emisyon projeksiyonları oluşturuldu. Raporda anılan projeksiyonlar, küresel ısınma değerleri esas alınarak 8 iklim kategorisi (C1-C8) altında toplandı. Burada küresel sıcaklık artışları sanayi öncesi döneme kıyasla +1,5°C (C1, C2) ila +4°C (C8) üstü olabilecek şekildeki sıcaklık artış senaryoları değerlendiriliyor.
Bu 8 kategoriye ilave olarak 7 tane de “Açıklayıcı Yollar (IPs)” adında senaryolar kullanıldı. Bu IPs’ler içerisinde halihazırdaki politikaları içeren bir yol (Cur-Pol), 2030 katkı beyanlarıyla (NDC) uyumlu ancak ilave bazı tedbirlerin geliştirildiği bir yol (Mod-Act) ile birlikte 5 tane de sıcaklık artışını +2°C’nin oldukça altında veya +1,5°C ile sınırlı tutabilecek yoğun emisyon azaltım yolları esas alındı.
Tüm bu senaryolarda önümüzdeki birkaç 10 yıllık dönemde emisyonların yoğun miktarda azaltılması, en geç 2020-2025 dönemi içerisinde emisyonların zirve değere ulaşması, karbondioksit emisyonlarının ise 2030 yılına kadar 2020 yılı değerlerine kıyasla en az yüzde 25 ila yüzde 50 üzeri oranında azaltılması gerektiği sonucuna varıldı.
Küresel sıcaklık artışını +1,5°C derecenin altında tutmayı öngören C1 iklim kategorisine göre 2030 yılına kadar küresel sera gazı emisyonlarının 2019 yılına kıyasla yüzde 43, 2050 yılında ise yüzde 84 azalması gerekiyor. Aynı süreçte küresel karbon emisyonları da 2030 yılına kadar yüzde 48, 2050’lerin başında ise net sıfır olması gerekiyor. Yine metan (CH4) emisyonlarının da 2030 yılına kadar yüzde 34, yani üçte bir oranında azalması bekleniyor.
Küresel sıcaklık artışını +2°C derece ile sınırlamayı hedefleyen C3 iklim kategorisine göre ise metan (CH4) emisyonlarının 2030 yılına kadar en az yüzde 20 azalması gerekirken, gerek +1,5°C hedefini öngören C1 ve C2 iklim kategorileri gerekse de +2°C hedefi için C3 iklim kategorisine göre 2050 yılına kadar ikinci büyük sera gazı olan metan (CH4) ve üçüncü büyük sera gazı olan nitrözoksit (N2O) emisyonlarının en az yüzde 50 (yarı yarıya) azalması öngörülüyor.
Net sıfır açısından bakıldığında ise C1 gibi küresel sıcaklık artışını +1,5°C olarak hedefleyen C2 iklim kategorisine göre 2055-2060 arasında ortalama bazda net sıfıra, küresel sıcaklık artışını +2°C derece ile sınırlamayı hedefleyen C3 iklim kategorisine göre ise 2070-2075 arasında net sıfıra ulaşılması öngörülüyor. Her ne kadar net sıfır için uzun bir zaman diliminden bahsediliyor olsa da bu durum emisyon azaltım aciliyetini ortadan kaldırmıyor.
AZALTIMLAR NEREDEN YAPILACAK?
IPCC sera gazı salımının azaltılmasının veya sonlandırılmasının yanında atmosferde bulunan ve daha önceden salınan sera gazlarının da azaltılması gerektiğini öneriyor. Enerji, ulaşım, gıda, sanayi, bina vb. tüm sektörlerde hızlı ve köklü dönüşümlerin olması gerektiğinin altını çizen IPCC bu noktada ilk kez karbon tutma ve depolama sistemlerine de yer vermek suretiyle karbon giderme metotlarının yaygınlaşmasını öneriyor.
İlk kez bu raporda, yani IPCC’nin Altıncı Değerlendirme Raporunun 3. Çalışma Grubunda insanların tercihlerinin emisyonlar üzerindeki etkilerini ele alan bir bölüm yer aldı. Raporda yapılan hesaplamalara göre hayat tarzları veya tercihlerin değişmesi ile emisyonlarda yüzde 40 ila yüzde 70 arasında bir azaltım sağlayabileceği, ancak bunun bireyselden ziyade toplumsal bazda yapısal ve kültürel değişimlerle olması gerektiği, hâlihazırda içerisinde bulunduğumuz Covid-19 sürecindeki kısıtlamaların kısa vadede büyük çapta hayat tarzı ve davranış değişimlerini mümkün kılabildiğini gösterdiği vurgulandı. Bu noktada en büyük azaltım potansiyelinin 8 milyar ton CO2 eşdeğeri ile gıdaya dair talep değişikliklerinde olacağı ifade edilen raporda kara ulaşım seçeneklerinin 6,5 milyar ton CO2 eşdeğeri ile ikinci büyük potansiyele sahip olduğu belirtiliyor.
Raporda ayrıca en önemli sera gazı kaynağı olan sanayide azaltımın zorlu olmakla birlikle mümkün olduğu, bu minvalde tüm değer zinciri boyunca koordine eylemler bütünü ile bu zorlukların aşılabileceği; malzeme ve enerji verimliliği, talep yönetimi, döngüsel materyal akışını sağlama, emisyon azaltıcı teknolojilere geçiş veya proses değişimleri gibi seçeneklerin değerlendirilebileceği ifade ediliyor. Bunun yanında yeni üretim süreçleri, hidrojen ve karbon yakalama ve depolama sistemlerinin yaygınlaşmasının gerektiği belirtilen raporda ayrıca yakın zamanda ticari aşamaya geçmesi beklenen ve demir çelik gibi bazı karbon yoğun sektörlerde düşük/sıfır emisyonlu prosesler bu noktada örnek gösteriliyor.
Raporda ayrıca düşük karbonlu tercihlerin ferdi karbon ayak izini 9 ton CO2 kadar indirebileceği, ancak bunun için sadece uçuşların azaltılması değil, bitkisel bazlı beslenme, toplu taşımaya geçiş, elektrikli araç, bisikletli ulaşım veya ısı pompası gibi seçeneklerin de ele alınması ile sağlanabileceği vurgulanıyor. Yine, binalar bazında da geçtiğimiz on yıllık süreçte “neredeyse sıfır enerjili bina” örneklerinin oldukça yaygın bir seyir izlediği, daha fazla yalıtımın enerji tasarrufu yanında konforu da artırdığı, enerji verimli ve geri kazanılabilir malzeme kullanımının yaygınlaşması gerekliliği de dile getiriliyor.
Dijital dönüşümün de azaltıma büyük katkı sunduğuna değinilen raporda nesnelerin interneti, robotik, yapay zekâ gibi uygulamaların her sektörde en büyük emisyon kaynağı olan enerji yönetimini daha etkin hale getirebileceğini, ancak bu dönüşümün etkin yönetilmemesi halinde de elektronik atıklar, iş gücü pazarındaki olumsuz etkiler gibi hususların daha büyük meselelere yol açabileceği de özellikle hatırlatılıyor. Çeşitli sektörlerde azaltım konusunda emisyon ticaret sistemi (ETS) veya karbon vergileri gibi çeşitli politika araçlarının kullanımının sürekli artış gösterdiğine dikkat çekilen raporda 2020 itibarı ile küresel emisyonların yüzde 20’sinin karbon vergisi veya ETS kapsamında yönetildiği, ancak azaltım noktasında ciddi bir gelişme sağlanamadığına da yer veriliyor.
NASIL BİR BESLENME?
Raporda yer alan değerlendirmelere göre gıda sistemleri küresel emisyonların yüzde 42’sini oluşturuyor. Bu noktada 1990’dan 2018 yılına gıda sistemleri kaynaklı emisyonların yıllık bazda 14 gton CO2 eşdeğerinden 17 gton CO2 eşdeğerine yükseldiği, hane halkı karbon ayak izi bazında da gıda sistemlerinin tüm gelir gruplarında baskın kaynak olduğu ve küresel bazda ortalama olarak karbon ayak izinin yüzde 28’ini oluşturduğuna dikkat çekiliyor. Rapora göre gıda sistemlerinden kaynaklanan emisyon salımında çeltik üretimi ve büyükbaş yetiştiriciliği ana katkı sunan kaynaklar oldu.
Buradan hareketle raporda bitkisel bazlı beslenme gibi sürdürülebilir sağlıklı beslenme yöntemlerine geçiş olduğunda teknik olarak 3,6 gton CO2 eşdeğeri emisyon azaltım potansiyeli olduğu değerlendiriliyor.
Gıda sistemlerinden kaynaklı emisyonlarda öne çıkan diğer bir husus ise gıda atık ve kayıpları. Küresel bazda üretilen gıdaların yüzde 20 ila yüzde 40’ının henüz pazara sunulmadan kaybedildiği veya hanelerde atık haline geldiği değerlendirmelerine yer verilen raporda gıda atıklarının 2010 ila 2016 dönemindeki yıllık bazdaki küresel sera gazı emisyonlarının yüzde 8-10’una tekabül ettiği, gıda kayıp ve atıklarının azaltılmasının teknik olarak 2,1 gton CO2 eşdeğeri emisyon azaltım potansiyeli olduğu söylenmektedir. Gıda kayıplarının önlenmesi, beslenme tarz ve tercihlerinin değişmesi ile daha az enerji, arazi ve kaynak talebi ile ilave birçok fayda sunacaktır. Böylece gıdanın üretildiği alanlarda gıda güvenliği daha az baskılanacaktır.
ENERJİDE DÖNÜŞÜM
Raporda yer alan verilere göre enerji tedarik sektörü yüzde 34’lük pay (20 gton CO2 eşdeğeri) ile 2019 yılında en büyük emisyon salım alanı oldu. Bu emisyonların 4 gton CO2 eşdeğeri kaçak emisyonlardan oluşurken 14 gton CO2 eşdeğeri ise elektrik ve ısı üretiminden kaynaklanıyor.
Rapora göre +1,5°C hedefi için 2030 yılında 2019 yılı değerlerine kıyasla yüzde 43 oranında, diğer bir söylem ile 24 gton CO2 eşdeğeri azaltım gerekiyor. Bu değerin üçte birine tekabül eden 8,4 gtonluk azaltımı tek başına güneş (4,5 gton) ve rüzgârdan (3,9 gton) karşılanabileceği vurgulanıyor. Hâlihazırda güneş ve rüzgârın küresel bazda elektrik enerjisi üretimindeki payı yüzde 10’un üzerine çıktı. Bu değerin 2030 yılında yüzde 42’ye ulaşması öngörülüyor. Bu veri de Uluslararası Enerji Ajansının “Net Sıfır Senaryosuna” göre 2030’da güneş ve rüzgârın payının yüzde 40 olması gerektiği önerisi ile örtüşüyor. Bu durumun hayata geçmesi için de geçtiğimiz 10 yıllık süreçte yıllık bazda yüzde 20’den fazla büyüyen bu iki sektörün büyüme hızını içinde bulunduğumuz 10 yıllık süreçte de koruması gerekiyor.
Raporda daha az fosil yakıt kullanmanın küresel ısınmayı belirli değerlerde sınırlamak için “temel” olduğuna vurgu yapılıyor. Bu noktada kömür kullanımının 2019 yılına kıyasla 2030 yılına kadar yüzde 75, 2050 yılına kadar yüzde 95 azaltılması; gaz kullanımının 2019 yılına kıyasla 2030 yılına kadar yüzde 10, 2050 yılına kadar yüzde 45 azaltılması; benzer şekilde petrol kullanımının da 2019 yılına kıyasla 2030 yılına kadar yüzde 10, 2050 yılına kadar yüzde 60 azaltılması gerektiğine dikkat çekiliyor.
Aynı şekilde rapor düşük karbonlu enerji kaynaklarının hızla büyüdüğünü, 2100 yılında birinci enerji kaynağının yüzde 88’ini oluşturacağını ifade ediyor.
BİSİKLETLİ VEYA SIFIR EMİSYONLU ULAŞIM
İklim azaltım hedeflerine ulaşmada ulaştırma sektöründe dönüşüm gerekliliğine ayrıca değinilen raporda ulaştırmanın 2019 küresel emisyonları içerisinde yüzde 15 ile dördüncü büyük alan olduğu, bunun yüzde 69’unu kara ulaşımının, yüzde 9’unu deniz ulaşımının ve yüzde 7’sini ise hava ulaşımının oluşturduğu ifade ediliyor.
Tedbir alınmaması halinde 2050’de özellikle kargo taşımacılığı ve yolcu servislerine yönelik talep artışına bağlı olarak ulaşım kaynaklı emisyonların yüzde 65 artacağı öngörülen raporda bilakis etkili azaltım stratejilerinin hayata geçirilmesi ile sektörel bazda emisyonların yüzde 68 azaltılabileceği, bu durumun da +1,5°C hedefi ile uyumlu olduğu belirtiliyor. Covid-19 sürecinde ulaşım kaynaklı emisyonların azalmasını örnek gösteren rapor bu çerçevede toplumsal bazda davranış değişikliklerinin etkili olduğunu söylüyor.
Şehir ulaşımının tek başına küresel karbon emisyonlarının yüzde 8’ini oluşturduğu belirtilen raporda IPCC’nin Beşinci Değerlendirme Raporundan (AR5) bu yana en büyük gelişimin elektromobilite (elektrikli araçlar/bisikletler/otobüsler/scooter vs.) alanında yaşandığına, bu durumun da emisyonların azaltılması bağlamında pozitif etki yaptığına işaret ediliyor. Benzer şekilde teknolojik gelişmeler ışığında son 10 yıllık süre zarfında lityum-iyon batarya maliyetlerinde yüzde 85’e varan orandaki azalışın hiç kuşkusuz elektrikli araçlara yönelimi hızlandırdığı, bu bağlamda elektrikli araç sayılarında yüz katlık bir yükselişin görüldüğüne dikkat çekiliyor.
BİR YUTAK ALANI OLARAK “TOPRAK”
Rapora göre küresel emisyonların yüzde 22’si tarım, orman ve diğer arazi kullanımı (AFOLU) faaliyetlerinden kaynaklanıyor. Bu emisyon grubunda bölgeden bölgeye ciddi farklılıklar var. Örneğin Latin Amerika ve Karayipler küresel AFOLU emisyonlarının yüzde 58’ine katkı sunarken bu değer Kuzey Amerika ve Avrupa’da sadece yüzde 7 civarında seyrediyor.
AFOLU emisyonlarının yarısının ormansızlaşmadan kaynaklandığı belirtilen raporda son 10 yıllık dönemde ormansızlaşmanın azaldığı, bu süre zarfında önemli karbon yutak alanı ve biyoçeşitliliğe ev sahipliği yapan tropik ormanlardaki kayıpların daha çok görüldüğüne ayrıca dikkat çekiliyor. AFOLU sektörü karbon emisyonlarının yanı sıra diğer iki büyük sera gazı olan metan (CH4) ve nitrözoksit (N2O) emisyonları açısından da öne çıkıyor. Hayvancılık, gübre üretim ve kullanımı gibi işlemler bu noktadaki en büyük kaynaklar.
2020 yılı verilerine göre dünya ormanlarının kapladığı alan yüzde 31, yani karasal alanların üçte biri ormanlarla kaplı. En çok orman varlığı olan ülkeler sırasıyla Rusya, Brezilya, Kanada, ABD ve Çin. Arazi kullanım değişimlerine rağmen karasal ekosistemler önemli birer karbon yutağı oldular ve 2010-2019 döneminde beşerî kaynaklı karbon emisyonlarının üçte birini gidererek dünyamıza nefes oldular.
Rapora göre AFOLU sunduğu gıda, odun ve diğer kaynakların yanı sıra iklim değişikliği ile mücadelede de önemli katkılar sunuyor. Bu çerçevede kara tabanlı iklim değişikliği ile mücadele tedbirlerinin emisyon azaltımında önemli etkiler oluşturacağı, tahminlere göre de AFOLU sektörünün 2050 yılında +1,5°C hedefine destek amaçlı küresel sera gazı emisyonlarını yüzde 20-30 azaltabileceği öngörülüyor. Rapora göre AFOLU sektörü 2020-2050 döneminde yıllık bazda ekonomik olarak 8 ila 16 gton CO2 eşdeğeri emisyon uzaklaştırabilir. Bu değer teknik kapasitesinin yarısı kadar aslında. Raporda ayrıca AFOLU’nun iklim hedeflerine katkısının “nispeten düşük bir maliyetle” gelebileceği belirtiliyor.
İPCC küresel bazda yapılan bilimsel çalışma sonuçlarına göre ormanların, kıyısal sulak alanların, otlakların korunması ve yenilenmesinin 2020-2050 döneminde yıllık bazda 7,3 gton CO2 eşdeğeri emisyon azaltabileceğini gösteriyor. Keza toprak karbon yönetimi, etkin hayvancılık faaliyetleri ile yıllık bazda 4,1 gton CO2 eşdeğeri emisyon azaltımı sağlanabilirken bitkisel odaklı beslenme ve gıda atıklarının azaltılması gibi talep yönlü değişimlerle de 2,2 gton CO2 eşdeğeri emisyon azaltabileceği ifade ediliyor.
Diğer bir emisyon azaltıcı yöntem ise Biyoenerjili Karbon Giderme (BECCS). Bu sistem ekin ve odun artıkları gibi biyoyakıt kaynaklarının enerji üretmek amacıyla yakılması ve bu esnada çıkan karbondioksitin tutulmasını konu ediniyor. Yeni bir teknoloji olsa da rapora göre bu yöntemin 2020-2050 dönemi boyunca yıllık bazda ortalama 5,9 gton CO2 eşdeğeri emisyon azaltabileceği değerlendiriliyor.
Raporda AFOLU sektörüne yönelik son bir değerlendirme de yatırımlara dair. Bu noktada küresel bazda kara tabanlı iklim tedbirleri için halihazırda yıllık ortalama olarak 700 milyon dolarlık yatırımın yapıldığı, ancak AFOLU sektöründen beklenen yüzde 30 emisyon azaltımı hedefinin sağlanabilmesi için 400 milyar dolara ihtiyaç duyulduğu belirtiliyor.
KARBON UZAKLAŞTIRMA ŞART MI?
Paris İklim Anlaşmasının koyduğu ve COP26 kararlarında da kendisine doğrudan yer bulan küresel sıcaklık artışının sanayi öncesi döneme kıyasla +1,5°C derecede tutulması için karbon uzaklaştırmanın kesinlikle gerekli olduğunun altı çizilen raporda bu noktada ormansızlaşmanın durdurulması ve doğrudan karbon yakalama gibi alternatiflerin kaçınılmaz olduğu değerlendiriliyor.
Rapora göre Paris İklim Anlaşması dahilinde taraflarca sunulan niyet edilen katkı beyanlarının (NDC) +1,5°C hedefinden uzak olduğu, bu minvalde yıllık bazda 19 ila 26 gtonluk CO2 eşdeğeri bir emisyon açığının olduğu -ki en çok emisyon salan Çin ve ABD’nin toplam emisyonlarından daha büyük bir değer- dolayısıyla NDC’lerin güçlendirilmemesi halinde küresel sıcaklık artışının +1,5°C değerini en az 0,15°C ila 0,3°C aşacağını, haliyle Paris İklim Anlaşmasının temel hedefi olan yüzyıl sonunda küresel sıcaklık artışını tekrar +1,5°C indirgemek için net negatif karbon emisyonlarına ihtiyaç duyulacağı belirtiliyor.
Biyolojik yöntemlerden ağaç dikimi veya biyoyakıtlı karbon yakalama ve depolama (BECCS) sistemlerinin yanında kimyasal yöntemlerden olan Doğrudan Havadan Karbon Yakalama (DAC) sistemlerine yer verilen raporda küresel sıcaklık artışını +1,5°C veya +2°C ile sınırlamayı içeren tüm senaryolarda kara bazlı karbon giderme yöntemleri (ağaç dikimi, BECCS) ile doğrudan karbon tutumu (DAC) gibi yöntemlerden bir ve birkaçı kullanılmıştır.
Rapora göre küresel sıcaklık artışını sanayi öncesi döneme kıyasla +2°C ile sınırlama hedefi senaryolarında 2020-2100 döneminde kümülatif bazda toplam karbon gideriminin BECCS için 328 gton, kara bazlı tedbirler için 252 gton ve havadan doğrudan karbon yakalama ve depolama (DAC) için de 29 gton değerine ulaşması öngörülüyor.
Ancak BECCS ve DAC sistemlerinin henüz yaygınlaşmadığı, karbon giderme yöntemlerinde ağaç dikimi ve ekosistem yenilemenin daha yaygın olarak değerlendirildiğine değinilen raporda DAC’ların yüksek enerji ihtiyacı ve yüksek maliyetleri dolayısı ile sınırlı miktarda kullanıldığı ifade ediliyor.
Raporda yer verilen diğer bir karbon uzaklaştırma mekanizması da Güneş Jeo-mühendisliği. Bu alanda yapılan çalışmalardaki temel amaç güneş ışığının dünya üzerindeki etkisini azaltarak küresel sıcaklık artışını bir nebze olsun azaltabilmek. Bu noktada havaya daha çok aerosol salımı, ısı tutan bulutların azaltılması vb. yöntemler üzerinde çalışmaların yapıldığı, ancak güneş jeo-mühendisliğinin iklim değişikliğine yönelik ana bir politika aracı olamayacağı, bununla birlikte net sıfır açısından da yardımcı bir unsur olabileceği vurgulanıyor. Keza bu yöntemin ekosistemler, canlılar ve insanlar üzerindeki riskleri konusunda da yeterli çalışmanın yapılması gerekliliği de ayrıca ifade ediliyor.
Bununla birlikte rapor özellikle okyanuslardaki gelgitler dolayısı ile oluşan kıyı bataklıkları, mangrovlar ve deniz çayırları gibi sığ kıyı ekosistemlerinin karbon depolarını artırmak üzere “mavi karbon yönetimi” de dahil olmak üzere okyanus bazlı CO2 uzaklaştırma yöntemlerinin fizibilitesini de ele alıyor.
YATIRIMLARDA ARTIŞ GEREKİYOR
Düşük karbonlu bir dünyaya geçiş için, diğer bir söylem ile 2030 yılı azaltım hedeflerinin etkin olarak hayata geçebilmesi için iklim finansmanının en az 3 ila 6 kat artması gerektiğine dikkat çekilen raporda bu değerlerin bölgeden bölgeye, sektörden sektöre ve küresel sıcaklık hedef değerlerine göre farklılık gösterdiği üzerinde duruyor.
Rapora göre sadece elektrik sektöründe +1,5°C hedefi ile uyumlu hareket için yapılması gereken küresel yatırım tutarı 2023-2052 döneminde yıllık bazda 2,3 trilyon dolar. Bu değer küresel sıcaklık artışını +2°C derece ile sınırlama hedefinde 1,7 trilyon dolar olarak karşımıza çıkıyor. Aynı şekilde tarım, orman ve arazi kullanımı sektöründe de Paris İklim Anlaşması hedefleri ile uyumlu hareket için yatırımların 10 ila 29 kat arasında artması bekleniyor. Yine küresel sıcaklık artışını +2°C ile sınırlamak için bölgesel bazda ihtiyaç duyulan yatırımların Güneydoğu Asya ve Pasifikteki gelişmekte olan ülkelerde 5 kat, Afrika’da 7 kat, Orta Doğu’da ise 12 kat artış sağlaması gerekiyor.
Diğer taraftan düşük emisyonlu teknolojilerin birim maliyetlerinde yaşanan düşüşler de sevindirici olarak yorumlanıyor. Karbon önleme veya giderme alanlarına baktığımızda rapora göre azaltma potansiyeli 2,1-5,6 gton CO2 eşdeğeri olan rüzgârın ton başına azaltım bedelinin 50 dolar olduğu, aynı şekilde azaltma potansiyeli 2-7 gton CO2 eşdeğeri olan güneşin ton başına azaltım bedelinin yüz dolar olduğu, buna mukabil nispeten yeni teknoloji olan Doğrudan Havadan Karbon Tutma (DAC) sisteminin ise ton başına azaltım bedelinin 200 dolar olduğu ifade ediliyor. Tüm bu değerlendirmeler ışığında 2030 yılına kadar küresel sera gazı azaltımının ton başına yüz dolar ile 2019 değerlerine kıyasla yarı yarıya indirilebileceğine yönelik bilgi de raporda kendisine yer bulmuş durumda.
Rapora göre ikinci en etkili sera gazı olan metan (CH4) 2019 yılı sera gazı emisyonlarının yüzde 6’sını oluşturuyor. Ancak küresel ısınma potansiyeli karbondioksitten 28 ila 84 kat daha fazla. Küresel sıcaklık değerindeki artışın +1,5°C olması hedefi için 2030 yılına kadar küresel metan emisyonlarının üçte bir oranında azaltılması gerekiyor. IPCC fosil yakıt kaynaklı CH4 emisyonlarının yüzde 50-80’inin mevcut teknolojilerle ton başına maliyetinin 50 doların altında olacak şekilde giderilebileceğini belirtiyor. IPCC’ye göre metan (CH4) ile birlikte üçüncü büyük sera gazı olan nitrözoksit (N2O) emisyonlarını günümüz değerine kıyasla yüzde 50 azaltma maliyeti düşük seyrederken daha fazla azaltım içinse ancak et yoğunluklu beslenmenin terk edilmesi gibi birtakım alışkanlıkların değişmesi gerekiyor.
Raporda önem verilen hususlardan birisi de AR-GE çalışmalarına yönelik. Burada güneş enerjisinden elektrik üretiminin birim maliyetinde yüzde 85’lik azalmanın olduğu, ancak bu seviyeye gelmenin 60 yılı bulduğu hatırlatılarak bu noktadaki çalışmaların önemine değiniliyor. Ayrıca +2°C hedefinin sağlanabilmesi için de 2050 yılına kadar güneş kapasitesinin 2020 yılı değerlerine kıyasla en az 15 kat, rüzgârın da aynı periyotta en az 10 kat büyümesi gerektiği belirtilirken aynı zamanda da kömürden yüzde 87 oranında çıkış olması gerektiği üzerinde duruluyor.
DAHA BÜYÜK BEDEL ÖDEMEMEK İÇİN “KÜÇÜK BİR BEDEL”
Rapor esasında sıcaklık artışını +2°C ile sınırlamak için 2030 yılına kadar yapılması gereken finansal akışların 3-6 kat daha düşük olduğunu ifade ediyor, ancak yatırım açığının kapanmasına yetecek miktarda küresel sermaye ve likiditenin var olduğuna da dikkat çekiliyor.
Rapora göre küresel sıcaklık artışının mevcut emisyon, tedbir ve taahhütler ışığında +3°C aşabilme ihtimali var. Bu durum hâlihazırda yaşadığımız hadiselerin -ki sadece +1,2°C artışın etkisi- katlanarak karşımıza çıkması anlamını taşıyor. Azalan uyum maliyetleri veya iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin ekonomik faydaları hesaba katılmaksızın küresel ısınmayı +2°C veya daha düşük bir değerle sınırlamak için gerekli tedbirlerin alınması 2050’de beklenen Gayri Safi Yurtiçi Hasılada (GDP) sadece birkaç puan azalması anlamına geliyor.
Rapor kapsamında ele alınan bazı bilimsel çalışma sonuçları esas alındığında +1,5°C hedefine uygun hareket edildiğinde küresel GDP referans değere göre yüzde 2,6-4,2 daha düşük seyrederken +2°C hedefinde bu değerin yüzde 1,3-2,7 olması bekleniyor. Burada ekonomilerin küçüleceği ifade edilmiyor, nispeten daha düşük bir büyümeden bahsediliyor. Rapora göre +1,5°C hedefi için küresel büyümedeki yavaşlama yıllık bazda ortalama yüzde 0,04 iken +2°C için bu değer yüzde 0,03 gibi düşük değerler olarak gerçekleşmesi bekleniyor. Dolayısıyla raporda daha büyük bedel ödememek için düşük karbonlu bir hayata geçişte mevcut rahatımızdan biraz ödün verilmesi gerektiği ifade ediliyor.
RAPORA YÖNELİK “TEK SES”
Raporun yayımlanmasına müteakip konuya dair birçok açıklama yapıldı. İPCC Üçüncü Çalışma Grubu Eş Başkanı Jim Skea iklim değişikliğinin bir asırlık vahşi enerji ve arazi kullanımı, üretim ve tüketim kalıplarına dayanan yaşama alışkanlıkları sonucu ortaya çıktığını, bu raporun da şimdi harekete geçmenin ve daha adil ve sürdürülebilir bir dünyaya nasıl geçileceğini gösterdiğini beyan etti.
Rapor ne yazık ki Rusya-Ukrayna savaşının gölgesinde kalarak kamuoyunda gerekli karşılığı alamadı. Ancak tepkilerde tek seslilik vardı. Rapora yönelik en sert değerlendirme BM Genel Sekreteri Sayın Antonio Guterres’ten geldi. Yaptığı açıklamada birçok liderin esasında söylediğinin tersini yaptığını, kısacası yalan söylediğini ve dünyayı bir felakete sürüklediğini ifade etti.
Rusya-Ukrayna savaşı sebebiyle yükselen enerji fiyatları, ülkelerin enerji politikalarını gözden geçirmelerine yol açtı. ABD, İngiltere, AB gibi büyük emisyon üreticileri fosil yakıtları artırmayı düşünürken IPCC raporu bu tür bir hamlenin 1,5°C hedefinin çok gerisinde kalacağını gösteriyor.
ABD Başkanlık İklim Özel Elçisi Sayın John Kerry de daha hızlı adımların atılması gerekliliğini yineledi. Raporun iklim krizinin olumsuzlukları ile mücadelede geri kaldığımızı gösterdiğini, ancak aynı zamanda mücadele ve azaltım için de gerekli imkânlara sahip olduğumuzu, 2030 yılına kadar emisyonları yarıya indirerek 2050 yılında net sıfıra ulaşabileceğimizi ve daha sağlıklı ve temiz bir gezegeni güvence altına alabileceğini ifade etti.
Evet, dünyamız bir dönüşüm yaşıyor. Covid-19 süreci ile başlayan krizler, akabinde ülkeler arasında yükselen tansiyon, enerji fiyatlarındaki yükseliş, kuraklığa bağlı artan gıda fiyatları birtakım değişimleri istiyor. Bilinçli üretim ve tüketim kalıpları veya sürdürülebilir üretim ve tüketim odaklı yaşam modelleri. Hâlihazırda dünyamız sanayi öncesi döneme kıyasla +1,2°C daha sıcak. Etkilerini büyük bedeller ödeyerek görüyoruz. Bu sıcaklık artışının +1,5°C/+2°C ve hatta tedbir alınmaması halinde +3,2°C olmasının etkilerini hayal bile edemiyoruz. Dolayısıyla “İklimler değişmeden biz değişelim” diyoruz. Değişim ve dönüşüm mümkün.
Not: Bu makaleyi Çevre ve Şehircilik Uzmanı Ersin Gürtepe ile ortak kaleme aldık.