İklim değişikliği çağımızı tanımlayan ve uluslararası gündemin en üst sıralarında yer alan önemli bir mesele. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli iklim değişikliğini “doğal değişimlerle ya da insan faaliyetleri sonucunda ortaya çıkan iklimsel değişiklikler” olarak tanımlıyor.
20. yüzyılın son çeyreğinden bu yana çevre alanındaki en temel meselelerin başında iklim değişikliği ve buna bağlı olarak ortaya çıkan olumsuz sonuçlar gelmektedir.
1800’lü yıllarda gerçekleşen Sanayi Devrimi sonucunda günümüzün gelişmiş ülkelerinde kömür, petrol gibi fosil kaynaklı yakıtların yoğun bir şekilde kullanılması iklim değişikliğinin bugünkü boyutlara ulaşmasında önemli rol oynamıştır.
Çevre ve iklim değişikliği konusunda gelişen bilinç uluslararası alanda yapılan çalışmaların hız kazanmasını sağlamış, iklim değişikliği ile ilgili ilk adım 1979 yılında Dünya Meteoroloji Örgütü (DMÖ) öncülüğünde düzenlenen Birinci İklim Konferansı ile atılmıştır. Ardından 1988 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda “küresel iklimin insanlığın bugünkü ve gelecekteki kuşakları adına korunması” kararı alınmıştır. Aynı yıl Birleşmiş Milletler Çevre Programı ve Dünya Meteoroloji Örgütünün ortak girişimi ile iklim değişikliğine ilişkin bilimsel bilgileri araştırmak ve değerlendirmekle görevli Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) kurulmuştur.
IPCC tarafından iklim değişikliği tehdidinin bir gerçek olduğunu doğrulayan ilk Değerlendirme Raporu (FAR) 1990 yılında yayımlanmış, aynı yıl İkinci Dünya İklim Konferansı düzenlenerek konuyla ilgili küresel ölçekte bir anlaşmaya gidilmesi çağrısında bulunulmuştur. Bu çağrıya istinaden gerçekleştirilen uzun görüşmeler sonucunda üstünde anlaşmaya varılan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) 1992 yılında gerçekleştirilen Rio Zirvesinde imzaya açılmış ve 1994 yılında yürürlüğe girmiştir.
İklim Sözleşmesinde ülkeler “ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar ilkesi” uyarınca üç gruba ayrılmıştır; Sera gazı emisyonlarının azaltılmasını sağlamaktan sorumlu Ek-1 ülkeleri, bu sorumluluğa ilaveten diğer ülkelere mali ve teknik destek sağlamakla sorumlu Ek-2 ülkeleri ve tüm bunların dışında kalan ve bu sebeple “ek dışı ülkeler” diye anılan diğer ülkeler.
İklim Sözleşmesinin amacı sera gazı emisyonlarının iklim sistemi üzerindeki olumsuz etkisini önlemektir. Bu süreç zarfında İklim Sözleşmesi çölleşme ve biyoçeşitlilik konusundaki kardeş sözleşmeleri gibi doğrudan çevresel problemlerle mücadele etmek amacıyla ortaya çıkmış olsa da ilerleyen yıllarda İklim Sözleşmesi altında hazırlanarak 2005 yılında yürürlüğe giren Kyoto Protokolü ile işin rengi değişmiştir. Zira Kyoto Protokolü emisyonlarla mücadele etmek amacıyla bir dizi piyasa mekanizması oluşturmuştur. İşte bu noktada uygulama açısından ticari gayeler de işin içine girmiş ve ülkelerin kalkınma politikaları ile de doğrudan bağlantı kurulmuştur. Kyoto Protokolü’ne ilaveten sözleşmenin Ek-1’inde yer alan ülkelere emisyon azaltım hedefleri tanımlanmış ve bu taahhütler protokolün Ek-B’sinde listelenmiştir. Kyoto Protokolü ilk yükümlülük dönemi olan 2008-2012 yılları arasında Ek-B listesi ülkelerinin, emisyonlarını 1990 yılındaki emisyon miktarlarına göre ortalama %5 oranında; ikinci yükümlülük dönemi olan 2013-2020 yıllarında ise yine 1990 yılı seviyelerine göre %18 oranında azaltmalarını taahhüt altına almıştır.
Tüm bu süreçte ülkemiz sözleşmede yer aldığı konumu, yani hem Ek-1 hem de Ek-2 de yer alması sebebiyle taraf olmamış, buna paralel olarak bu konumunu değiştirmeye yönelik girişimleri yürütmüştür. Ancak 2001 yılında Marakeş İklim Konferansında “Sözleşmenin Ek–1 listesinde yer alan diğer taraflardan farklı bir konumda olan Türkiye’nin özel şartları tanınarak isminin Ek-1’de kalıp Ek-2’den silinmesi” yönünde alınan karardan sonra ülkemiz 2004 yılı itibarı ile sözleşmeye taraf olmuştur. Diğer taraftan Kyoto Protokolü’nün imzaya açıldığı tarihte sözleşmeye taraf olmayan ülkemiz, protokolün Ek-B listesinde yer almamış ve dolayısıyla sayısallaştırılmış bir emisyon azaltma yükümlülüğü üstlenmemiştir. İlerleyen süreçte 2009 yılında Türkiye, Kyoto Protokolü’ne taraf olmuştur. Diğer taraftan sayısal bir azaltma yükümlülüğü olmayan ülkemiz haliyle piyasa mekanizmalarını da kullanamamıştır.
Ulusal ölçekte ise iklim değişikliği ile mücadele etmek ve iklim politikalarını belirlemek ve uygulamak amacıyla ülkemiz 2001 yılında Çevre Bakanı başkanlığında İklim Değişikliği Koordinasyon Kurulu kurmuştur. Bu kurul iklim değişikliği alanında faaliyet gösteren diğer ilgili kurum ve kuruluşlar arasında diyaloğun güçlendirilmesinde kilit bir görev de üstlenmiştir.
Paris Anlaşmasına giden süreç
Diğer taraftan uluslararası ölçekte sözleşmeye ve protokole taraf ülkelerden ancak beşte birinin emisyon azaltma yükümlülüğüne sahip olması sonucunda küresel ölçekte istenen sonuçlar elde edilememiştir. İklim değişikliğine bağlı olarak ortaya çıkan olumsuz sonuçlar kontrol altına alınamamış, atmosferdeki toplam sera gazı miktarında bir azalma sağlanamamıştır. Nihayetinde uluslararası toplum 2020 yılı sonrası için daha kapsayıcı, diğer bir deyişle, tüm ülkelerin iklim değişikliği ile mücadele çalışmaları yürüteceği yeni bir anlaşmanın, Paris Anlaşması’nın, müzakerelerine başlamıştır.
Paris Anlaşması, Kyoto Protokolünden farklı olarak bütün ülkelerin sera gazı emisyon azaltma sürecine katkı sağlayabileceği şekilde müzakere edilmiştir. Bu bağlamda gelişmiş ve gelişmekte olan tüm ülkeler ulusal katkılarını sunmaya davet edilmiş, hatta ülkeler Paris Anlaşmasının kabulünden önce ulusal katkı niyetlerini hazırlayarak BM’ye iletmişlerdir. Ülkemiz de bahse konu niyet belgesini hazırlamış, 2030 yılında sera gazı emisyonlarında %21 oranına kadar artıştan azaltma yapabileceği niyetini ifade etmiştir.
Paris Anlaşması müzakereleri sürecinde Türkiye beklentilerini ve kırmızı çizgilerini net bir şekilde ifade etmiştir:
- Sözleşmede yer alan “ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar” ilkesinin muhafaza edilmesi;
- Paris Anlaşmasında sözleşme taraflarının kategorize edildiği ek listelerine atıf bulunmaması;
- Ülkemizin Paris Anlaşması kapsamında oluşturulan uluslararası finansman ve teknoloji desteklerine erişim sağlaması.
Paris Anlaşması müzakereleri sürecinde Türkiye heyetinin, BM Genel Sekreteri, diğer ülkeler ve ülke grupları ile yürüttüğü temaslar neticesinde Türkiye’nin finansman ve teknoloji desteklerine erişim talebinin önümüzdeki dönemde yerine getirilebileceği ifade edilmiş, ülkemizin mevcut haliyle Paris Anlaşmasını kabul etmesi uygun görülmüştür. Sonuç olarak Paris Anlaşması çerçeve sözleşmeye taraf olan bütün ülkelerin devlet başkanı, başbakan veya bakan düzeyinde temsil edildiği 12 Aralık 2015 tarihli oturumda Türkiye’nin de dahil olduğu 195 ülkenin oybirliği ile kabul edilmiştir.
Paris Anlaşması, 22 Nisan 2016 tarihinde BM Genel Sekreteri tarafından New York’ta düzenlenen tören ile imzaya açılmış ve 4 Kasım 2016 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bugün itibarı ile Paris Anlaşması’na 191 ülke taraftır.
Paris Anlaşmasının hedefi küresel sıcaklık artışının sanayi devrimi öncesine kıyasla 2°C altında tutulması ve bu artışın 1,5°C’nin altında tutulmasına yönelik küresel çabaların sürdürülmesidir.
Paris Anlaşması kapsamında yükümlülükler tüm taraflar için tanımlanmış, ancak gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere göre bazı farklılıklar ifade edilmiştir:
- Tüm taraflar iklim değişikliği ile mücadele etmeye yönelik ulusal katkılarını hazırlamak ve bildirmek zorundadırlar. Ayrıca bu katkıların 5 yılda bir güncellenmesi zorunludur. Her güncellemenin bir öncekine göre bir gelişme göstermesi, gelişmiş ülkelerin sürece liderlik ederek mutlak emisyon azaltma hedeflerini sürdürmeleri, gelişmekte olan ülkelerin ise azaltma çabalarını sürekli geliştirmeleri beklenmektedir.
- Finans desteği sağlanması ise sözleşme bağlamındaki yükümlülüklerinin devamı olacak şekilde gelişmiş ülkeler tarafından gelişmekte olan ülkelere sağlanacaktır.
- Raporlamalar açısından ise yine tüm ülkeler sera gazı envanterleri ile iki yıllık raporlar hazırlayarak sözleşme sekretaryasına iletecektir.
Bu yükümlülükler açısından bakıldığında Türkiye ulusal katkı niyetini hazırlamış ve bildirmiş olup ulusal ölçekte iklim değişikliği ile mücadele çalışmalarını sürdürmekte, her yıl sera gazı envanteri raporlamakta ve sözleşme kapsamında iki yıllık raporlarını hali hazırda sunmaktadır. Bununla birlikte sözleşme kapsamında finans desteği sağlama yükümlülüğü olmadığı için Paris Anlaşması kapsamında da devam edecek bir yükümlülüğü bulunmamaktadır.
Paris Anlaşması sonrasındaki süreç
Türkiye, Paris Anlaşmasının kabulünün ardından talebinin uygulama süreçlerine aktarılmasına yönelik müzakerelerini pek çok görüşme ve toplantıya katılarak sürdürdü. Bu bağlamda iklim müzakereleri oturumları, G20 toplantıları vesilesiyle resmi ve gayri resmi toplantılar nezdinde diğer ülkeler, müzakere grupları, çok taraflı kalkınma bankaları ve BM Genel Sekreteri ile pek çok ikili ve çoklu görüşme yapıldı. Bu görüşmelerde ülkemizin Paris Anlaşması ile ilgili değerlendirmeleri ve Türkiye’nin durumunu özetleyen bilgiler aktarıldı ve destek talep edildi. Bu çabaları müteakip 2018 yılı G20 Liderler Zirvesi’nde Dünya Bankası İcra Direktörü ve BM Genel Sekreteri tarafından imzalanmış olan ve Türkiye’nin iklim değişikliği çalışmalarını desteklemek amacıyla Dünya Bankası dâhil bir grup kuruluşun ülkemizin iklim değişikliği politikalarını uygulamasını desteklemek amacıyla bir finans paketi ve mutabakat zaptı hazırlıklarına başlandı.
Ülkemiz uluslararası çalışmalarını sürdürürken bir yandan da ulusal ölçekte önemli çalışmalar gerçekleştirmiş ve 17 Şubat 2021 tarihinde Sayın Emine Erdoğan Hanımefendi’nin himayelerinde Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde düzenlenen İklim Zirvesi’nde Türkiye’nin iklim değişikliği yol haritası niteliğinde İklim Zirvesi Sonuç Bildirgesi açıklanmıştır. Bu kapsamda Türkiye’nin iklim kanununun hazırlanması, iklim değişikliği platformu kurulması, iklim değişikliğine ilişkin çalışmaların bilimsel veriler ışığında gerçekleştirilmesi doğrultusunda iklim değişikliği araştırma merkezinin kurulması, Türkiye’nin iklim değişikliği stratejisi ve eylem planının 2030 ve 2050 yıllarına dönük orta ve uzun vadeli hedeflerle güncellenmesi, bölgesel iklim değişikliği eylem planları ile yedi coğrafi bölgemizin iklim değişikliğine uyumunun desteklenmesi, akıllı şehir ve sıfır atık uygulamalarının yaygınlaştırılması, enerji sektöründe yenilenebilir enerji yatırımlarının geliştirilmesi ve fosil yakıt kullanımının azaltılması, su yönetiminin etkinliğinin arttırılması ve Emisyon Ticaret Sistemi’nin hayata geçirilmesi gibi ölçek olarak ulusal, fakat sonuçları itibarı ile küresel iklim değişikliği mücadelesine önemli katkı sunacak olan hedefler tespit edilmiştir.
Bu gelişmelere paralel olarak 6. Değerlendirme Raporu çalışmalarını yürütmekte olan IPCC’nin bu yılın ağustos ayında yayımladığı 1. Çalışma Grubu Raporu da çok çarpıcı bulguları ortaya çıkardı. Rapor sera gazı emisyonlarının arttığını, küresel ve bölgesel sıcaklıkların çok hızlı yükselmekte olduğunu, 1.5°C ve 2°C düzeyindeki küresel ısınmanın doğal ve insan sistemlerine olan etkilerini anlatmaktadır.
Bu rapor için BM Genel Sekreteri Antonio Guterres “insanlık için kırmızı kod” tanımlaması yaparak “Dünyayı yok eden fosil yakıtları sonlandırmanın zamanı geldi” diye konuştu.
Zira rapora göre sera gazı emisyonlarında büyük ölçekli azalmalar olmadıkça küresel ısınmanın 1.5°C, hatta 2°C’ye kadar sınırlanması mümkün olmayacaktır.
Küresel sıcaklık artışının 1.5°C ile sınırlandırılması için karbondioksit emisyonlarının 2010 yılına kıyasla 2030 yılında %45, 2°C ile sınırlandırılması için ise %25 oranında azaltılması gerekmektedir. Ancak BM İklim Değişikliği Sekretaryası tarafından eylül ayında yayımlanan ve ülkelerin ulusal katkılarına ve emisyon azaltma hedeflerine ilişkin bir inceleme içeren rapora baktığımızda da mevcut politikaların sonucunda sağlanacak emisyonların 2030 yılında 2010 yılına göre yaklaşık %16 artacağı öngörülmekte ki bu artış IPCC senaryolarına göre 2.7°C sıcaklık artışına denk gelmektedir. BM raporundaki olumlu mesaj 2050 yılında net sıfır karbon hedeflerini bildiren ülkelerin emisyon azaltımlarının 2030 yılında 2010 yılına göre %26 ve 2050 yılında ise 2019 yılına göre %84 ila %89 oranında olabileceği.
Türkiye Paris’e Taraf
Tüm bu gelişmelere paralel olarak New York’ta gerçekleştirilen BM 76. Genel Kurulu toplantısında Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan katılımcılara hitaben yaptığı konuşmasında Paris İklim Anlaşması’nın, Glasgow İklim Konferansı öncesinde ekim ayında Meclis’in onayına sunulacağını ifade etti.
Bu duyuru pek çok ülke tarafından büyük bir memnuniyetle karşılandı ve aynı zamanda ülkemizin iklim değişikliğiyle mücadelesinde kararlılık ve samimiyetini öne çıkardı.
6 Ekimde Gazi Mecliste gündeme gelen Paris İklim Anlaşmasına beyan dahilinde taraf olmamıza ilişkin Yasa Tasarısı Genel Kurulda bulunan 353 Vekilin “Evet” demesiyle oybirliği ile kabul edilerek yasalaştı. Bu hadise aynı zamanda konunun partiler üstü bir husus olduğunu bir kez daha gün yüzüne çıkardı.
Ülkemizin iklim değişikliği ile mücadelesinde mihenk taşı olan bu adım ile birlikte Türkiye, Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğinde çocukların geleceği adına tarihi bir gelişmeyi daha hayata geçirmiş oldu.
Ülkemiz bu mücadelesini atılacak yapıcı adımlara uygun şekilde ve ulusal katkı beyanı çerçevesinde sürdürmeye ve aynı zamanda dünyamızın ve doğamızın geleceği için var gücümüzle çalışmaya devam edecektir.
Bu yıl kasım ayında gerçekleştirilecek Glasgow İklim Konferansında ülkemiz bugüne kadar iklim değişikliği ile mücadele noktasında yaptıklarını daha da öne çıkaracaktır.
2053 Net Sıfıra Doğru
Bu hususta öne çıkan bir diğer çok önemli duyuru 2053 yılında “net sıfır emisyon” hedefidir. Türkiye enerjiden tarıma, ulaştırmadan ticarete, sanayiden atık yönetimine kadar ekonomimize yön veren tüm alanlarda yürütmekte olduğu plan ve politikaları yeni bir hayat tarzıyla net sıfır emisyon hedefine yönelik olarak kararlılıkla hayata geçirecektir.
2053 Türkiye’si için sürdürülebilir ve yeşil bir kalkınma, yenilenebilir enerjiye daha fazla yatırım yapmaya yönelik yaklaşımlar ülkemiz için bir öncelik haline gelmiştir. Bu anlamda Türkiye iklim değişikliğiyle mücadelede öncü bir rol üstlenecek, ekonominin her sektöründe yeşil teknoloji atılımlarını kararlılıkla sürdürecektir.