İklim değişikliği bundan birkaç yıl öncesine kadar varlığı tartışılan ve hatta çeşitli kesimlerce olmadığı iddia edilen bir kavram niteliğindeydi. Aradan geçen süre zarfında aşırı doğa olaylarının, büyük ölçekli orman yangınlarının sıklıklarının arttığına, verdikleri gerek ekonomik gerekse de sosyal hasarların korkutucu boyutlara ulaştıklarına tanıklık ettik. İklim kaynaklı afetler oldukları bilim insanları tarafından giderek daha da kabul gören ve artık iklim değişikliğini inkâr edilemez bir boyuta getiren bu gelişmeleri hep beraber gözlemliyoruz.
Dolayısıyla üzerine düşünmemiz gereken soru artık iklimin değişip değişmediği değil, meydana gelen iklim değişikliğinin gezegenimizi ve insanoğlunu nasıl etkileyeceği ve bundan ne gibi sonuçlar çıkarılabileceği haline gelmiş durumdadır. Bunu yaparken konuyu yalnızca meteorolojik veya doğal afetler olarak sınırlandırmak çok yüzeysel bir bakış açısına neden olacaktır. Nitekim iklimin değişmesi, ortalama “normal” hava koşullarında bir değişiklik anlamına gelmekte olup bu değişimin sebep olabilecekleri veya sağlayabileceği fırsatlar üzerine düşünmek önem arz etmektedir.
Küresel Riskler Arasında İklim Baş Sırada
Ocak ayında Dünya Ekonomik Forumu’nun yayımladığı 2022 Küresel Risk Raporu bize iklim değişikliğinin nasıl algılandığı konusunda çok önemli ipuçları vermektedir. Bu rapor risk uzmanları, iş dünyası, hükümetler ve sivil toplum kuruluşlarından katılımcıların küresel risk algılarını kamuoyunun dikkatine getirmektedir. Raporun bu yıl için gerçekleştirdiği araştırmasında yer verilen katılımcıların varoluşsal tehdit olarak gördükleri risklerin ilk beşinin iklim değişikliğiyle ilgili olması dikkat çekici olmuştur. Rapora göre önümüzdeki beş yıl için araştırmaya katılan kişilerin endişeleri sosyal ve çevresel risklere odaklanırken on yıllık perspektifte gezegenimizin geleceğine tehdit oluşturan çevre problemleri diğer tüm riskleri geride bırakmaktadır. Özellikle iklim eyleminde başarısız olunması, aşırı hava olayları ve biyolojik çeşitlilik kaybı konuları en ciddi görülen riskler olarak öne çıkmıştır.
Bu risklerin yanı sıra iklim değişikliğinin öngörülen etkileri giderek daha görünür hale gelirken karşı karşıya kalabileceğimiz su kıtlığı, biyolojik çeşitliliğin kaybolması sonucunda ortaya çıkabilecek yeni hastalıklar, iklim krizinin neden olabileceği sosyal tepkiler neticesinde ulusal güvenlik riskleri gibi daha sayamadığımız pek çok unsur için de eğer hemen harekete geçilmezse uygun zemin hazırlanmış olacaktır.
Üstelik bu risklerin hafife alınması tüm gezegenimizi zengin veya yoksul ayırt etmeksizin etkisi altında bırakacaktır. Önlemlerin alınmaması durumunda karşılaşacağımız senaryoya göre küresel sıcaklıklar yüzyılın sonuna kadar dört dereceye kadar yükselecek ve bu durum da kuraklık, sel ve şiddetli fırtınaları tetikleyecek, ekonomik kaoslara yol açacak ve çok uluslu dev şirketler de dâhil olmak üzere küçük büyük tüm ekonomik aktörleri bir şekilde olumsuz etkileyecektir. Bu çerçevede giderek artan sayıda araştırma iklim değişikliğinin dünya çapında şirketlerin kârlılıkları için felaket olabileceğini göstermektedir. Bir diğer deyişle iklimle ilgili riskler söz konusu olduğunda dünyadaki hiçbir kurum, kuruluş veya işletme kendini güvende görmemelidir.
Ayrıca daha makro bir perspektifte karbon yoğun sektörlere dayalı büyüme modelleri benimseyen ve bu yolda ilerlemeye devam eden ülkeler daha yüksek karbon maliyetleriyle, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine karşı dayanıksız yapılarıyla, teknolojik yeniliklere ayak uyduramama ve ticaret anlaşmalarında rekabet avantajlarını kaybetme riskiyle karşı karşıya kalacaktır.
Riskleri fırsata çevirmek elimizde
Çizdiğimiz görüntü her ne kadar oldukça karamsar olsa da çaresiz ve umutsuz değiliz. Bugünden atılacak iddialı ve kararlı adımlarla gezegenimizi yaşanır halde tutabilir ve tüm bu riskleri bertaraf ederek iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini en aza indirgeyebiliriz. Dahası iklim değişikliğini bir dönüşüm fırsatı olarak kullanıp hem riskleri ortadan kaldırabilir hem de daha adil ve sürdürülebilir büyüme modellerini gelişmiş veya gelişmekte olan tüm ülkeler için sağlayabiliriz.
Yapılan araştırmalara göre önümüzdeki yirmi yılda ekonomileri radikal bir şekilde karbondan arındırmak çok büyük ölçekli bir yatırım gerektirecektir. Bu süreçte iklim değişikliğiyle mücadelede kararlı tavırlar sergileyen ülkelerde yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş, yeni elektrik ağları kurulması, enerji verimliliğinin artırılması, düşük karbonlu ulaşım seçeneklerinin çoğaltılması gibi projelere olan talep artacak ve böylece yatırımcılar için fırsatlar oluşacaktır. Ek olarak hiç şüphesiz bu yeni alanlarda çalıştırılmak üzere ciddi bir istihdam ihtiyacı ortaya çıkacaktır. IMF tarafından yapılan hesaplamalar bu on yılda küresel gayrisafi yurtiçi hasılanın yaklaşık yüzde 2 artabileceğini ve milyonlarca yeni iş oluşturulabileceğine işaret etmektedir.
Konuyu yalnızca ekonomik fırsatları açısından almamak da gerekmektedir. Örnek olarak iklim kriziyle mücadele bağlamında doğaya dayalı çözümlere başvurulabilmektedir. Bunlar arasında ormanlık alanların artırılması, daha fazla karbon yakalama için tarım ve ormancılığa yönelik ortak politikaların benimsenmesi gibi önlemler sayılabilmektedir. Bu yöntemler günümüz şartlarında ekonomik olarak giderek daha uygulanabilir hale gelmekte olup iklim değişikliğine karşı çok etkili bir araç olmasının yanı sıra biyolojik çeşitliliği korumak ve hatta artırmak gibi başka faydalar da sağlayabilmektedir. Diğer taraftan Nature dergisinde yayımlanan bir makaleye göre önümüzdeki on yıl içerisinde karbon yakalama piyasasının yeterince gelişmemesi durumunda sonraki yıllarda yıllık 217 milyar dolar civarında ekstra maliyetle karşılaşabileceğimiz sonucu paylaşılmaktadır.
Hangi politikalara başvurmalıyız?
İklim kriziyle mücadele çerçevesinde gerçekleştirilecek yeni yatırımların ortalama olarak yaklaşık yüzde 30’unun kamu kaynaklarından gelmesi beklenmektedir. Kalan yüzde 70’in özel sektör kaynaklarından gelmesi gerektiğini hesaba kattığımızda ülkelerin özel sektörlerini iklim değişikliğiyle mücadeleye dâhil edecek eylem planları yapmalarının ne kadar hayati öneme sahip olduğu gerçeğiyle yüzleşmekteyiz. Bu nedenle önümüzdeki süreçte ülkelerin, yeşil kalkınmaya, karbon fiyatlandırmaya ve yeşil finansmana yönelik adımlar atması gerecektir.
Bu noktada finansman konusuna ayrıca değinmekte fayda bulunmaktadır. İklim kriziyle mücadelede her ülkenin aynı koşullara sahip olmadığı bir gerçektir. Dolayısıyla bugüne kadar tarihi sorumlulukları çok ciddi seviyelerde olan gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere gerek finansal gerekse de kapasite artırımına veya teknoloji transferine yönelik desteklerin her biri son derece önem arz etmektedir. Zira iklim finansmanı mekanizmaları etkin bir şekilde kullanılırsa ülkelerin Paris Anlaşması çerçevesinde verdikleri taahhütleri ile kısa vadeli ekonomik büyümeleri arasında bir seçim yapmalarına gerek kalmayacak, dolayısıyla tüm ülkeler iklimle ilgili adım atarlarken ekonomik kaygılardan bağımsız bir şekilde gezegenimizin geleceği için çalışabilecektir. Ayrıca hükümetler karbon fiyatlandırması araçlarını kullanmaları sayesinde düşük karbonlu teknolojilerin kullanımını teşvik edebilecek, yeşil taksonomi gibi özel sektör ile finans sektörüne yönelik politikalar benimseyerek yatırımları sürdürülebilir projelere yönlendirebileceklerdir.
Diğer taraftan tüm bu politikaları uygularken aceleci çevre politikalarının benimsenmemesi çok kritiktir. Zira aceleci politikalar yalnızca ekonomik değil aynı zamanda doğa için istenmeyen sonuçlara da yol açacaktır. Sağlam temellere oturtulmamış ve pek çok farklı dinamik göz önünde bulundurulmadan atılacak adımlar başta enerji güvenliği ve sosyal refah olmak üzere pek çok unsur üzerinde olumsuz etkiler meydana getirecek, zorda kalınması durumunda geri adımlar atılacak ve iklim kriziyle mücadelede güvenilirlik kaybı yaşanacaktır. Toplumsal sonuçları hesaba katmayan bir geçiş, ülke içi veya ülkeler arasındaki gelir ve refah eşitsizliklerine neden olacak ve jeopolitik riskleri artıracaktır. Öte yandan istihdam politikasına yönelik planlı adımlar atılmaması halinde, hâlihazırda milyonlarca işçiye gelir kapısı olan karbon yoğun sektörlerden uzaklaşılmasıyla ekonomik riskler ortaya çıkacak, işsizlik artabilecek, sosyal sıkıntılar yaşanabilecektir.
Ülkemiz Örnek Politikalarıyla Hedefe İlerliyor
İklim değişikliğiyle mücadelenin çok acil ve son derece kararlı adımlar atılmasını gerekli kıldığı gerçeğini göz önünde bulundurmamız gerekmektedir. Artık iklim değişikliği bir risk olmaktan çıkmış, üzerine düşünülmesi, ciddi ve hızlı adımlar atılması gereken bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.
Tüm bunların bilincinde olan ülkemiz Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde çevre ve iklim politikalarında pek çok ülkeye ders niteliğinde olan bir tavır sergilemektedir. Bu kapsamda 2053 yılı itibarıyla net sıfır emisyona ulaşmayı öngören stratejimize eşlik edecek şekilde tüm kamu kurumları ve özel sektörün iş birliğinde Yeşil Kalkınma Devrimi’ni gerçekleştirmek konusunda son derece kararlıyız. Yeşil Mutabakat Eylem Planımızın yanı sıra önümüzdeki süreçte hayata geçirmeyi planladığımız emisyon ticaret sistemi, hazırlamakta olduğumuz İklim Kanunu gibi ülkemizin yeşil dönüşümünü sağlıklı bir şekilde tesis edebilecek pek çok politika aracıyla iklim krizi ve ona bağlı tüm riskleri bertaraf edecek, krizi fırsata çevirecek ve uyguladığı politikalarıyla Türkiye yeşil kalkınmada lider ve örnek ülkelerden biri olacaktır.