Enerji hayatın başlangıcı ile birlikte hep yaşamın ayrılmaz bir parçası olmuştur. Sadece insanların değil esasında tüm canlıların ihtiyaç duyduğu enerjinin ana kaynağı ise güneştir. Medeniyetlerin gelişmesinde de etkin rol oynayan enerji, insanlığın ilk zamanlarında gün ışığının değerlendirilmesi şeklinde karşımıza çıkmış, bu noktada bir tür ısıtma, kurutma ve aydınlatma aracı olarak değerlendirilmiştir. Güneşin doğuşu ile hayatın başladığı ve batışı ile de uyku haline geçişin olduğu dönem, fıtraten gelişimi kovalayan insanoğlunun ateşi bulması ile yeni bir çağa kapı aralamış, bu itibarla da ateşi geceleri de bir aydınlatma, ısıtma ve güvenlik aracı olarak kullanmanın yanında aynı zamanda pişirmede de değerlendirmeye başlamıştır.
Takip eden dönemlerde ulaşımı kolaylaştırmak üzere su ve rüzgâr enerjisinden istifade imkanı bulunmuş, yelkenli teknelerin ve salların hareketi ile ulaşım kabiliyetleri artırılmıştır. Devamında suyun ve rüzgârın gücü farklı alanlarda da değerlendirilmiş ve tahılların öğütülmesi için su ve yel değirmenleri geliştirilerek doğal enerji kaynaklarından çok yönlü bir şekilde yararlanılmıştır.
Zaman içerisinde yaşanan nüfus artışı ile birlikte özellikle de 18. yüzyılda başlayan sanayi devrimi ile birlikte insanlık yeni bir evreye doğru ilerlemiş, bu durum beraberinde sanayi şehirlerinin gelişmesine yol açmış, özellikle de motorun icadı ile farklı bir süreç başlamış ve fosil yakıt adı verilen petrol, kömür ve doğalgaz gibi yeni kaynakların enerji üretiminde kullanılmasını sağlamıştır.
Sanayi devrimi ile birlikte gelişen şehir hayatları gerek üretimi hızlandırmak ve sürekli kılmak gerekse de gelişen şehirlerde hayatın ve ulaşımın güvenliğini temin etmek maksadıyla sokakların aydınlatılmasını gerekli kılmış, 18. yüzyılın sonlarında gaz lambasının bulunması bu ihtiyacı gidermiştir.
19. yüzyılın ortasından 20. yüzyılın ortasına kadar geçen süreçte ise ana baskın kaynak kara elmas olarak addedilen kömür olmuştur. 20. yüzyılda ise petrol ve doğalgaz giderek yaygınlaşmış, dünya savaşlarının hüküm sürdüğü zamanlarda ise nükleerden enerji üretimi ile tanışmıştır dünyamız.
Talep artıyor
Oldukça yıkıcı geçen ve sadece 30 yıl gibi kısa süre içerisinde gerçekleşen 2 dünya savaşı sonrası insanlık yeniden bir gelişim yaşamış, tarihte büyük hızlanma olarak adlandırılan bolluk ve refahın hüküm sürdüğü bir zaman gelmiştir. Otomasyon ve bilişim sistemlerinin hayatımıza girdiği 3. sanayi devrimi olarak adlandırılan süreçte üretim de benzer şekilde katlanarak artış göstermiş, bu durum enerjiye duyulan ihtiyacı katlamış ve kalkınmanın öncü araçlarından birisi enerji üretimi olmuştur.
Birleşmiş Milletler Çevre Programı tarafından Şubat 2021’de yayınlanan bir Raporda son 50 yıl içerisinde enerji tüketiminin 3 kat artış gösterdiği, bu çerçevede 1970 yılında 57.000 terawatt-saat olarak gerçekleşen tüketimin günümüzde 160.000 terawatt-saat değerlerini aşmış olduğunu belirtmektedir.
2000’li yılından bu yana ise küresel bazda enerji ihtiyacı %25 artış gösterirken, bu denli bir tüketim ve büyümenin 2040 yılı itibari ile en az %30 oranında ilave bir enerji ihtiyacı olacağını göstermektedir. İhtiyaç duyulan bu artış günümüz dünyasına ilave bir Çin ve Hindistan’ın katılması anlamını taşımaktadır.
Çevresel baskı artıyor
İnsanoğlu enerji üretiminde genel manada tarih boyunca doğa ile uyumlu bir hayat sürmüştür. Su ve rüzgar gibi yenilenebilir kaynakların yanında ısınma ve pişirme gibi hususlarda da biyoyakıt tüketimi ile çevre dostu bir yaşam sürmeye özen göstermiştir. Ancak, rahat yaşam beklentisi beraberinde birtakım alışkanlıkların değişmesini de gerektirmiş, buna bağlı olarak gerçekleşen tüketim artışı ise büyük bir doğa tahribatı ile sonuçlanmıştır.
Özellikle de enerjinin ısıtma ve aydınlatma gibi temel alanların yanında soğutma, ulaşım, iletişim, sağlık, imalat ve tarımsal sulama gibi sayısız alanda kullanımı, enerjiye duyulan ihtiyacı her geçen gün artırmıştır. Bu durum enerji üretiminde kullanılan başlıca kaynaklar olan fosil kaynakların daha çok işlenmesini gerekli kılmıştır. Artan üretim ve tüketim doğal kaynaklar üzerindeki baskıyı artırmanın yanında bu işlemler sırasında salınan emisyonlar bir yandan her yıl 7 milyon insanın ölümüne yol açan hava kirliliğine neden olurken bir yandan da günümüz küresel sorunu iklim değişikliğini doğurmuştur.
Bunun yanında enerji üretiminde fosil kaynaklardan önce kullanılan balina yağı için yaklaşık 3 asır boyunca süren balina avcılığı deniz memelilerinin %80’inin yok olmasına neden olarak biyolojik çeşitliliğe ve denizel ekosisteme büyük bir darbe vurmuştur.
Küresel sorun iklim krizi
Son bir yılı aşkın süredir dünya gündemini meşgul eden ve esasında çevresel bozulmanın bir yansıması olan Covid-19 salgını insanlığı görünmeyen bir düşman ile mücadele etmek zorunda bırakmıştır. Hemen hemen tüm dünyayı etkisi altına alan koronavirüs tüm yaşam şeklimizi ve alışkanlıklarımızı değiştirmiş bulunuyor. Dünya pürdikkat salgına kenetlenmiş ve salgınla çetin bir mücadele halindeyken bir taraftan da varlığını her zaman hissettiren küresel iklim krizi ile karşı karşıya. Evet, günümüzde yaşanan çevresel sorunların başında hiç kuşkusuz iklim krizi gelmektedir.
Küresel ortalama sıcaklıklar her yıl yeni bir rekor kırıyor. Dünya Meteoroloji Örgütü verilerine göre 2015’den bu yana en sıcak 6 yıl olarak kayıtlara geçmiştir. Ayrıca 2020 yılı, 2016 ve 2019’dan sonra en sıcak 3. yıl olarak kaydedilmiştir. Diğer taraftan, iklim değişikliğinin etkisiyle son yıllarda Dünyada meteorolojik, iklimsel ve hidrolojik afetlerin oluş sayılarında ve neden olduğu hasarlarda artışlar yaşanmaktadır. Tabi bu afetler bir yandan can kaybına yol açarken, bir yandan da mal kaybına neden oluyor. Küresel İklim Riski Endeksi 2021 çalışmasına göre 2000 ile 2019 yılları arasında iklim değişikliği kaynaklı 475.000’den fazla can kaybı yaşanmış, mali açıdan ise 2.56 trilyon ABD Doları ekonomik kayıp oluşmuştur.
Enerji sektörü zirvede
İklim değişikliğine yol açan başlıca neden ise hiç kuşkusuz artan seragazı emisyonları. Sadece son 30 yılda yaklaşık %40’dan fazla artışla yıllık bazda oluşan 50 milyar ton karbondioksit eşdeğerini (CO2e) geçen seragazlarının en büyük kaynağı ise enerji sektörü.
Ulaşım, ısıtma, soğutma, aydınlatma ve daha birçok noktada kullandığımız enerji. Dünya Kaynakları Enstitüsü 2020 verilerine göre seragazı salımlarının %73’ü enerjiden kaynaklanıyor. Dolayısı ile iklim değişikliği ile mücadelenin temelinde yer alan seragazı emisyonlarının azaltılması için alternatif enerji üretim kaynaklarına geçiş ihtiyacı var.
Küresel bazda iklim sorunu ile etkin mücadelede atılan en önemli adımlardan birisi 1988 yılında Hükümetlerarası İklim Paneli (IPCC) kurulması olmuştur. Akabinde 1992’de yasal bazda ilk adım atılmış ve İklim değişikliğinin anayasası olarak bilinen İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi hazırlanmıştır. Alt düzenlemeler ve ulaşması gereken hedefleri içermek üzere de 1997 yılında Kyoto Protokolü ve son olarak da 2015 yılında Paris Anlaşması hazırlanmıştır.
Halihazırda yürürlükte bulunan Paris Anlaşmasının temel hedefi ise 2050 yılına kadar küresel ısınmayı +1,5 veya +2 derecede tutma olarak belirlenmiştir. Bunun için ülkelerin küresel ısınmaya yol açan seragazı emisyonlarını azaltmaları isteniyor. Covid-19 salgını dolayısı ile adeta karantinaya giren, ulaşımın ve üretimin büyük çapta durduğu dünyamızda Küresel Karbon Projesi değerlendirmelerine göre seragazı emisyonlarında tarihteki en büyük düşüş olan %7 azalma yaşanmıştır. Bu değer aynı zamanda küresel ısınmanın +1,5 derecede tutmayı gerektiren yıllık azaltım değeri ki durumun vehametini ve aciliyeti gözler önüne seriyor.
Bu gerçekten hareketle dünyada bir dönüşüm yaşanıyor. Yenilenebilir kaynaklara yönelim var. Güneş enerjisi (GES), rüzgâr enerjisi (RES), hidroelektrik santralleri (HES), biyoyakıttan enerji üretimi (BES), jeotermal kaynaklardan enerji üretimi (JES), dalga enerjisi, nükleer gibi temiz enerji kaynaklarına yönelme var. Bunun yanında ulaşım için “0” emisyonlu elektrikli araçlar, bisikletli ulaşımın yaygınlaşması, temiz üretim, geri dönüşüm gibi hem çevre dostu hem de iklim dostu uygulamalar günümüzde giderek yaygınlaşıyor.
Ancak özellikle de son yıllarda iklim krizine bağlı oluşan kaygılar iklim ve çevre dostu yenilenebilir ve temiz enerjiye yönelim noktasında hükümetlerin, iş dünyasının, yerel yönetimlerin bu minvaldeki yatırımların artmasını sağlamış ancak hala düşük seviyede seyretmektedir. BP Dünya Enerji Görünümü İstatistiklerine göre yenilenebilir enerji kaynaklarından üretilen enerji 50 yıl içinde %6’dan %12’lere çıkmış durumda. Düşük karbonlu -temiz – enerji kategorisinde yer alan nükleerin dahil edilmesi ile bu oran %16. Bu süreçte nükleerin oranı yarım asır içerisinde %0,4’den 2019 sonu itibari ile %4,3 olarak gerçekleşmiştir. Buna karşın yenilebilirlerden üretim ise 2000’lerde %7’ye 2019’ya doğru ise de %12 değerine ulaşılmıştır.
TÜRKİYE’NİN DURUMU
Dünyada görülen toplumsal değişim ve gelişmeler ülkemizde de aynı şekilde etki yapmış, rahat ve konforlu yaşam önemli bir talep haline gelmiştir. Bu durum kırsaldan kente doğru yönelimleri artırmış ve şehirler üzerinde baskılar oluşturmuş ve sonuçta daha çok yatırımı zaruri kılmıştır. Ülkemizde bu itibarla özellikle de son dönemlerde büyük atılımlar yapılmış, bu konuda büyük mesafeler kaydetmiştir. Enerji, sağlık, sanayi, teknoloji, tarım, ulaşım gibi alanlarda yapılan yatırımlar hem kalkınmada hem de yoğun nüfus hareketliliğine neden olmuştur. Bunun yanında turistik, tarihi, doğal ve kültürel zenginliklerimiz bulundukları noktaları bir yandan cazibe alanına dönüştürürken bir yandan da bu bölgelerde yaşamı hızlandırarak üretim ve tüketimde büyük artışların görülmesine neden olmuştur. Bu durum hiç kuşkusuz hemen hemen her alanda kullanılan enerji ihtiyacını ve tüketimini arttırmıştır.
Bu değişimler esasında verilere de yansımış durumda. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre 1990’dan günümüze baktığımızda nüfusun 60 milyondan 84 milyona yükseldiğini görüyoruz. Aynı şekilde hammadde bazında kaynak kullanımı 500 Milyon tondan 2 katı aşan artışla 1,2 milyar tona, motorlu araç sayısı 4 milyon adetten 6 kat artışla 24 milyona, hanehalkı enerji tüketimi 2 milyon TEP’ten 2 kat artışla 4 milyon TEP’e, evsel katı atık oluşumu da benzer şekilde 17 milyon tondan 2 kat artışla 34 milyon tona ulaşmıştır. Nüfusun sadece %40 artış göstermesine karşın kaynak kullanımı, enerji tüketimi, atık oluşumu 2 katı aşan miktarda bir artışın yaşandığını müşahade ediyoruz. Bu durum ferdi tüketimin de katlanan bir artış sergilediğini bizlere gösteriyor.
Enerji ihtiyacı artıyor
Tüm bu ilerleme ve gelişmeler her geçen gün daha çok enerji gerektiriyor. Bu talebi yerine getirmek üzere ülkemiz enerji kurulu gücü de yapılan yatırımlarla büyük bir gelişme göstermiş ve son 25 yılda 4,5 kat artış göstererek 21.000 MW dolaylarından 97000 MW değerini aşmış bulunuyor. Ancak ne var ki ülkemiz enerjide dışa bağımlı bir yapıda. Yıllar itibari ile değişim gösteriyor olsa da genel olarak ithal edilen oran 1990’larda %66 iken günümüzde %70-75 arasında seyrediyor. Keza enerji üretiminde de genel manada fosil kaynak kullanan geleneksel yöntemlerden olan termik santrallerden yararlanılmıştır. Hava kirliliği başta olmak üzere kül ve cüruf atıklarının yönetimi ile yüksek soğutma suyu kullanımı ile de su kaynaklarına yapılan çevresel baskıların yanında günümüz küresel sorunu iklim krizine yol açan seragazlarının da başlıca kaynağı enerji üretimi olmuştur. TÜİK 2018 yılı Seragazı Emisyon Envanteri değerlendirmelerine göre ülkemizde enerji üretimi %71 ile başı çekmektedir.
Enerji kaynaklarının belirli ülkelerin uhdesinde olması, enerji arzının sürekliliğini yer yer tehlikeye sokabilmektedir. 1970’lerdeki petrol krizi bunun bariz bir örneği. Keza kaynakların sınırlı oluşu da sürdürülebilirlik noktasında soru işareti barındıran farklı bir husus. Yapılan tespitlere göre küresel ölçekte mevcut fosil bazlı enerji kaynaklarının en çok 150 yıl yetecek miktarda kaldıklarını göstermektedir. Başlıca enerji kaynakları olan kömür, petrol ve doğalgaz gibi fosil yakıtların kullanım ömürlerinin sınırlı oluşunun yanında, hava kirliliği ve iklim değişikliği gibi çevre üzerindeki olumsuz baskıları hiç kuşkusuz temiz ve yenilenebilir alternatif kaynakların değerlendirilmesini gerekli kılıyor.
Yeşil dönüşüme doğru
Paris Anlaşması her ülkenin kendi imkan ve kabiliyetleri dahilinde emisyonlarını azaltmasını öngörmüş, bu itibarla ülkelerin niyet edilmiş ulusal katkı beyanlarını (INDC) sunmaları istenmiştir. Ülkemiz bu kapsamda 2030 yılına kadar artıştan %21’lik bir azaltımı öngören hedefi dünya kamuoyu ile paylaşmıştır. 2030 yılına kadar 1,9 milyar ton CO2e azaltım manasına gelir ki bu değer 2018 yılındaki emisyon değerinin 3,5 katına eşdeğerdir. INDC’miz kapsamındaki azaltım hedefimiz ülkemizin 3,5 yıl boyunca net sıfır karbon (karbon nötr) salımında bulunması anlamını taşıyor. Gelişen bir ülke olarak bu iddialı hedefe ulaşmak için de yenilenebilir kaynaklar büyük enerji önem arz etmektedir. Bunun yanında, enerjinin etkin kullanımını sağlamak üzere temiz üretim ve kaynak verimliliği ilkeleri dahilinde hareket etmek de ayrıca önem taşımaktadır.
Ülkemiz kalkınma noktasında dünya tarihinde büyük etki oluşturan sanayi ve teknolojik devrimlerde ne yazık ki beklenen atılımı gerçekleştirememiştir. Ancak şimdi önünde yeni bir fırsat daha var. Üstelik dünya kaynaklarını fütursuzca kullanan ve doğal dengeyi altüst eden önceki devrimlere kıyasla çevre ve iklim dostu bir devrim olan yeşil devrim için büyük bir potansiyeli barındırıyor. Evet, Akdeniz havzasında yer alan ve 3 tarafı denizlerle çevrili ülkemiz yenilenebilir enerji kaynakları bağlamında büyük olanaklara sahip.
Bu potansiyeli değerlendirmek üzere geliştirilen politika ve stratejilerle alternatif enerji kaynakları üzerinde durulmuş, kısıtlı kullanım ömürlerine sahip olan ve iklim değişikliği gibi küresel çevre sorunlarına başlıca kaynakları olan fosil yakıt tüketiminden ziyade rüzgar, güneş gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelme sağlanmış, bu itibarla yenilenebilir enerji kaynakları enerji kurulu gücümüzün %52’sine ulaşmıştır. bu kapsamda 2000’li yılların başında enerjideki payın sadece %0,1 olduğu rüzgarda günümüzde %8 gibi ciddi bir değere ulaşılmış, RES kurulu gücü 9200 MW değerine çıkarılmıştır. 2004 yılından sonra güneşte de yatırımlara başlanmış ve günümüzde GES kurulu gücü 7000 MW değerine çıkarılarak enerjideki payı sıfırdan %7 seviyelerine yükseltilmiştir. Bu değerler bazında Avrupa Birliği’nde 6’ncı, Dünyada ise 13’üncü sıradayız. Jeotermal kaynaklardan enerji üretiminde ise Avrupa’da ilk sırada, dünyada ise dördüncü sırada bulunuyoruz. Yine son yıllarda organik içerikli evsel ve sanayi atıkları, atıksu arıtma çamurları gibi yönetimi zor ve maliyetli atıklar da biyokütleden enerji üretilmesi alanında değerlendirilmekte, bu kapsamdaki kurulu güç ise 1,2 GW değerini bulmuş durumda.
Üstelik yerli olan bu kaynaklar enerji arz güvenliğine de büyük katkı sunuyor. Özellikle de son yıllarda geliştirilen yenilenebilir enerji destek mekanizmaları (YEKDEM) sistemi ile enerjinin devlet eliyle alım garantisinin yanında yerli imalat sanayisini de güçlendirmek ve özendirmek noktasındaki yerli parça kullanıma dair destek ile ayrıca katkı sunulmuştur. Bu kapsamda RES, HES, BES, GES, JES gibi adlarla anılan rüzgar, su, biyokütle, güneş, jeotermal gibi çok çeşitli kaynakların değerlendirilmesi sağlanmıştır. Yine atıktan enerji üretimi ile de doğal kaynakların korunması sağlandığı gibi atık bertaraf maliyetlerinin önlenmesi de sağlanmıştır. Bu minvalde evsel atıkları sağlıklı bertarafını sağlayan 90 adet katı atık düzenli depolama alanında oluşan metan gazı toplanması ve değerlendirilmesi sonucunda 1,5 milyon konutun yıllık ihtiyaç duyduğu enerji üretimi gerçekleştirilmektedir. Yine atık ısıdan bölgesel ısıtma yapılması ile de enerjinin verimli kullanımı sağlanmaktadır. Bu noktada özellikle de yenilenebilir kaynaklardan biri olan ve dünyada kurulu güç bakımından dördüncü sırada bulunduğumuz jeotermal kaynaklar da başı çekiyor.
2018 yılında yaptığımız ve hayata geçirdiğimiz önemli düzenlemelerden birisi de yenilenebilir enerji üretiminin açık denizlerde de (off-shore) yapılabilirliğinin sağlanması olmuştur. Hem üretim miktarını hem maliyetini hem de verimini artıran ve İngiltere, Danimarka, Kanada gibi ülkelerde aktif olarak kullanılan bu sistem ile dalga enerjisinden istifade imkanı da sunulmuştur. 3 tarafı denizlerle çevrili ve 8300 km kıyı şeridine sahip ülkemiz bu manada güçlü bir potansiyeli elinde barındırmaktadır.
Enerjide güvenli arz
Hemen hemen her alanda enerjiye olan bağımlılık enerjiye duyulan ihtiyacı sürekli kılıyor. Bu nedenle de güvenli arz öner çıkan hususlardan birisi. Her ne kadar iklim ve çevre dostu yapıları dolayısı ile yenilenebilir kaynaklara yönelme isteği olsa da – enerjinin depolanması henüz teknolojik açıdan yeterli miktarda geliştirilemediği için – özellikle de rüzgar, su ve güneş gibi kaynaklardan sürekli bir üretim söz konusu olmayabilir.
2021 yılı başında ABD’nin en büyük eyaleti Teksas’ta süren günlerce soğuğa ve karanlığa mahkum eden kesintilerin öne çıkan nedenlerinden birisi de donan rüzgar enerji türbinleri olmuştu. Enerjisinin %25 gibi büyük bir değerini rüzgar enerjisinden sağlayan Teksas’da bu kaynakların devre dışı kalması şebekeye bir baskı uygulamış ve sistemin topyekun çökmesine neden olmuştur.
Bu ve benzer durumlar fosil kaynakların da kullanımını gerekli kılarak yüksek miktarda seragazı salımına neden olmaktadır. Enerjinin sürekliliğini sağlamak için temiz enerji kaynaklarından biri olan nükleer bu noktada hem kesintisiz enerji hem de sıfır emisyonla iklim dostu bir yapı olarak karşımıza çıkmaktadır. İkinci Dünya Savaşı sonrası hayatımıza giren bu temiz enerji gelişmiş bir çok ülkede de yaygın ve yüksek oranda kullanılmaktadır. ABD’de enerjinin %20’si, İsveç’te %40’ı, Ukrayna’da %54’ü, Fransa’da %70’i ve AB genelinde ise enerjinin %25’i nükleer santrallerden elde edilmektedir. Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) verilerine göre günümüzde toplam enerjinin %4’ü, elektrik enerjisinin ise %10’u nükleerden karşılanıyor.
Ülkemizde de bu itibarla kurulum çalışmaları devam eden ve 2023 yılında hizmete girmesi beklenen 4800 MW kurulu güce sahip Akkuyu Nükleer Santrali -ki İzmir ve Ankara İlimizin yıllık elektrik ihtiyacının karşılayabilecek kapasiteye sahip- bu manada önem arz ediyor.
Enerjiyi verimli kullanma
Enerji kaynaklarına sahip olmak kadar onu etkili ve verimli kullanmak da aynı ölçüde değerli. Sanayide temiz üretim faaliyetleri bu itibarla önem arz eden uygulamalardan birisi. Atıkların tekrar işlenerek değer zincirine katılmaları da yine enerjiyi ve kaynakları daha etkin ve verimli kullanma yöntemlerinden birisi. Bu minval üzere hayata geçirilen sıfır atık projesi ile oluşan atıkların beşte birisinin depolanması yerine işlenerek sanayiye hammadde olarak sunuluyor.
Hem kaynakları koruyan hem de seragazları başta olmak üzere zararlı emisyonları da önleyen ve Cumhurbaşkanımızın eşi Sayın Emine Erdoğan’ın himayelerinde Kasım 2018’de BM Tarım ve Gıda Örgütü, Mart 2021’de ise BM Kalkınma Programı (UNDP) tarafından BM 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları Eylem Ödülüne layık görülen Sıfır Atık Projesi son zamanlarda hayata geçirilen en önemli adımlardan birisi. Proje kapsamında 2023 yılında oluşan atıkların en az 3’te birinin tekrar değer zincirine dahil edilmesi hedefleniyor. Böylece, ihtiyaç duyulan hammaddenin çıkarılması, işlenmesi, depolanması, taşınması gibi süreçler elimine edilerek bu süreçlerde olası seragazı emisyonları da aynı şekilde önlenecektir.
Seragazlarının %30-40’ından sorumlu olan binalarda enerji verimliliği de öne çıkan hususlardan birisi. 2017 yılında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olarak Planlı Alanlar İmar Yönetmeliğinde hayata geçirilen düzenleme ile binaların kendi enerjilerini üretmek üzere çatılara fotovoltaik panel konulması için ruhsat şartının ortadan kaldırılması ile ferdi yatırımların önü açıldı. Aynı şekilde, yağmur suyunun hasat edilmesini sağlayan yasal düzenleme ile de su kaynaklarının korunması ve doğal su kaynaklarından suyun depolanması, iletilmesi, dağıtımı gibi yüksek enerji isteyen süreçlerin elimine edilmesi sağlanarak enerjinin etkin kullanımına destek verildi.
Ulaşımda da bisikletli ulaşımın yaygınlaşması adına 3000 km bisiklet yolu ve 3000 km yeşil yürüyüş yolunun yapılması, son yıllarda yollarda sıklıkla gördüğümüz elektrikli scooterların trafikte güvenle seyretmesi için yapılan yasal düzenleme ile de ulaşım kaynaklı enerjinin tasarruf edilmesi ve bu bağlamda oluşması muhtemel seragazı salımının önlenmesi mümkün kılındı. Yoğun trafiğin yaşandığı anlarda trafik sıkışıklığına bağlı olarak ilave enerji tüketimi ve hava kirliliğinin önlenmesi adına da düşük emisyon alanlarının (LEZ) belirlenmesi ve bu bölgelere araç girişlerinin ücret dahilinde, kontrollü yapılmasına olanak sağlayan yasal düzenleme kazandırıldı. böylece hem hava kirliliği hem de ilave seragazı salımı önlenecek.
Sıfır emisyon özelliğine sahip yerli otomobil, yerli güneş paneli üretim fabrikasının hizmete girmesi de ülkemizde çevre ve iklim dostu uygulamaların yaygınlaştığını gösteren uygulamalar…
Çevresel kazançlar öne çıkıyor
Yenilenebilir enerji kaynakları hem çevresel ayak izleri oldukça düşük değere sahipler hem de seragazı açısından sıfır emisyon özelliği ile adeta doğa dostu uygulamalar olarak karşımıza çıkıyor. Yapılan çalışmalara göre 1 terawatt-saat enerjinin üretiminde tüm yaşam döngüsü boyunca (kaynakların çıkarılması, işlenmesi, taşınması, kullanımı, atık hale gelmesiyle oluşan atık yönetimi vb tüm süreçleri içeren döngü) güneş enerjisi üretiminde 5 ton, rüzgarda 4 ton, nükleerde 3 ton CO2 eşdeğeri seragazı salınırken bu değer doğalgazda 490 ton, petrolde 720 ton, kömürde ise 820 ton olarak hesap edilmiştir.
Can kayıpları noktasında da yenilenebilirler daha güven sunuyor. Bir terawatt-saat cinsinden enerji üretimi esnasında oluşan kaza ve salınan hava kirleticileri emisyonları dolayısıyla neden olunan ölümler bazında değerlendirme yapıldığında; güneşte %0.02, rüzgarda %0.04, nükleerde %0.07 kayıp oranları yaşanırken bu değer doğalgazda %2.8, petrolde %18.4, kömürde ise %24.6 ki bu değer güneş enerjisi üretiminin 1230 katından fazladır.
İklim değişikliğinin her geçen gün etkilerini artırdığı su kaynaklarına etkileri kapsamında da yenilenebilir kaynaklar daha büyük avantaj sunuyor. Örneğin rüzgar santralleri ile büyük miktarda su tasarrufu sağlamak da mümkün. Zira mevcut fosil kaynaklarla üretim yapan santrallerde üretim ve soğutma için ciddi miktarda suya ihtiyaç duyulurken rüzgar ve güneş gibi kaynaklardan enerji üretimi sürecinde su kullanımına ihtiyaç duyulmamaktadır. Avrupa Çevre Ajansı verilen göre 2016 yılında sadece Avrupa Birliği’nde enerji üretimi için kullanılan su miktarı toplam su tüketiminin %44’ünü oluşturmuştur.
Enerjimiz “HİÇ” bitmesin
Enerji artık hayatımızın ayrılmaz bir parçası. Öyle ki kendimizi kötü hissettiğimizde enerjim yok diye tepki vererek enerjinin adeta hayatın sürdürülmesinde vazgeçilmez olduğunu dile getiririz. O halde ülke olarak yerli ve milli enerji için yeşil dönüşüme kapı aralamalı, enerjimizin bitmemesi için de temiz enerjiye yönelmeliyiz. Avrupa’nın, Çin’in, Şili’nin karbon nötr olma hedefi var. Bizim de imkanlarımız, kabiliyetlerimiz var. Onları ölçülü ve yerinde kullandığımız sürece özümüze dönebilir, çevre dostu yaşam sürdürebiliriz. Kaynaklarımızı daha etkin ve verimli kullanabiliriz.
Bu noktada hepimize, bireylerden toplumlara, hükümetlerden devletlere kadar herkese birtakım sorumluluklar düşüyor. Değişim için hepimize sorumluluk düşüyor. O güç ve enerji esasında elimizde…