Günümüz dünyasında gerek hızlı ekonomik büyüme gerekse de hızlı nüfus artışı beraberinde birtakım sorunlara da yol açıyor. Davranışlarımızdaki değişimler, daha konforlu ve rahat yaşam beklentisi, hızlı yaşam stilleri gibi olgular, insanımızı geçmişe nazaran daha çok tüketen bir toplum haline getirdi. Halbuki doğal kaynaklarımız sınırsız değil. Ancak buna mukabil, hammadde ihtiyacı her geçen gün artıyor. Arz-talep dengesindeki farklılıklar fiyatların da yükselmesine yol açıyor. Bu durum kaynakları etkin ve verimli kullanmayı, atıksız bir yaşama dönüşü zaruri kılıyor.
Kaynaklar Tükeniyor
Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) değerlendirmelerine göre sadece son yüzyılda kaynakların işleme ve kullanımında 13 katlık artış yaşandı. 20. yüzyılın başında 7 milyar ton küresel kaynak kullanımı yakın zamanda 90 milyar tona ulaştı. Halbuki buna mukabil nüfusun 5 kat artışla 1,5 milyardan 7,7 milyara çıkması, bizlere ferdi tüketimin 2-3 kat arttığını gösteriyor.
Bu durumu gösteren diğer bir gösterge ise dünya limit günü. Dünyamız her yıl kullanmamız için bizlere kaynaklar sunuyor. Bizler onları kullandıkça kendisini bir şekilde tamir ederek yeniliyor. Ancak bunun için de bir süreye, yeterli bir zamana ihtiyacı var. Ne yazık ki kaynak kullanım ve tüketim hızı dünyamızın kendisini yenileme hızını aşmış durumda. Böylece dünyamızın yıllık olarak sunduğu imkân ve kaynakları artık birkaç ay içerisinde tüketir hale geldik. Dünya limit günü de o yıl için cömert dünyamızın bize sunduğu kaynakları tüketip bitirdiğimiz zamanı gösteriyor. Her geçen yıl biraz daha geriye çekiliyor. 1990’da 11 Ekim, 2000’de 23 Eylül, 2010’da 21 Ağustos, 2015’de 13 Ağustos, 2018’de 1 Ağustos, 2019’da ise 27 Temmuz olarak gerçekleşti.
2020 yılında ise COVID-19 salgını ile durağanlaşan hayat dünyamıza nefes aldırdı. Kaynak kullanımı da azaldı. Limit günü ise Küresel Ayak İzi Ağı tarafından yapılan değerlendirmelere göre 2020 yılı limit aşım günü 22 Ağustos olarak gerçekleşti. Bu değer, 2005-2006 yılı dönemine denk geliyor. Salgın ile birlikte dünya kaynaklarımızın ömürleri geçici bir süreliğine uzadı.
Atık Dağlarına Doğru
İnsanoğlu yaşamı kolaylaştırmak adına sürekli yapılar inşa ediyor. Dev binalar, fabrikalar, köprüler, yollar, barajlar, gemiler, uçaklar, arabalar ve daha nice eşyalar. Bunları yaparken de dünyanın sunduğu kaynakları kullanıyor. 9 Aralık 2020 tarihinde Nature’de yayınlanan yeni bir çalışmaya göre insan eliyle yapılan tüm antropojenik kaynaklar (binalar, araçlar, barajlar, yollar vb) dünyadaki tüm canlı varlığın (su canlıları, kara canlıları, bitki ve ağaçlar, insanlar, her türlü hayvan popülasyonu vb) ağırlığına ulaşmış durumda. Çalışmaya göre 1950 sonrası hayatımıza giren ve günümüzün önemli sorunlarından biri olan plastik miktarı, dünyamızdaki su ve karasal hayvan ağırlığının hemen hemen 2 katına eşdeğer.
Ancak ne var ki tüm bu yapıların bir ömrü, bir dayanım ve verimli kullanım süreleri var. Hiçbirisi sonsuz bir kullanım ömrüne sahip değil. Er ya da geç atık haline gelecek. İçlerinde birkaç dakika kullanılan plastik türevli poşetler veya birkaç aylık ömre sahip meşrubat şişeleri olabildiği gibi birkaç yüzyıl kullanım ömrü olan binalar da bulunabiliyor. Ancak, en nihayetinde atık olma potansiyeline sahipler. Diğer bir tabirle günümüzde üretilen hemen her eşya, her ürün aynı zamanda birer atık. Dolayısı ile atık dağları üretiyoruz.
Ve kirlilik artık sınır da tanımıyor. Dünyanın en yüksek tepesi, Everest… Çöp yığınları altında. Tonlarca çöp var. Çin Hükümeti çözüm olarak 5200 metre üstünü zirve tırmanışlarına kapattı. Dünyanın en derin yeri, Mariana Çukuru… Orada yer alan kabuklulardan numune alınıyor. Sonuç şaşırtıcı… Çünkü dünyanın en kirli nehirlerinde yaşayan kabuklulardan 50 kat daha tehlikeli kimyasal -ağır metal- biriktiği tespit ediliyor.
Her geçen gün artan tüketim sonuçta bir kirlilik doğuruyor. Dünya Bankası tarafından yürütülen çalışma sonuçları da bu değişimi verilerle ortaya koyuyor. 2012 yılı Dünya Bankası Raporuna göre küresel bazda 1,3 milyar ton evsel atık oluşurken 2018 yılı raporuna göre ise bu değerin %50 artışla 2,01 milyar tona çıktığını görüyoruz. Tüketimin bu denli seyretmesi halinde ise 2050 yılına geldiğimizde günümüz değerinden yüzde yetmiş artışla 3,4 milyar ton evsel katı atığın oluşması bekleniyor.
Buna mukabil nüfusun ise 7,7 milyardan 10 milyara çıkması, yani yaklaşık yüzde otuzbeş oranında artış göstermesi öngörülüyor. Nüfus yüzde otuzbeş oranında artarken atığın yüzde yetmiş oranında artması; bireysel tüketimin hemen hemen iki katına çıkabileceğini gösteriyor bizlere.
Ülkemizde de Benzer Durum Var
Gelişen bir ülkeyiz. Genç ve dinamik bir nüfusumuz var. Şehirlerimiz büyüyor, yoğunluklar artıyor. Nüfusumuzun %75’i şehirlerde yaşıyor. Alışkanlıklarımız değişiyor. Tüketimimiz artıyor. Enerji ihtiyacımız artıyor. Tüketim arttıkça hammadde ihtiyacımız da artıyor. TÜİK verileri ışığında 1990 yılından günümüze kadarki gelişmelere göz attığımızda; nüfusun 60 milyondan üçte bir oranında artışla 83 milyona, doğal kaynak kullanımının 500 milyon tondan 2 kat artışla 1 milyar tona, hanehalkı enerji tüketimi 2 milyon TEP’ten 2 kat artışla 4 milyon TEP’e, evsel katı atık oluşumu 17 milyon tondan yaklaşık 2 kat artışla 33 milyon tona ulaştı.
Geçen 30 yıllık süre zarfında nüfusun sadece 3’te bir artmasına karşın, kaynak kullanımı, enerji tüketimi ve buna bağlı olarak atık oluşumunun 2 kat artış gösterdiğini görüyoruz. Hiç şüphesiz bu durum bireysel tüketimin hemen hemen iki katına çıktığını gösteriyor bizlere.
Aynı şekilde, Ticaret Bakanlığınca 208 yılında yayınlanan Türkiye İsraf Raporu da bu durumu teyit eden veriler barındırıyor. Rapora göre üretilen 49 milyon ton meyve-sebzenin en az 1/3’ü üretim veya dağıtım aşamasında kayba uğradığı, ihtiyaç olmadığı halde cep telefonu değiştirme sıklığının 3 yıldan az, otomobil değiştirme sıklığının ise ortalama 5 yıl olduğu belirtiliyor.
Çevre Odaklı Büyüme
Önceleri yerel bazda etki gösteren sorunlar günümüzde giderek büyüdü. Küresel etkiler oluşturmaya başladı. Dolayısıyla çevre konuları artık göz ardı edilemez bir noktaya ulaştı. Son 50 yıldır bu konuya eğilim göstermeye başlayan dünya kamuoyu artık bu konuya kayıtsız kalamıyor. Ortak gelecek kaygısı tartışılmaya başlandı. Artık çevrenin; büyümenin bir parçası, vazgeçilmez önemli bir aktörü olduğu görüldü.
Evet, tüm bu gelişmeler daha kalıcı politikaların gelişmesini zaruri kılıyor. Günümüz dünyasının da yaşanan sorunlar karşısında yeni bir düzene girdiğini görüyoruz. Çevreyi merkeze alan bir dönüşüm. Sınırlı kaynakları daha etkin ve verimli kullanmayı amaç edilen bir yaklaşım. Döngüsel bir yaklaşıma geçiyor.
Lineerden Döngüsele
Doğadan ilham alan bir yaklaşım esasında. Bakıyorsunuz kâinatta bir denge var. Adeta denge üzerine inşa edilmiş Dünyamız. Hiçbir şey eksilmiyor. Onun yerine çevriliyor. Dönüşüyor. Bir dönüşüm var doğada… Her şey özüne dönüyor. Hiçbir şey zayi olmuyor. İsraf olmuyor. Başka bir şeye dönüşüyor. Başka bir canlının besin kaynağı oluyor. Sonbahar aylarını geride bıraktık. Yaprakların dökülme anı. O yaprakları atık gözüyle bakarız. Halbuki o yaprak düştükleri toprağa, ormana hayat oluyorlar. Bir şeyin ölümü başka bir şeyin hayat bulmasına vesile oluyor.
Dünya bu yaklaşıma, döngüsel ekonomi modeli adı verilen dönüşüme geçiyor. Bu itibarla 2015 yılında Birleşmiş Milletler 2030 yılını esas alan 17 adet Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları belirledi. Bunlardan birisi de “Bilinçli (Sürdürülebilir) Üretim ve Tüketim” Amacı. Kaynakları verimli kullanmayı, İSRAFI DURDURMAYI esas alıyor.
Al-kullan-at işleyişi terk ediliyor. “Üret – kullan – tekrar kullan – değerlendir” tarzı model olan döngüsele geçiyor. Döngüsel model sadece geri dönüşüm demek değil; Temiz enerjiyi, Tekrar kullanılabilirliği, Tamir edilebilirliği, Dayanıklılığı merkeze alan bir yaklaşım. Dolayısıyla atık oluşturmayan sıfır atık temelli bir yaklaşım.
Gelişen ve Değişen Türkiye
Küresel cihette son 50 yıldır gündemde yer alan çevre hassasiyeti ülkemizde ise son 20 yılda karşılık bulmaya başladı. Tarih boyunca çevreye, doğaya saygı göstermiş, elindekileri verimli kullanmayı, bu itibarla israf etmemeyi kendisine şiar edinmiş bir milletin evladı olan bizler zamanla bu özelliğimizi kaybetmişiz. Ancak, tekrar ayağa kalkıyoruz. Birçok alanda sağladığımız gelişmeyi çevre yönetiminde de sağlıyoruz. Çevre sadece bizim değil, tüm canlıların ortak yaşam alanı. Bu itibarla “Yaşanabilir Şehirler, Sürdürülebilir Çevre” temel ekseninde hareket ediyoruz. Onuncu ve Onbirinci 5 yıllık Kalkınma Planlarında da esas aldığımız bir vizyon esasında.
El atılan konuların başında ise atıklar geliyor. Bu meramda, hammadde ve doğal kaynaklarımızın korunma-kullanma dengesinin sağlanması, kaçınılmaz bir şekilde oluşan atıkların yine birer kaynak olarak değerlendirilmesi, böylelikle kendi kendine yeten bir ülke olmak adına birçok adım atıldı. Atıkların düzenli depolanması, geri dönüşüm faaliyetlerinin yaygınlaşması, öyle ki 2000’li yılların başında sayıları sadece 10-20 olarak anılan tesis yatırımları, yasal düzenlemeler ve geliştirilen politikalar eşliğinde büyük artış kaydederek günümüzde 3-4 binlere ulaşmış durumda. Ayrıca, on binlerce kişiye de istihdam potansiyeli oluşturmakta bu tesisler.
Sağlıklı Bertaraf
Yıllarca gelişigüzel doğaya attığımız, su kaynaklarına, tarihi ve kültürel alanlara, tarım arazilerine zarar veren atıkların etkin ve sağlıklı yönetimine dair adımlar atıldı. Var olan atıkların da ekosisteme zarar vermeyecek şekilde yönetimi gerekiyor. 1993’te İstanbul Hekimbaşı Düzensiz Depolama Alanında meydana gelen ve 39 vatandaşımızı yitirdiğimiz, belki de dünyada eşi benzeri görülmemiş hadisesi unutmadık. Bu itibarla düzenli depolama sahalarının inşası öncelik verilen alanlardan biri oldu. Bu itibarla 18 yılda düzenli depolama alan sayısı 6 kat artışla 15’den 90’a çıkarıldı. Düzenli depolama hizmeti verilen belediye nüfusu yaklaşık 3,5 kat artışla %23’ten %83’e çıkarıldı. Bu esnada ortaya çıkan depo gazı da değerlendirilerek enerji üretimi sağlandı. Atık sektörü seragazı emisyonları bakımından 3. önemli sektör. Dolayısıyla etkin yönetimi gerekiyor. Hizmette bulunan 90 düzenli depolama tesisinin yarısında elde edilen elektrik enerjisi ile 1,5 milyon konutun elektrik ihtiyacına eşdeğer enerji üretimi gerçekleştirilerek kaynakların korunumu sağlanıyor.
İçeriği itibariyle tehlikelilik arz eden tıbbi atıkların derelere atılmasının önüne geçildi. Bu kapsamda Tıbbi Atık Yakma ve Sterilizasyon Tesisleri inşa edildi. Günümüzde günlük bazda 90000 tonu aşan tıbbi atığın sağlıklı bertarafını sağlayan 70 civarındaki tesis ile tüm ülkeye hizmet veriliyor.
Atıkları İzliyoruz
Atıkların oluştuğu yerden geri dönüşüm veya bertaraf alanlarına taşınmasına kadarki süreçleri izliyor, kayıt altına alıyoruz. Mobil Atık Takip Sistemi gibi hizmete aldığımız hemen hemen her atık grubuna ait bilgi sistemleri ile atığın oluşumundan taşınmasına ve geri kazanım/bertaraf işlemlerine kadarki sürecin çevrimiçi sistemlerle etkin kontrolü, izlenmesi ve denetimini sağlıyoruz.
Bununla birlikte, ülke genelinde oluşan tehlikeli atıkların beyanının doğruluğu, taşıma güvenliği ve uygun geri kazanım/ bertarafının sağlanması otomatik olarak takip edilerek, uygunsuzlukları anlık olarak tespit edilebilme imkân ve kabiliyetine sahip durumdayız.
Geri Dönüşüm Altyapısı Güçleniyor
Dünya artık atığa kaynak gözüyle bakıyor. Tekrar işleyerek ekonomiye, sanayiye girdi olarak temin edilebiliyor atıklar. Geçmişte olduğu gibi gözden tutulması gereken bir meta değil, bilakis kullanılması, değerlendirilmesi gereken bir malzeme olarak işlenmeye başlandı. Çünkü Frederick Talbot’un bundan tam 100 yıl önce kitabında ifade ettiği gibi “Atık, sadece yanlış yere bırakılmış bir hammadde” idi. Teknoloji buna imkân sağlıyor. 10. Kalkınma Planı ile birlikte üst strateji belgelerimizde yer alıyor. Yüksek geri dönüşüm ile dışa bağımlılığın azaltılması ana hedeflerden biri. Bu düşünce ile yatırımlar gerçekleştirdik. Sanayicilerimizi destekledik. Mevzuatımızı geliştirdik. Sonuçta 25 yılda yüzde 1 olan geri dönüşüm değerini yüzde 13’e çıkardık. Ancak daha yukarılara çıkmalıyız. Avrupalı ülkelerin birçoğunda bu değerler yüzde 40’ların üzerinde.
Son yirmi yılda ülkemiz geri dönüşüm sektörü büyük bir büyüme ve gelişme sağladı. Birçok alanda dev modern tesisler hayata geçti. Geri kazanılan atık oranı da aynı şekilde artış gösterdi. 2001 yılında oluşan 25 milyon evsel atığın ancak %1’i, diğer bir ifade ile 250.000 ton civarında iken, bu değer yapılan yatırımlarla %13’leri aştı. Halihazırda yıllık bazda oluşan 33 milyon evsel atığın 5 milyon tonu aşan miktarı geri kazanılarak sanayicimize hammadde olarak sunuluyor. Böylece sanayicilerimizin girdi maliyetlerinde azalışlar sağlanıyor. Kuvars vb hammaddeye kıyasla cam kırığından cam eldesi esnasında en az %20 daha az enerji ihtiyacı duyuluyor. Bu oran alüminyumda ise hammadde olan boksitten üretime kıyasla %99’lara kadar varabiliyor. Yine, atıkların işlenmemesi halinde depolamaya gitmesi halinde de depolama masrafları hem de ilave taşıma maliyetleri oluşacak. Depolama sadece çevreye zarar veren bir yapı değil, aynı zamanda çok da pahalı, ekonomiye de zarar veriyor. Her yıl oluşan ve hala giyilebilir olduğu halde atılan 100 bin ton tekstil atığının depolanmasının New York ekonomisine maliyeti yıllık 300 milyon USD.
Cumhurbaşkanımızın eşleri Sayın Emine ERDOĞAN Hanımefendinin himayelerinde yürüyen ve 2017 yılında başlayan sıfır atık projesi ile daha iddialı hedeflerimiz var. Bu çerçevede Cumhuriyetimizin 100. yılını kutlayacağımız 2023 yılında geri dönüşüm oranımızı en az %35’e çıkarmak istiyoruz. Bu aynı zamanda en az 13 milyon ton atığın depo sahalarına götürülmek yerine geri kazanılarak ekonomiye, sanayiye tekrar hammadde olarak sunulması anlamı taşıyor. Aynı zamanda, geri kazanılan atık kağıtların ülkemiz ihtiyacını karşılayabiliyor olacağız. Böylece ilave bir ithalata ihtiyaç duymayacağımız anlamını da taşıyor.
Sektörümüzün büyük bir kapasitesi var. Bunu gösteren olgulardan biri de ithalat. İthal edilen atık miktarında yıllar itibari ile bir miktar artış söz konusu. Bu durum dahi esasında ülkemizde geri dönüşüm işleme kapasitemizin olduğunu, ancak toplama altyapısı yetersizliği dolayısıyla yurtdışına meyil edildiğinin en bariz göstergesi. İthalatta kota uygulaması başlattık. Bu kapsamda, %50 kota getirdik. Yakında sıfırlayacağız bunu. Kendi içimize dönüyor, kendi atığımızı değerlendireceğiz öncelikle. Bu itibarla GEKAP geldi. Bu itibarla depozito geliyor. Bu itibarla Çevre Ajansı geliyor.
Mevzuat Altyapımız Güçleniyor
Temel hedefimiz “herkese temiz hava, temiz su, yeterince yeşil alan ve verimli toprak sunmak.” Bunun için de güçlü yasal bir altyapıya ihtiyaç var öncelikle. 1983 tarihli 2872 sayılı Çevre Kanunumuz neredeyse 40 yaşını dolduruyor. Çevre konusu oldukça dinamik bir konu olmasına rağmen ilgili yasamız uzun yıllar boyunca küçük bazı düzenlemeler dışında el değmeden durmuş. 1994’te İstanbul ile başlayan çevre yatırımları 2002 yılı sonrası tüm ülke sathına yayıldı. Çevre Kanunu günün değişen ihtiyaçlarına cevap vermek, Dünya ile uyumlu olmak adına 2 defa kapsamlı revizyona tabi tutuldu. Her iki düzenlemenin de temelinde ATIK yönetimi var.
İlk kapsamlı düzenleme 2006 yılında hayata geçirildi. Tuzla Orhanlı’da tehlikeli kimyasal atık içeren varillerin bulunmuş, kamuoyunun da çevresel kaygılarının artması üzerine yıllarca kadük olmuş düzenleme dönemin Başbakanı Sayın Cumhurbaşkanımızın büyük gayretleriyle Meclis’ten geçirilmiştir.
Ancak biliyoruz ki her bir atığın kendine özgü karakteristik yapısı var. Piller, yağlar, madenler, sanayi atıkları, elektronik atık gibi her bir atık türüne özgü alt düzenlemeler ülkemize kazandırıldı. Gerek bu atıkları kendi kategorileri içerisinde ayrı değerlendirerek diğer atıklarla etkileşimi azaltmak gerekse de bu atıkların daha kolay işlenerek üretim zincirine tekrar dahil edilmesi amacıyla bu düzenlemeler yapıldı. Böylece yönetimleri sadeleştirildi.
Bu çerçevede “kirleten öder” ana ilkesi kapsamında genişletilmiş üretici sorumluluğu çerçevesinde her bir atık türüne özgü yönetim modelleri oluşturuldu. Üretici ve ürünleri piyasaya sürenlere belli oranlarda oluşan atıkların geri toplatılması için sorumluluklar verildi. Bu itibarla birtakım gelişmeler yaşandı. Bu kapsamda; atık piller bazında geri toplama değerlerinin 30 tonlardan 700 tonlara ulaştığı, ömrünü tamamlamış lastiklerde 9.000 tonlardan 180.000 tonlara ulaşıldığı, atık elektrikli ve elektronik eşyalarda 1.500 tonlardan 58.000 tonlara ulaşıldığı, akülerde 10.000 tonlardan 75.000 tonlara ulaşıldığı, ambalaj atıklarında 700.000 tonlardan 2,2 milyon tonlara ulaşıldığı görülmüştür. Bütün bunlar ışığında 2000’li yılların başında geri kazanım oranı sadece %1 iken, şu anda %13’lere çıkmış durumda.
Ancak ne var ki 2016 yılında tamamlanan Ulusal Atık Yönetimi Eylem Planı’nda ülkemizde oluşan değerlendirilebilir atık miktarının %36 seviyesinde olduğu görüldü. Bakanlığımızca yapılan tüm iyileştirme faaliyetlerine rağmen; değerlendirilebilir atıkların tamamından ziyade ancak ilgili mevzuatta belirtilen kotalar dâhilinde toplamaların yapıldığı, ancak birçok atık türünde bu hedeflere dahi ulaşılamadığı, geri dönüşüm altyapısına yeterli katkı sağlanamadığı gibi ülke sathına da yayılmadığı, bu durumun toplama maliyetlerini etkilediği, sonuçta da yurtdışından daha makul bedele değerlendirilebilir atık ithalatının yapıldığı, bazı atık türlerinin çok yüksek oranda toplanmasına karşın düşük kalite nedeniyle geri dönüşüme gönderilen atık miktarının ise çok az olduğu görülmüştür.
Bu itibarla 2017 yılında Cumhurbaşkanımızın eşi Saygıdeğer Hanımefendi Emine Erdoğan’ın himayelerinde sıfır atık hareketini başlattık. Hedefe uygun olarak 2023 yılı için geri kazanım hedefini de %35 olarak belirledik.
Gerek sıfır atık hareketinin yaygınlaşması, gerekse de yukarıda belirtilen tespitler ışığında Bakanlığımızca değerlendirmeler yapılmış, alternatif yöntemler noktasında analizler gerçekleştirilmiş, dünya uygulamaları incelenmiş ve ülkemiz koşullarına uygun olacağı düşünülen geri kazanım katılım payı (GEKAP) ve zorunlu depozito uygulamaların hayata geçirilmesine dair Çevre Kanunu’nda ikinci kez geniş kapsamlı düzenleme yapılmıştır. Anılan düzenlemeler 2018 Aralık ayında Meclis’ten geçerek yasalaşmıştır. GEKAP ile bir yandan kayıt dışılık önlenirken bir yandan da sıfır atık uygulamalarının teşvik edilmesi için ihtiyaç duyulan mali kaynak oluşturuldu. Muhataplara kendi toplama altyapılarını kurarak depozito yöntemi ile atıklarını toplamaları halinde de GEKAP muafiyeti hakkı tanındı. Bu uygulama ile GEKAP’tan muradın atıkların depo alanlarına gitmesinden ziyade ayrı bir şekilde toplanması, işlenmesi ve ekonomiye kazandırılması olduğu net bir şekilde görülüyor.
Düzenleme kapsamında ele alınan konulardan biri de günümüz dünyasının karşı karşıya kaldığı plastik kirliliği ile mücadele kapsamında taşıma amaçlı plastik torbaların ücretlendirilmesi oldu. 2019 yılında geçilen uygulamaya milletimiz büyük bir teveccüh gösterdi. İlk yılın sonunda %80 oranında azaltım ile yaklaşık 180.000 ton plastiğin kullanımı önlendi.
Temel hedefimiz atık oluşumunu kaynakta önlemek. Bu itibarla da temiz üretim sistemlerini desteklediğimiz gibi bu hususa hizmet eden ve dünyada yaygın bir şekilde kullanılan eko-etiket uygulamasına geçtik. Türkiye ulusal çevre etiket sistemini kurduk.
Sıfır Atık Uygulamamız yaygınlaşıyor
Cumhurbaşkanımızın eşleri Sayın Emine Erdoğan hanımefendinin himayelerinde yürüyen dünyanın en büyük çevresel farkındalık projelerinden birisi. Dünyada ilk kez bir First Lady çevre konusundaki bir projeyi himaye ettiler. Kendileri çevre, doğa ve toplumu ilgilendiren her hususta etkin rol aldılar. Sayın Erdoğan’ın gösterdiği bu çaba karşılıksız kalmadı ve çevre hassasiyetleri dolayısı ile Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü tarafından 2018 yılında ödül aldılar.
Projenin temel hedefi israfı önleme, kaynakları daha verimli kullanma, oluşan atıkları da depolamak yerine işleyerek tekrar döngüye kazandırma. Tam bir döngüsel ekonomi modeli uygulaması..
Sistem herkesi kapsıyor. Sıfır atık sistemlerini kuran restoran, kafe, otel, okul, kamu binası, işyerleri, hatta belediyelere dahi sıfır atık belgeleri düzenleniyor. Çalışmalar, sağlanan gelişmeler kayıt altına alınarak izleniyor. Uygulama kapsamında gıda atıklarının önlenmesi de ayrıca ele alınıyor. Bu noktada Sıfır Atık, Sıfır Açlık teması dahilinde çalışmalar yürütülüyor.
Bakanlıklarımız, iş dünyamız, belediyelerimiz, üniversitelerimiz hepsi sahip çıktılar. Çünkü sonuçta hepimizin kazanacağı bir hareket bu. Kaybedeni olmayan bir hareket bu.
Meyvelerini almaya başladık. 2 yıllık süreçte 9,5 milyon kişiye eğitim verildi. 53.500 kurum/kuruluş binasında uygulamaya geçildi. 13.700 binaya da Temel Seviye Sıfır Atık Belgesi verildi. Aynı şekilde, 2017’den bu yana 17 milyon ton değerlendirilebilir atık toplandı. Böylece; 17 milyar TL ekonomik kazanç ve ülkemizde yaşanan yağış azlığına bağlı olarak önemi her geçen gün artan 345 milyon m3 su tasarrufu sağladık.
2023 yılında yüzde 35 geri kazanım hedefi ile yıllık bazda doğrudan 20 milyar TL’lik bir ekonomi ve 100.000 kişiye doğrudan istihdam oluşturma gayreti ve çabası içerisindeyiz. Tüm adımlarımızı bu cihetten atıyoruz.
Türkiye Çevre Ajansı Kuruluyor
Çevre Kanunu’nda yapılan geniş kapsamlı revizyonlara bir yenisini de bu sene ekliyoruz. Geçtiğimiz yılın sonunda Meclis Genel Kurulunda kabul edilen Türkiye Çevre Ajansının Kurulması hakkındaki Kanun ile kurulacak Çevre Ajansının birçok faaliyeti olacak. Bunlardan ilki ve öncelikli olanı Depozito-İade Sistemini yönetmek olacak. Depozito atıkların etkin olarak toplanmasını sağlayan bir mekanizma. Uygulama pratikte oldukça basit bir işleyişe sahip. Ürüne, ambalaj bedeli yansıtılıyor. Ambalaj iade edildiğinde ücret geri alınıyor. Vatandaşa mali külfet oluşturmuyor. Atığını geri getirmesi için teşvik edici bir unsur oluyor.
Pratikte kolay görünen bu sistemin yönetimi elbette ki daha zor. Zira ülkemiz piyasasında dolaşan yıllık 20 milyar adedi aşan ambalajdan, onların takibinden bahsediyoruz. Birçok paydaşın eşgüdüm dahilinde çalışması gereken bir sistem. Bu sistemin tek elden yönetimi önem arz edecek.
İşte Çevre Ajansı, sistemin tek elden yönetimini tesis etmek üzere çatı kuruluş olarak vazife yapacak. Piyasada dolaşımda bulunan 20 milyar adet içecek ambalajının takibini yapacak. Bir nevi izleyecek onları. Kullanım sonrası da çöpe gitmesini önleyecek. Kaynağında, temiz olarak toplayarak geri dönüşüm sanayisine hammadde olmak üzere iletecek. Böylece hem yerel yönetimlerimizin atık ve temizlik giderleri azalacak hem de sanayicimize daha ucuz ve işlenmesi kolay hammadde sunulacak.
2022 yılı içerisinde tanışacağımız ve içecek ambalajlarına uygulanacak Zorunlu Depozito Uygulaması ile yıllık bazda en az 1.000.000 ton atık oluşumunu önleyecek, ekonomik açıdan da 1 milyar TL mali katkı sunacağız.
Değişim ve Dönüşüm Zamanı
Bu çevre, doğa, gezegen hepimizin. Sadece bizim de değil. Tüm canlıların ortak yaşam alanı. “Yaşanabilir Şehirler, Sürdürülebilir Çevre” temel ekseninde hareket ediyoruz. Onuncu ve Onbirinci 5 yıllık Kalkınma Planlarında da esas aldığımız bir vizyon esasında. Çevrenin doğal dengesinin korunmasında, kirlilik oluşumunun önlenmesinde esasında hepimize iş düşüyor. Sorumluluk düşüyor. Zira hepimizin bir etkisi var gezegenimiz üzerine. Çevre kirlenmesi esasında insanoğlunun doğaya verdiği zarar olarak ifade edebiliriz.
Yine, sıfır atık dedik. Onu ilk olarak kendi binamızda uyguladık. Enerji verimliliği diyoruz. Onu yine Enerji Bakanlığı ile birlikte ilk olarak kendi yeni hizmet binamızda uygulamaya başladık. Gönül sultanlarından Hz. Mevlana’nın da dediği gibi “Öğüt verecek insana değil, örnek olacak insana ihtiyaç var”. Bu şuurla hareket etmeliyiz, ediyoruz da. Hepimizin birtakım alışkanlıklarını değiştirmesi gerekiyor. Çoğumuzun her gün tükettiği bir fincan kahvenin 140 lt su ayak izi var. Buna biraz şeker ve süt kattığımızda bu değer 208 litre oluyor. Ekonomi, dış politika, adalet bir ülkede her şey düzeleceğini ancak bir aşamadan sonra çevreyi eski haline getiremeyeceğimizi unutmayalım.
Atık oluşumunu önlemek hiç kuşkusuz oluşan atıkları yönetmekten daha az maliyet gerektirmektedir. Bu saikla da tüketicilerimizin de birtakım alışkanlıkları değiştirmesi, kullan-at kültürünün yerine tekrar kullan benzeri kültürlerin benimsenmesi gibi tercihlerle ülkemize, çevremize, geleceğimize büyük katkılar sunabileceklerini hatırlatıyorum.
Bu nedenle değişmeli, değişime öncülük etmeliyiz. Avrupa’nın, Çin’in, Şili’nin karbon nötr olma hedefi var. Bizim de imkanlarımız, kabiliyetlerimiz var. Onları ölçülü ve yerinde kullandığımız sürece özümüze dönebilir, çevre dostu yaşam sürdürebilir. Kaynakları daha etkin ve verimli kullanabiliriz.
English: Environmental awareness: Toward a transformed Turkey