İnsanın doğaya tahakküm ettiği bir çağdayız. Bu itibarla bu çağa bilim insanları insan çağı, diğer bir söylem ile Antroposen adını veriyorlar. Ve bu çağda dünyamız hiç olmadığı kadar yıkıcı hadiselerle karşı karşıya. Doğal kaynakların fütursuzca kullanımı bir taraftan kaynak sıkıntısı oluştururken bir yandan da doğal yaşam alanları üzerinde büyük bir tehdit oluşturuyor. Bu yüzden türler yok olurken doğal denge de hasar görüyor. Sonuçta da her gün daha şiddetlisine tanık olduğumuz yeni afetlerle karşılaşıyoruz.
Kuş gribi, domuz gribi, SARS, MERS ve zika virüsü derken bugün neredeyse 2 yılı bulan süre zarfında dünyayı adeta abluka altına alan koronavirüs salgını ile karşı karşıyayız. Düne kadar sadece Karadeniz Bölgesinde aşina olduğumuz taşkınlara bugün ülkemizin her yerinde karşılaşıyoruz. Televizyonlarda gördüğümüz hortumlar artık ülkemizin de bir rutini haline geldi. Afrika’ya has sıcaklar artık dünyanın birçok bölümünde görünür oldu. Çöl bölgeleri ile özdeşleşen kuraklıklar dünyanın birçok bölümünü etkisi altına alırken bir taraftan da hayatı durma noktasına getiren sellere daha sık tanık oluyoruz. Güçlü altyapılarına güvenen Almanya gibi gelişmiş ülkelerin yaşadığı sel felaketi hala hafızalardaki tazeliğini koruyor. 200’ü aşkın can kaybının yanı sıra enkaz kaldırma çalışmaları halen devam ediyor. Çin’de oluşan seller metro ile seyahat eden yüzlerce kişiyi mahsur bırakırken Hindistan’daki seller yine evleri ve araçları birer kâğıt gibi sürükledi.
Yani başımızdaki̇ tehlike- İklim Krizi
Hiç kuşkusuz yaşanan tüm bu hadiselerin ortak bir noktası varsa o da iklim değişikliği. Her an yanı başımızda duruyor. Ancak kendisini fark etmemiz için değişik suretlerde karşımıza çıkıyor. Elbette ki tek etken bu değil. Ancak sanayi öncesine kıyasla +1,2C dereceyi bulan küresel sıcaklık artışı dünyanın ateşini yükselterek adeta dengesini bozdu. O yüzden bu tür olayların sayısı ve etkileri giderek artıyor. İklim değişikliğinin belirgin etkilerinden biri de her geçen gün artan sıcaklıklar. Dünyanın birçok noktasında sıcaklar rekor kırıyor.
Düşük nem ile birlikte oluşan kuru ve sıcak havanın yol açtığı diğer bir sorun ise orman yangınları. Aylarca süren Avustralya, Kaliforniya ve Sibirya yangınları bunların birer göstergesi. Bu dertten muzdarip ülkelerden birisi de iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinden en çok etkilenmesi beklenen Akdeniz Havzası ülkeleri. İtalya, Yunanistan, İspanya ve ne yazık ki ülkemiz günlerdir büyük bir felaketle karşı karşıya. Sıcaklıkların yer yer 45-50C dereceleri bulduğu ve nem oranlarının %10’un altında seyrettiği bu günlerde en ufak bir kıvılcım büyük bir felakete kapı aralıyor. Canlar yanıyor, oksijen yerine kara dumanlar yükseliyor ormanlarımızın, ağaçlarımızın, bitki varlığımızın üstünde. Oysaki bitkilerin olmadığı bir ekosistem uzun süre varlığını sürdüremez.
Yaşamın kaynağı; Bitkiler
Dünyada yaşamın oluşması için nebatatın var olması elzemdir. Zira yaşam için enerjiye ihtiyaç duyuyoruz. Tek enerji kaynağımız da Güneş. Ancak onun sağladığı enerjiyi doğrudan kullanmamız mümkün değil. Bu noktada devreye nebatat yani bitkiler giriyor. Güneş ışığından aldıkları enerjiyi besine, diğer bir ifadeyle kimyasal enerjiye çevirerek diğer canlıların kullanabileceği forma dönüştürürler. Besin piramidinin en altında, yani ilk sırasında yer alırlar. Dolayısı ile yaşam bitkilerle başlıyor.
Fotosentez denilen ve ışık kullanılarak üretim yapılması manasını taşıyan hadise esnasında bitkiler atmosferdeki karbondioksiti alıp yerine taptaze oksijeni verirler. Adeta havayı temizleme operasyonu denilebilir. Akabinde bu bitkileri tüketen insan ve diğer canlılar da bu yolla enerji akışını sağlayarak hayatlarını idame ederler.
Yapılan değerlendirmelere göre yeryüzündeki canlı kütlenin yaklaşık %90’ını bitkiler oluşturuyor. Bitkiler alemi içerisinde müsilaj ve alg patlaması hadiselerinden de aşina olduğumuz fitoplankton adı verilen mikroskobik boyutta canlılar olduğu gibi boyları 115 metreleri bulan Kaliforniya’daki Redwood Milli Parkında yer alan Hyperion isimli sekoya cinsi ağaçlar da bu grup içerisinde yer alırlar.
Çok sayıda fayda BİR arada
Bitkilerin büyük çoğunluğunu da ağaçlar oluşturuyor. Bir tek ağacın bile onlarca faydası vardır. Öyle ki tek bir yapraklı yetişkin ağaç 2 ila 10 kişinin günlük oksijen ihtiyacını karşılayabilir. Önemli bir seragazı olan karbondioksiti emerek dünyamızın da serin kalmasını sağlarlar. Dünya Kaynakları Enstitüsü değerlendirmelerine göre ormanlar küresel bazda 7,6 milyar metrik ton karbondioksiti absorbluyor. Bu değer ABD’nin yıllık saldığı karbon emisyonlarının 1,5 katına eşdeğer. Bununla birlikte terleme yoluyla da terleme yoluyla bir yandan su döngüsünde etkin rol oynarken bir yandan da ortamdaki enerjiyi soğurarak ortamın serinlemesine katkı sunarlar.
Aynı şekilde, güneşten gelen ışığı da soğurarak bölgedeki sıcaklığı dengeler ve küresel iklim değişikliğinin yol açtığı önemli sorunlardan biri olan şehir merkezlerinde ısı adalarının oluşmasını önler. Yine gölgelik oluşturarak doğal bir serinlik katarlar bulundukları bölgeye.
İklim dostu oldukları gibi hava dostudur ağaçlar. Şehirlerde artan trafik kaynaklı hava kirliliğinin yayılmasını önlerler. Yaprakları vasıtasıyla havaya verilen PM10, PM2.5 gibi zararlı tozlar ile kirleticileri emerek havayı filtreler. Keza gürültü için de doğal bariyer işlevi görürler.
Amazon yağmur ormanları gibi büyük ormanlar bulundukları alanda mikroklima etkisi oluşturarak yağışların artışına destek olur. Bunun yanında aşırı yağışların yol açabileceği taşkınları önlerler. Keza toprağın emilim kapasitesini artırarak erozyon ve diğer toprak kayıplarının önüne geçerler.
İklim ve hava dostu olmanın yanı sıra muhteşem bir yuvadır aynı zamanda ağaçlar. Birçok kuş, böcek ve diğer canlı türleri için de yaşam alanı olurlar. Değerlendirmelere göre ormanlar karasal biyoçeşitliliğin %75’ine ev sahipliği yapıyor durumdalar. Ormanlar sadece hayvanlar ve bitkiler için değil aynı zamanda insanlar içinde bir yaşam alanı. Bu itibarla, BM Tarım ve Gıda Örgütü (FAO) değerlendirmelerine göre Dünya genelinde 300 milyon civarında insanın meskeni olmuş durumdalar. Diğer bir fayda ise sunduğu iş olanakları. BM Tarım ve Gıda Örgütü verilerine göre 1,6 milyar kişi ormanlar yoluyla yaşamlarını sürdürüyor. Bunun yanında evlerimizdeki mobilyalar, okullarımızdaki sıralar, parklardaki banklar da ormanların birer hediyesi bizlere.
Ve biz insanlar için doğal bir meditasyon alanı olurlar. Kendimizi daha iyi hissetmemizi, kendimizi yenilememizi sağlar. Hastalıklarla mücadelede kullanılan birçok ilacın üretilmesi için de müthiş bir kaynaktır. Dolayısıyla ormanlar için rehabilitasyon ve bir nevi ecza deposu denilebilir.
Ne var ki YOK ediyoruz
Bu eşsiz hazineleri ne yazık ki kendi elimizle yok ediyoruz. Kimi zaman yerleşim alanları oluşturmak kimi zaman tarım arazileri açmak için ormanları yok ediyoruz. Kimi zamanda rahat yaşama kurban ediyoruz. Yeni mobilyalar için, ahşap meskenler için, ahşap bazlı yapılar için kullanıyoruz. BM Çevre Programı (UNEP) verilerine göre yıllık bazda dünyamızda 15 milyar ağaç, kağıt ve kereste gibi üretimler için kesiliyor. Kaybolanların yerine ancak 5 milyar adet yenisi dikiliyor. Dolayısı ile her yıl 10 milyar ağacı yeryüzünden tamamen siliyoruz.
BM Tarım ve Gıda Örgütü tarafından yayımlanan “2020 Yılı Dünya Orman Görünümü (SOFO2020) Raporuna göre son 30 yılda 420 milyon ha orman alanı farklı kullanım amacı dolayısı ile kaybolmuş durumda. Ormanlar günümüz küresel sorunu iklim krizi ile mücadelede en etkin ve düşük maliyetli yöntem olarak biliniyor. Bu kıymetli alanları heba ettiğimiz diğer bir sorun da yangınlar. Yine SOFO 2020 Raporuna göre son 30 yılda yaklaşık 100 milyon hektarlık alan ortaya çıkan yangınlar dolayısı ile zarar gördü.
Birçok nedeni var
Bir yangına yol açan nedenler vardır, tetikleyici unsurlar vardır. Bunlar yıldırım gibi doğal nedenler de olabiliyor, izmarit veya mangal gibi beşerî nedenler de olabiliyor. Kimi zaman ülke bütünlüğüne kasteden sabotajlar da söz konusu olabiliyor. Tabii son yıllarda artık kendisini yok sayamadığımız bir etken daha var; küresel iklim değişikliği. Bir yangın uygun şartlarda kontrolü güç bir hal alır. Bu duruma yol açan şartlar aşırı sıcaklar, sıcaklara bağlı oluşan kuraklıklar, nem düşüklüğü ve yağışların azalması. Bunlar arasında öne çıkan unsur ise iklim değişikliği ile birlikte sıkça karşılaştığımız aşırı sıcaklar veya sıcak hava dalgaları.
Dünya Meteoroloji Örgütü 2020 Yılı Küresel İklim Görünümü Raporuna göre küresel sıcaklık artışı sanayi öncesi döneme kıyasla +1,2 C dereceye ulaşmış durumda. Etkili önlemlerin hayata geçirilememesine karşı 2026 yılına kadar da +1,5 C değerinin kaçınılmaz olduğu da Raporda yer alıyor. 2020 yılının kayıtlardaki en sıcak 3 yıldan birisi olduğu vurgulanan Raporda, aynı zamanda, 2015-2020 döneminin kayıtlardaki en sıcak 6 yılı barındırdığı belirtiliyor. Keza son 10 yıllık dönem olan 2010-2020 arasının ise yine kayıtlardaki en sıcak 10 yıllık dönem olduğu ifade ediliyor. Sibirya’da 38 C dereceye ulaşan tarihi kayıtlardaki en yüksek sıcaklık değerinin aylar süren orman yangınlarını tetiklediği ve etkisini daha da yükselttiği hepimizin malumu.
Küresel sıcaklık artış değerine bağlı olarak yangın sezonlarının daha da uzayabileceği ve yanan alan miktarının daha da artabileceği Hükümetlerarası İklim Değişikliği Panelinin (IPCC) uyarıları arasında yer alıyor. Evet, İklim Değişikliği orman yangınlarının şiddetini ve etkisini yükseltiyor. Yapılan değerlendirmelere göre küresel sıcaklık artışının sanayi öncesi döneme kıyasla +1,5 C derece olması halinde Akdeniz Havzası yaz dönemlerinde olması muhtemel orman yangınlarında yanan alanlarda %41’lik artış, sıcaklık artışının +2C olması halinde yanan alanlarda %62’lik artış ve sıcaklık artışının +3C derece olması halinde ise yanan alanlardaki %97’lik bir artış bekleniyor.
Dünyanın kalbi amazonlara ev sahipliği yapan Brezilya için öngörüler aynı nitelikte. Yükselen sıcaklık ve kuraklık yangın sezonlarını uzatırken yanabilen alanlarda da 2 kat artışa yol açıyor. +20C derecelik ısınmada, Brezilya doğal alanlarındaki ağır kuraklığın da 4 kat artması bekleniyor.
Dünyada yangın sezonları var
İklim değişikliğinin etkileri ile oluşan sıcaklık artışları ve kuraklık gibi faktörler yangın riskini de yükseltiyor aynı zamanda. Amerika ve Asya kıyılarını sarsan kasırgalar nasıl Pasifik Kasırga Sezonu olarak anılıyorsa artık sıcaklıkların çok yüksek seyrettiği, kuraklığın hüküm sürdüğü alanlarda kaçınılmaz bir şekilde yangınlar oluşacak ve bu dönemler yangın sezonu olarak anılacak. ABD’deki Kaliforniya, Rusya’daki Sibirya yangınları adeta bu türden yangınlar olmuş durumda.
Kaliforniya’da bu yıl gerçekleşen ve haftalardır devam eden yangınlarda şu ana kadar 1 milyon hektarlık alan küle dönmüş durumda. Yine Rusya’daki Sibirya yangınları önü alınamaz bir hal aldı. Küresel sıcaklık artışının ortalama değerlere göre yer yer 4-5 derece artış gösterdiği Sibirya Bölgesindeki Yakutistan’da olağanüstü hâl ilan edildi. Ülkenin Orman Koruma Servisi verilerine göre aylardır süren yangınlarda şu ana kadar 4,5 milyon hektarlık alan hasar gördü. Bu değer Trakya bölgesinin 2 katı, Konya ilimizin ise 1,2 katına eşdeğer. Bilim insanları ise bu yangının bölgedeki donmuş toprakların çözülerek içerisinde hapsettiği ve karbondioksite oranla 84 kat daha güçlü bir sera gazı olan metan gazının salınmasından endişe duyuyor.
Avustralya’da 2019 Temmuz ayında başlayan ve yaklaşık 8 ay süren yangınlarda İngiltere büyüklüğünde ormanlık arazi hasar gördü. Yangının bu denli büyümesinin başlıca nedeni ise uzun süren yüksek sıcaklıklar ve kuraklıklar gösterildi. Yaklaşık 9 aylık süre zarfında atmosfere salınan seragazı miktarı ise 434 milyon ton olarak hesaplandı. Bu değer ülkemizin aynı dönem seragazı emisyonuna eşdeğer bir miktar. Yangından 1 milyar dolayında canlının da zarar gördüğü belirlendi.
Yangınlar dolayısı yüksek miktarda dumanlar oluşuyor. Oldukça hızlı hareket edebilen bu dumanlar ısı ve nem içerdiğinden dolayı stratosfere ulaştığında yoğunlaşarak buluta dönüşüyorlar. Bu bulutlara NASA tarafından Pirokümülünimbus (ağzından ateş çıkaran bulutlar) adı veriliyor. Bilim insanları bu bulutların kendi iklimlerini oluşturduğuna inanıyor. Yeni yağışlara veya yıldırımlarla daha fazla yangına neden olabilirler. Kaliforniya ve Avustralya’daki gibi büyük yangınlarda oldukça yoğun oluşumlar gözlemleniyor. Ağustos ayında neredeyse hiç görmediğimiz Antalya’daki yağışlar Manavgat’ta oluşan tarihimizin en büyük yangını sonrası oluşan dumanların oluşturduğu pirokümülünimbuslar olabilir.
Ülkemiz risk altında
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Panel (İPCC) raporlarına göre ülkemizin de içerisinde yer aldığı Akdeniz Havzası, İklim değişikliğinin olumsuz etkilerinden en çok etkilenecek alanlar içerisinde yer alıyor. Kuraklık, sıcak hava dalgaları, yangınlar, taşkınlar, hortumlar yakın zamanda sıklıkla ülkemizde karşılaştığımız hadiseler.
Bunlar içerisinde en büyük etki hiç kuşkusuz son günlerde yaşadığımız yangınlar oldu. Orman Genel Müdürlüğü (OGM) verilerine göre ülkemizde yıllar itibari ile yangın sayılarında artışlar yaşanırken, bu yangınlardan zarar gören alan miktarında düşüşler sağlanıyor. 1940’lı yıllarda oluşan orman yangını sayısı 1000 seviyelerinde iken bu değer günümüzde 3500 mertebelerine ulaşmış durumda.
On yıllık ortalama değerler açısından ele aldığımızda da 1940-1950 arasında ortalama 700 yangın gerçekleşirken 1990-2000 yıllarında bu değer 2000’e, 2010-2020 yıllarını kapsayan dönemde ise ortalama olarak 2500 seviyesine çıktı. Ancak buna karşın yanan alanlarda azalma söz konusu. 1940’lı yıllarda yanan alan miktarı yıllık bazda 60 bin hektar dolaylarında iken günümüzde bu değer artan orman yangın sayısına karşı 20 bin hektar seviyesine indirilmiş durumda. Hiç kuşkusuz bunda alınan önlemlerin, etkili müdahalelerin payı oldukça yüksek.
Bu başarı Avrupa Orman Yangını Bilgi Sistemi (EFFIS) raporlarına da yansımış durumda. Halihazırdaki 2019 yılı değerlendirmelerini içeren Rapora göre ülkemizde son 20 yılda oluşan yangınlar dolayısı ile toplamda 194 bin hektarlık alan zarar görürken, Akdeniz havzasında yer alan ve benzer iklimlere sahip İspanya, İtalya ve Yunanistan gibi ülkelerde bu değerler sırasıyla 2.2 milyon hektar, 1.5 milyon hektar ve 738 bin hektar olarak gerçekleşmiş durumda. Bu verilerden hareketle ülkemizin orman yangınlarının önlenmesi ve oluşan yangınlara müdahale noktasında oldukça başarılı bir grafik seyrettiğini ifade edebiliriz.
Önce Manavgat sonra Marmaris
Ülke olarak zor zamanlardan geçiyoruz. Tüm dünyayı etkisi altına alan koronavirüs pandemisi devam ederken geçtiğimiz aylarda güzel Marmara’mızı etkisi altına alan müsilaj sorunu ve içinde bulunduğumuz günlerde yaşadığımız yangınlar. Önce Manavgat’tan yükselen alevler eş zamanlı olarak birçok noktayı sardı. Manavgat’ta eş zamanlı olarak noktada etkili olan yangınlara Adana, Mersin, Muğla gibi illerde eklenince müdahale noktasında zorluklar yaşandı.
Hava sıcaklığının yer yer 45-50C dereceleri bulduğu, havadaki nem oranın da %10’un altı gibi oldukça düşük seyrettiği, yer yer 50 km/saati bulan yüksek rüzgâr hızları dolayısı ile Muğla ve Antalya gibi bölgelerdeki yangınların kontrol altına alınmasını güçleştirdi.
Zorlaştırıcı bir faktör de yanan bölgenin yoğunluklu olarak kızılçam cinsi ağaçlara sahip olması oldu. Ülkemiz ormanlarının büyük kısmını kızılçam ağaçları oluşturuyor. Kızılçamlar kuraklık ve susuzluğa uzun süre dayanabilen, bunun yanında hızlı büyüme özelliğine sahip ağaçlardır. Akdeniz’de 1500 metre yüksekliğe kadar olan alanlarda yetişebiliyor. Meşe ve kayın gibi ağaçlara kıyasla reçineli ağaç grubunda yer alırlar. Sahip oldukları reçine işlenerek ekonomiye önemli katkı veriyor. Ancak reçinenin varlığı yangın gibi durumlarda büyük bir risk oluşturuyor. Zira yangın esnasında bu reçineler buharlaşarak doğalgaz gibi su ile söndürülmesi oldukça güç olan bir gaz haline geliyor. Dolayısı ile özellikle de yüksek ve engebeli bölgelerdeki yangınlara müdahale oldukça güç. Bu durum yangının daha büyük alanları etkisi altına almasının önünü açıyor. Sonuçta da kontrol ve söndürme çalışmaları beklenenden uzun sürebiliyor.
Etkin kriz yönetimi
Ancak böylesi hadiselerde, diğer bir ifade ile ülkemiz kriz yönetiminde oldukça büyük ilerlemeler kaydetmiş durumda. Yangınlara daha kısa sürede mücadele ediliyor ve çoğunlukla büyümeden kontrol altına alınabiliyor. İlk olarak büyük bir maziye sahip OGM imkanlarını seferber etti. İlgili Bakanlar jet hızıyla bölgeye intikal ettiler. Kriz merkezleri kuruldu. AFAD ve UMKE ekipleri her zamanki gibi sahadaydı. Gönüllüler ordusu ile Kızılay bölgedeydi.
Sadece Orman Genel Müdürlüğü değil emniyet güçleri de tüm imkanlarını seferber etti. Karadan TOMA’lar, askeri ve jandarma helikopterlerinin yanı sıra denizden de kıyı emniyeti ve sahil güvenlik ekipleri imkanları kabiliyetinde yangına müdahale etti. Teknolojinin olanaklarından da istifade edildi. Yerli uydumuz Göktürk ve yerli İHA’larımız ile yangın bölgeleri tespit ediliyor, müdahale noktaları belirleniyor, havadan söndürme araçları bu minvalde yönlendirilerek başarılı müdahalelerin yapılması sağlandı.
Yurdumuzun birçok bölgesinden yerel yönetimler de yangın ekibi ile takviye güçler gönderdi. Kardeş Ülke Azerbaycan ile Ukrayna’nın yanı sıra Avrupa Birliği desteği ile büyük bir alanı etkisi altına alan yangınlara müdahale edildi.
İlk günden itibaren Çevre ve Şehircilik, Tarım ve Orman, Ulaştırma ve Altyapı Bakanları olay bölgesine intikal ettiler. Hasar tespitleri yapıldı. Halkın derdiyle dertlenildi. Birlik ve bütünlük mesajları verildi.
Felaket tellalları yine sahnede
Her olayda olduğu gibi bu tür felaketlerden nemalanmak isteyenler de vardı. Bir Vakıf olan ve 60’lı yılların teknolojisine sahip ancak bakımsızlıktan kullanılamayacak hale gelmiş THK uçakları bahane edilerek yapılan mücadele küçümsenmeye çalışıldı ama halkımızın feraseti karşısında başarılı olamadı.
Yine o yangınların gerek otel gerek maden gerekse de yerleşime açılacağı gerekçesiyle çıkarıldığı iddiaları var. Son derece çirkin olan ve 9 yaşamı kurban ettiğimiz mücadelede verilen emeği hiçe sayan bu asılsız iddiaları da sahiplerine iade ediyoruz. Anayasımızın 169. maddesi yanan alanların tekrar ağaçlandırılmasını zaruri kılıyor. Zaten turizm tesisi açılması veya Maden ruhsatı verilebilmesi için bunların olmasına da gerek yok zaten. Turizm Teşvik Kanunu ve Orman Kanunu gibi ilgili yasalarda bu işler için belirli alanların tahsis edilmesi zaten mümkün. Dolayısı ile kontrolü güç yangınların çıkartılması abesle iştigal olur. Bu yangınlar da iki termik santralin kaybı söz konusu oldu ki milyar dolarlık yatırımlar bunlar. Kim bu alanlara kurulacak birkaç bina için böylesi dev yatırımların heba olmasına göz yumar ki. Son derece tutarsız iddialar olduğunu bir kez daha yinelemek istiyorum.
Santraller tehdit altında
Birçok yerleşim yerini de etkisi altına alan yangınlar, doğal hayatı da olumsuz etkiledi. Milas’taki yangınlar da ise ülkemizin 2 önemli enerji kaynağı olan termik santrallerde depolanan kömürlerin yanma riski ile adeta yürekleri ağza getirdi. Zira kömürün yanması büyük bir alanı etkileyecek ciddi bir hava kirliliğini de beraberinde getirecekti. Neyse ki korkulan olmadı. Kurulan kriz merkezinde bütün riskler simüle edilmiş, gerekli önlemler alınarak tehlike bertaraf edilmişti.
Yeşil Vatan Ormanlarımız
Ülkemiz topraklarının %29’u ormanlarla kaplı. Ülkemiz de orman varlığını artıran nadir ülkeler arasında yer alıyor. Son 20 yılda 5,4 milyar yeni fidan toprakla buluştu. OGM değerlendirmelerine göre orman varlığımız 2,1 milyon hektar artış gösterdi. Bu değer hemen hemen Trakya büyüklüğündeki bir alana eşdeğer. Bu büyük başarıya BM Tarım ve Gıda Örgütünün 2015-2020 yıllarını kapsayan Küresel Orman Kaynakları Değerlendirmesi Raporunda da yer verildi. Rapora göre söz konusu dönemde ülkemiz ağaçlandırmada Avrupa’da birinci, Dünyada ise 6. sırada yer aldı.
Ormanlar birçok türü içerisinde barındıran zengin ekosistemlerdir. Ülke olarak Avrupa’nın tamamından daha fazla endemik türe sahibiz. Ormanlar bu türlerin büyük çoğunluğunu barındırıyor. Çünkü özel çevre koruma bölgelerimiz ile diğer korunan alanlarımızın çoğu ormanlık bölgelerden oluşuyor. Dolayısıyla ormanlarımız çok değeri bir hazinemiz.
Küresel sorun iklim değişikliği ile mücadelede oldukça önemli bir paya sahip ormanlarımız. OGM verilerine göre seragazı emisyonlarımızın %17-20’lik kısmı ormanlarımız tarafından absorbe ediliyor.
Dolayısı ile korumak hepimizin asli görevi. Ormanlık alana atılan bir izmaritin, bir şişenin, orada bırakılan bir mangal külünün bir telafisi güç bir felakete davetiye çıkarayacağını unutmamalıyız. Artan sıcaklar ve kuru havalar yangınların oluşmasını tetikleyen başlıca faktörler. Yine sabotaj ihtimaline karşı daha güçlü bir filo oluşturmamız da gerekiyorsa bu yönde de adımlar atılmalı.
Doğa kendini yeniler
Bir orman elbette ki kolay yetişmiyor. Bunu hepimiz gayet iyi biliyoruz. O yüzden canımızdan can gidiyor adeta. Kolayca kabullenemiyoruz. Bu yüzden de bir an önce eski haline döndürmek istiyoruz yanan alanları. Ancak hepimiz biliyoruz. Doğanın kendini tamir etme, kendini yenileme özelliği var. Ormanlar için de geçerli bu durum.
Yanan bir alan kendi haline bırakıldığında birkaç sene içerisinde orada yeniden bir yeşermenin, yeniden bir filizlenmenin, yeniden bir dirilişin olduğuna şahit olacağız. Dünyanın hemen hemen her yerinde uygulanan politika, izlenen yol bu şekildedir. Yanan alanlarımızın büyük çoğunluğu kızılçamlardan oluşuyor. Kızılçamların tohumları oldukça kalındır. Uzun süre toprak altında çimlenmeden kalabilir. Yangınlar esnasında bu kabuklar incelerek yangın sonrası filizlenebiliyor. Dolayısı ile kızılçam ormanları adeta kendi kendilerini tamir edebiliyorlar.
Ancak ülkemizde o denli bir kamuoyu baskısı var ki yanan yerlerin yine insan eliyle yeşertilmesi isteniyor. Kimi art niyetli çevreler bunu koz olarak kullanıp kampanyalar da düzenliyor. Halkımızın yeşile verdiği değeri suiistimal edebiliyor. Ancak işi ehline bırakmakta fayda var. Bu ülkede yaklaşık 2 asırlık bir geçmişe sahip köklü bir kurum var. Orman Genel Müdürlüğü var. İşi ehline emanet edelim. Doğanın kendini yenilemesine hep birlikte tanık olalım.
Krizden Risk yönetimine
Hiç kuşkusuz ülkemiz geçirdiği sayısız afet karşısında birçok deneyim kazandı, altyapısını geliştirdi. Afetlere müdahale konusunda kriz yönetimini başarılı olarak sunuyor. Ancak artık kriz yönetiminden kazandığımız tecrübelerimizi risk yönetimine aktarmalıyız. Oluşması muhtemel afetler, etkileyebileceği bölge veya yapılar, oluşması muhtemel zararların önlenmesi, bunların önlenemediği durumlarda da olumsuz etkilerinin asgari seviyeye indirgenmesi için çalışmalar yürütmeliyiz.
Yanı başımızda bir tehlike var. İklim değişikliği. Yıkıcı etkilerini her geçen gün daha sert bir şekilde yaşıyoruz. Sıcaklar artmaya, kuraklıklar yaşanmaya devam edecek. Bu durum yangınları tetikleyecek. Dolayısı ile iklim değişikliği ile mücadele ve uyum kapsamında kendimizi geliştirmemiz kaçınılmaz. Ormanlar artık stratejik kaynaklar. Korumak için gerekli tüm adımları atmalıyız.