2015 yılının aralık ayında gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) 21. Taraflar Konferansı’nda (COP21) kabul edilen tarihi nitelikteki Paris Anlaşması’nın yürürlüğe girmesinin üzerinden beş yıla yakın bir süre geçti. İklim değişikliğiyle mücadelede pek çok politikanın oluşturulmasında merkeze oturtulan anlaşmadan beklenenlerden birisi de emisyon azaltımı ve iklim değişikliğine uyum alanlarındaki finansal akışları yönlendirmesiydi. Nitekim anlaşma gelişmiş ülkelerin emisyonları azaltmaları ve iklim değişikliğine uyum yatırımlarını gerçekleştirmeleri için gelişmekte olan ülkelere kamu finansmanı sağlamaya devam etmelerini hükmetmekte ve diğer ülkeleri ise gönüllülük temelinde destek sağlamaya davet etmekteydi. Öte yandan 2020 yılı itibarıyla gelişmiş ülkeler tarafından gelişmekte olan ülkelere iklim finansmanı bağlamında yıllık 100 milyar dolar sağlama yükümlülükleri de vurgulanmış ve 2025 yılından sonra bu rakamın daha da artırılması kararlaştırılmıştı. Anlaşmada ayrıca uyum finansmanı alanında iklim finansmanı kaynaklarının uyum ve azaltım arasında dengeli dağılımı üzerine uzlaşıya varılmıştı.
Geçtiğimiz süre zarfında iklim müzakerelerinin finans oturumlarında gelişmiş ülkelerin sağladıkları finansmanın nasıl kullanıldığını izlemelerine yönelik düzenleme talepleri ön plana çıkarken gelişmekte olan ülkelerin fonlara erişim, uyum yatırımlarının yetersizliği vb. konulardaki sorunların giderilmesine yönelik istekleri dile getirilmekteydi. Bu sene Glasgow’da gerçekleştirilecek olan COP26’da ise ülkelerin özellikle 2025 yılı sonrası iklim finansmanı hedefini ve uyum konusundaki yatırımların artırılmasını tartışmaları beklenmektedir. Bu doğrultuda da COP26 yaklaştıkça iklim finansmanı konusu uluslararası gündemde giderek daha fazla ön plana çıkmaktadır. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) 2021 raporunda yer alan ve insanlığımızın ne boyutta bir tehdit altında olduğunu gözler önüne seren bulgular göstermektedir ki önümüzdeki yirmi yıl içerisinde küresel sıcaklık artışı sanayi devri öncesi döneme kıyasla 1,5oC’nin altında tutulmak isteniyorsa büyük ölçekli yapısal dönüşümler gerçekleştirilmelidir. Bu dönüşümü gerçekleştirmenin yolu da yeterli miktarda finansal kaynağın ortaya konulması ve bu finansal kaynakların ihtiyaca en uygun şekilde yönlendirilmesidir.
Bu bakımdan ülkemizin de ilk kez taraf olarak yer alacağı müzakerelerde finans konusunun ne şekilde ilerleyeceğini öngörebilmek için iklim finansmanı bağlamında dünyadaki gelişmelere değinmemiz gerekmektedir.
Yıllık 100 milyar dolar hedefinde neredeyiz?
2010 yılında gelişmiş ülkeler gelişmekte olan ülkelere aktarılmak üzere 2020 yılı itibarıyla yıllık 100 milyar dolarlık bir mali kaynağı harekete geçirme sözü vermişlerdi. Bu hedefe ulaşılmasına yardımcı olmak için de BMİDÇS kapsamında Yeşil İklim Fonu (Green Climate Fund-GCF) kurulmuş ve BMİDÇS’nin mali mekanizmasının altındaki en önemli fon haline gelmesi öngörülmüştü.
Bu noktada dikkat çekmemiz gereken husus iklim değişikliğiyle mücadelede yıllık 100 milyar dolar hedefine ulaşılmasında Yeşil İklim Fonu veya BMİDÇS mali mekanizmasının tek başına değerlendirilmemesi gerektiğidir. Uluslararası iklim finansman mimarisi oldukça karmaşık ve entegre pek çok yapıdan ve her biri kendi kuralları, öncelikleri olan aktörlerden oluşmaktadır. Çok genel şekilde bu mimarinin kamu kaynaklarını kullanan mekanizmalarını BMİDÇS mali mekanizması, donör ülkelerin ikili yardımları, çok taraflı kalkınma kuruluşları tarafından sağlanan hibe, kredi ve diğer araçlar olarak saymak mümkün. Bunlara ek olarak çeşitli platformlarda dile getirilen özel sektörün doğrudan destekleri de bulunmaktadır. Tüm bu aktörler ile bu fonların yararlanıcısı olan gelişmekte olan ülkeler yıllık 100 milyar dolar hedefinde bahsedilen tabloyu oluşturmaktadır.
OECD verilerine göre 2019 yılında gelişmiş ülkeler tarafından gelişmekte olan ülkelere sağlanan ve harekete geçirilen toplam iklim finansmanı 79,6 milyar dolar olmuştur. Bir diğer deyişle hesaplama metodolojilerindeki farklılıklar dolayısıyla sonuçlarını gelecek sene görebileceğimiz 2020 yılında, 100 milyar dolar hedefine ulaşmak için 20 milyar dolardan fazla bir artış görülmesi gerekecektir. Finansman kaynaklarının 2019 yılında 2018’e göre %2 artış kaydettiği düşünüldüğünde 20 milyar dolarlık artışın ne kadarının gerçekleştirilebileceği oldukça tartışmalı gözükmektedir. Aynı sürede gelişmiş ülkeler tarafından sağlanan çok taraflı kamu iklim finansmanı %15 büyürken ikili kamu iklim finansmanının %10 oranında düşmesi de dikkat çekici bir diğer istatistik olarak karşımıza çıkmaktadır. Diğer taraftan azaltım ve uyum arasında da yine aşina olduğumuz bir tabloyla karşı karşıyayız. Rapora göre 2019 yılında sera gazı azaltımına yönelik sağlanan fonun payı %64 olurken uyum yatırımlarına ayrılan pay %25, her iki alana da hizmet eden fonların payı ise %11 olmuştur.
Çok taraflı kalkınma bankaları özellikle Paris Anlaşması’ndan bu yana ülkelere sağladıkları desteklerin kompozisyonunu değiştirme kararı almıştır. Bu bağlamda yapacakları yatırımların Paris Anlaşması’na uyumlu olacak şekilde gerçekleştireceklerini duyurmuşlardır. Bir başka anlatımla önümüzdeki süreçte çok taraflı kalkınma bankaları fosil yakıt temelli yatırımları desteklemeyi bırakacak, yeşil ve çevreci yatırımları destekleyeceklerdir. Bu doğrultuda ortaklaşa hareket eden bu bankalar kaydettikleri aşamaya ilişkin de kapsamlı raporlar sunmaya başlamışlardır. 2020 yılında yaptıkları yatırımların analizlerini paylaşan ve aralarında Dünya Bankası, Avrupa Yatırım Bankası, Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası’nın da olduğu dokuz banka 2020 yılında düşük ve orta gelirli ekonomilere 38 milyar dolar olmak üzere iklim finansmanına toplamda 66 milyar dolar katkıda bulunduklarını duyurmuşlardır. Bu süre zarfında sera gazı azaltımı için harcanan finansman tutarı yaklaşık 50 milyar dolar olurken uyum için ayrılan tutar ise 16 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Bu rakamlar bize çok taraflı kalkınma bankalarının 2020 yılında sağladıkları finansal desteklerin %76’sının azaltım, geri kalan %24’ünün ise uyum yatırımlarına yönlendirildiğini göstermektedir.
BMİDÇS altındaki iklim finansmanının temel unsuru olması beklenen Yeşil iklim Fonu ise kuruluşundan bugüne kadar 190 projenin fonlanmasında rol oynamış, eş finansmanlar ile birlikte hesaplandığında 37,2 milyar dolarlık bir değer oluşturmuştur. Halihazırda gelişmiş ve bazı gönüllü olarak katkı sunan gelişmekte olan ülkelerin Yeşil İklim Fonu’na toplamda 10 milyar dolar tutarında bir taahhüt sunduklarını görmekteyiz. Bu tutarın ise 6,1 milyar dolarlık kısmı şu an yürütülmekte olan projelere tahsis edilmiş durumda olup fon 2021 yılında 13 yeni projeye onay vermiştir. Söz konusu yatırımların %62’si azaltım odaklı gerçekleştirilirken geri kalan %38’i uyum yatırımlarına yönelik olmuştur.
İklim finansmanı tartışmalarında bizi neler bekliyor?
Tüm bu rakamları ve bulguları değerlendirdiğimiz takdirde karşımıza iki temel sonuç çıkmaktadır. Bunlar; iklim finansman kaynaklarının yıllık 100 milyar dolar hedefine ulaşılması açısından şu aşamada yetersiz olduğu ve uyum yatırımlarının azaltım yatırımlarının gerisinde kalmaya devam ettiğidir.
İklim finansmanının yetersizliğine ilişkin G20 ülkelerinin mali taahhütlerini yerine getirmedikleri sıklıkla dillendirilmektedir. Buna ek olarak fosil yakıt temelli yaptıkları yatırımlarını yeterince azaltmamaları da dikkat çekmektedir. Enerji fiyatlarında son dönemde gördüğümüz artışın doğal gaz temelli yatırımlara olan talebi artırdığı ve dolayısıyla çevreci yatırımlara ayrılabilecek fon miktarında bir düşüşe sebep olabileceği düşünüldüğünde yakın gelecekte de gelişmiş ülkelerin bu yönde gerekli adımları atmalarını beklemek pek mümkün gözükmemektedir. Küresel pandeminin etkisinin hissedilir ölçüde görülmediği 2019 yılında dahi %10 azalan kamu kaynaklı ikili iklim finansmanı düşünüldüğünde önümüzdeki dönemde ülkelerin bütçelerinden çevreci yatırımlara ayrılacak payın düşmesi riskiyle karşı karşıyayız.
Başta en az gelişmişler olmak üzere gelişmekte olan ülkeler politik veya makroekonomik riskleri dolayısıyla temiz enerji yatırımlarını gerçekleştirecek finansman için desteğe ihtiyaç duymaktadır. İklim değişikliğinin sebep olduğu olumsuz hava olayları ile doğal afetlerin giderek artması sebebiyle de özellikle yatırım çekmenin zor olduğu uyum alanında gelişmekte ülkelerin daha fazla yardıma ihtiyacı oldu açık bir şekilde görülmektedir. Örnek olarak Dünya Bankası, 2019’da Malavi, Mozambik ve Zimbabve’yi harap eden İdai Siklonu’nun maliyetinin 2 milyar dolar olduğunu hesaplamıştır. Azaltım bağlamında ise Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı küresel ölçekte enerji sektörünün net sıfır emisyona ulaşabilmesi için 2030 yılına kadar yıllık 5,7 trilyon dolar yatırım düzeyine ulaşılması gerektiğini belirtirken Avrupa Komisyonu ise 2030 iklim hedefine ulaşması için yıllık 360 milyar avro ek yatırıma ihtiyaç duyulduğu bulgusunu kamuoyuyla paylaşmıştır.
Bu karamsar tabloya rağmen eylül ayının sonunda gerçekleşen Birleşmiş Milletler 76. Genel Kurulu Yüksek Düzeyli Oturumunda ABD Başkanı Biden’ın ABD hükümetinin iklim finansmanına ayırdığı payı 2024 yılına kadar 11,4 milyar dolara çıkaracağını duyurması Çin Devlet Başkanı Jinping’in ülke dışındaki kömür desteklerine son vereceğini açıklaması umut verici gelişmeler olarak öne çıkmaktadır. İklim değişikliğiyle mücadele konusunda iddialı hedef ve taahhütleri bulunan Avrupa Birliği’ni de hesaba kattığımızda iklim finansmanı konusunda kaynakların yeterli düzeye çıkarılması için bu ülke ve ülke gruplarının liderliğinde emisyonlarda tarihsel sorumluluğu yüksek gelişmiş ülkelerin ne gibi taahhütlerde bulunacaklarını yakından takip etmekte fayda var. Ayrıca çok taraflı kalkınma bankalarının fosil yakıtları desteklemeyi bırakmalarının üzerine bu alanlara ayıracakları fonları da Paris Anlaşması’na uyumlu yatırımlara yönlendirmeleriyle iklim finansmanında yukarı yönlü bir ivme görmemiz mümkün olabilir.
Uyum yatırımlarının yetersizliği konusunda ise Paris Anlaşması kapsamında alınan karar ile fonların azaltım ve uyum arasında dengeli paylaştırılması hususunda anlaşmanın yürürlüğe girmesinin üzerinden geçen süreye rağmen yeterli aşamanın kaydedilmediğini görmekteyiz. Özellikle iklim değişikliğine bağlı olumsuz hava olaylarının ve afetlerin bu denli arttığı bir dönemde bu konu pek çok az gelişmiş ülke ve küçük ada devleti için hayatta kalma mücadelesi halini almış konumdadır. İkili yardımlar ile çok taraflı kalkınma bankalarının fon kompozisyonlarında açık ara azaltım yatırımları ağır basmaktadır.
Bu noktada Yeşil İklim Fonu için ayrı bir parantez açmakta fayda var. Kuruluş amaçlarından biri de yum ve azaltım yatırımları arasındaki dengesizliği giderecek şekilde fon kaynağı oluşturmak olan Yeşil İklim Fonu dahi bu hedefe ulaşmayı tam anlamıyla başaramamıştır. Buna ek olarak projelerin onaylanma noktasında da fonun tartışmalara konu olduğunu söylemek mümkündür. Yönetim kurulunda gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında siyasi çekişmeler neticesinde gelişmekte olan ülkeler çok ihtiyaç duydukları projelerin gelişmiş ülkeler tarafından çeşitli bahanelerle onaylanmadığından yakınmaktadırlar. Bu bakımdan bir süredir fonun yönetim kurulu yapısı ile karar verme mekanizmasının yeniden yapılandırılması çeşitli kesimlerce dillendirilmektedir.
Gelişmiş ülkeler iklim finansmanı kapsamında sözlerini tutmak durumundadır
Özetlemek gerekirse yaklaşık 11 yıl önce gelişmiş ülkelerin sözünü verdiği, gelişmekte olan ülkelere yıllık 100 milyar dolar iklim finansmanı sağlanması hedefinin hala karşılanmadığı açıktır. Bu söz ile birlikte küresel iklim finansman mimarisi yeniden şekillenmiş, Paris Anlaşması’nın kabulüyle de ivme kazanmış olsa da tarihi sorumlulukları olan gelişmiş ülkelerin taahhütlerini yerine getirmek için daha fazla çaba sarf etmeleri gerektiği aşikardır.
Uyum yatırımlarını gerçekleştirebilmek için ciddi finans ihtiyacı içerisinde bulunan az gelişmiş ülkeler ve küçük ada devletleri Paris Anlaşması ile nihayet azaltım yatırımları için harcanan fonların bir kısmının bu ihtiyaçlarının karşılanmasında kullanılabileceğini düşünmüşlerdi. Ancak bugün itibarıyla baktığımızda bu konuda çok daha fazla kararlılığa ihtiyaç olduğunu görüyoruz. Gerek ikili yardımlar gerekse de çok taraflı kalkınma bankaları tarafından sağlanan iklim finansmanında azaltıma yönelik fonların payı ağırlıkta ve bu fark aradan geçen senelere rağmen kapanmamakta.
BMİDÇS altında kendisine yıllık 100 milyar dolar hedefinde çok büyük rol biçilen Yeşil İklim Fonu ise kendi içerisindeki tartışmalara odaklanmış durumdadır. Ülkemizin de BMİDÇS altındaki bu önemli fondan yararlanılmasının haksız bir şekilde önüne geçilmiş, ülkemiz gelişmekte olan bir ülke olarak sınıflandırılmamış olduğu gerekçesiyle fonun finansman sağlayıcıları arasında bulunduğu hiçbir projeye dahil edilmemektedir. Bu bakımdan gelinen nokta itibarıyla fonun yönetimine ve karar alma sürecine dair tartışmaların iklim değişikliğiyle mücadelede katkı sağlayabilecek tüm ülkelerin çabalarını destekleyecek şekilde neticelendirilmesi isabetli olacaktır.
Bu yıl BM 76. Genel Kurul Yüksek Düzeyli Oturumunda tüm ülke liderlerinin iklim meselesini ne kadar önemsediğini görmüştük. Ülkemizin de bu yıl ilk kez Paris Anlaşması taraf ülkesi konumunda katılacağı iklim müzakerelerinde iklim finansmanı konusu hiç şüphesiz gündemin en üst sıralarında yer alacaktır. Müzakerelerdeki temennimiz de hiçbir ülkeyi geride bırakmayan bir şekilde iklim değişikliği ile mücadelede özellikle tarihi sorumluluğu olan ülkelerin ve paydaşlarının 1,5oC hedefine erişilebilmesi için gereken gayreti en üst düzeyde sergilemeleri ve iklim finansman kaynaklarının doğru ve etkin bir şekilde yönlendirilmesi olacaktır.