İklim değişikliği hiç şüphesiz gezegenimizin geleceği açısından karşımızda duran en büyük problem. Son dönemde uluslararası platformlarda gündemdeki yerini Rusya-Ukrayna arasında yaşanan gerginliğe bırakmış olsa da tüm ülkelerin iklim kriziyle mücadelede acil eyleme geçmelerini gerektiğini hatırlatma görevini bu kez Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) üstlenmiştir.
IPCC yayımladığı yeni raporunda iklim değişikliğinin şimdiden dünyanın her köşesini etkilediğini ve acil eyleme geçilmezse karşı karşıya kalacağımız etkinin bugünkünden çok daha fazla olacağını vurgulamaktadır. Raporda paylaşılan bulgulara ilişkin en çarpıcı yorum ise Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres’den gelmiştir. Guterres bahse konu raporu insanlığın çektiği acıların bir atlası olarak nitelendirmiş ve raporun iklim değişikliğiyle mücadelede dünya liderlerine bir suçlama mahiyetinde olduğunu dile getirmiştir.
IPCC’nin Altıncı Değerlendirme Raporu (Assessment Report-AR6) İklim Değişikliği 2022: Etkiler, Uyum ve Kırılganlık başlıklı II. Çalışma Grubu Raporu 14-26 Şubat 2022 tarihleri arasında yapılan toplantılar sonucunda nihai hale getirilerek kabul edilmiştir. Rapor özellikle kaynak açısından yoksul ülkeler ve topluluklar için iklim değişikliğinin yoğunlaşan etkileri ve gelecekteki risklerin en kapsamlı incelemelerinden biri olarak görülmektedir.
RAPORDAKİ BULGULAR KORKUTUCU
İklim değişikliğinin halihazırda küresel sıcaklık seviyelerinde sanayi öncesi döneme göre yaklaşık 1,1°C’lik artışa sebep olduğunu biliyoruz. Raporda öne çıkan bulgulardan ilki mevcut durumun dünyanın yalnızca belirli bir bölgesinde değil her bölgesinde yaygın bir bozulmaya sebep olduğudur. Aşırı sıcaklık ve buna bağlı kuraklıklar ile rekor düzeyde gerçekleşen sel ve taşkın gibi afetlerin etkilerine dikkat çekilen raporda iklim değişikliğinin etkilerinin 20 yıl önce öngörülen etkilerden daha ileri seviyede olduğu ve sadece kentsel ve kırsal alanlarda değil, daha önce etkilerin görülmediği okyanus derinliklerinden kutuplara, en yüksek dağların zirve seviyelerine kadar yaygınlaştığı vurgulanmıştır. Öyle ki bu durum rapor kapsamında ele alınan farklı küresel sıcaklık artışı senaryolarında dahi olumluya gitmemektedir.
Nitekim sera gazı emisyonlarının görece düşük olarak öngörüldüğü ve yüzyılın sonuna kadar 1,6°C’nin altında bir küresel ısınmanın öngörüldüğü senaryoda dahi Afrika’nın tropikal bölgelerindeki balıkçıların, balık stokundaki azalış sebebiyle yüzyılın sonuna kadar verimliliklerinde %3 ila 41 kayıp yaşayabilecekleri hesaplanmış olup bu durumun balıkçılık ile geçimini sağlayan Afrika’daki 12,3 milyon insanı doğrudan etkileyeceği, Afrika nüfusunun yaklaşık üçte biri için temel protein kaynağı olan balık stokundaki azalmanın milyonlarca insanı yetersiz beslenme riskiyle karşı karşıya bırakabileceği ifade edilmektedir.
Küresel çapta baktığımızda ise ölümcül denilebilecek seviyelerde sıcaklıklara maruz kalan nüfusun yüzdesi bugün itibarıyla %30 seviyelerinde tahmin edilmektedir. Gelecek yıllardaki küresel ısınma seviyelerine ve gerçekleştiği konuma bağlı olarak bu rakamın yüzyılın sonuna %48 ila 76 seviyelerine yükselmesi öngörülmektedir. İklim değişikliği sebebiyle ortaya çıkacak toplumsal ve ekonomik sonuçlara da özel bir vurgu yapılan raporda artan sıcaklıklar sebebiyle tarım sektörü gibi açık havada çalışan bireylerin işlerini yapmaya devam edemeyeceklerini ve diğer insanların da açık havada geçirebilecekleri zamanın azalacağı vurgulanmıştır. İklim değişikliğinin 2050 yılında dünya nüfusunun %70’inin yaşamasının öngörüldüğü kentsel alanları daha fazla etkileyeceğinin vurgulandığı raporda daha yüksek sıcaklık seviyeleri, düşük hava kalitesi, su ve gıda kıtlığı ile iklim değişikliğinin tedarik zincirleri, ulaşım ağları ve diğer kritik altyapılar üzerine etkilerinin kentleri ve kentlileri daha fazla etkileyeceği belirtilmiştir. Bir diğer deyişle rapor bulgularına göre küresel sıcaklık artışlarından ülke ve bölge ayırt etmeksizin herkesin etkilenmesine kesin gözüyle bakılmaktadır.
Raporun korkutucu olan bulgularından bir diğeri su güvenliği konusundadır. Dünya nüfusunun halihazırda yarısı yılda en az bir ay suya erişim konusunda sıkıntı yaşama riski ile karşı karşıya durumdadır. IPCC bulguları ise bu durumun düzelmesinin aksine daha da ciddiye gideceğine işaret etmektedir. Güney Amerika’da gelecek nesillerin şehirlerde ve kırsal bölgelerde su kıtlığı ve kısıtlı su erişimi ile bugüne kıyasla daha fazla sayıda gün karşı karşıya kalacakları tahmin edilmektedir. Orta Amerika’daki ülkelerin ise daha sık ve güçlü fırtınalar, kasırgalar ile şiddetli yağışlar yaşayacağı ve bu durumun söz konusu bölgelerde nehir taşkınlarına sebep olacağı, bunun gibi iklim değişikliği, sel ve kuraklık kaynaklı afetler sebebiyle su kalitesini düşüreceği öngörülmektedir. Dolayısıyla bu afetler sonucunda hijyen, gıda üretimi ve ekosistemler için suyun kullanılabilirliğinin etkileneceği tahmin edilmektedir. Küresel çapta, raporlanan senaryolara göre, 2°C’lik sıcaklık artışında kuraklık sebebiyle 800 milyon ila 3 milyar, 4°C ısınmada yaklaşık 4 milyar kadar kişinin kronik su kıtlığı yaşayacağı öngörülmektedir. Su kıtlığının yanı sıra yüksek sıcaklıkların vektör kaynaklı hastalıklar ile kolera gibi su kaynaklı hastalıkların yayılmasına da yol açacağı, küresel sağlık koşulları açısından risklere sebep olacağı beklenmektedir. Kısacası iklim değişikliği sadece doğal sonuçlara değil, toplumsal sorunlara da vesile olacak, gıda ve su güvenliğini azaltacak, geçim kaynaklarına etki edecek ve insan sağlığı ile refahına olumsuz etkide bulunacaktır.
İklim değişikliği gibi göz önünde bulundurmamız gereken bir diğer önemli problem biyolojik çeşitlilik kaybıdır. Zira iki ayrı problem olarak gözükmekle beraber iklim değişikliğinin aynı zamanda canlı türlerine ve tüm ekosistemlere zarar verdiği bilinmektedir. Raporda paylaşılan tahminlere göre 2100 yılına kadar 2°C’lik küresel ısınma senaryosunda karadaki tüm türlerin %18’i nesillerinin tükenme riskiyle karşı karşıya kalmakta, 4°C ısınma senaryosunda ise bilinen her bitki ve hayvan türünün tehdit altında olacağı tahmin edilmektedir. İklim değişikliğine yeterince hızlı bir biçimde uyum sağlayamayan türlerin yok olma riskiyle karşı karşıya olduğunun, bu yok olma riskinin özellikle dağlık bölgeler ile kutup bölgelerinde yaşayan soğuk yaşama alışkın türler için daha yüksek olacağının belirtildiği raporda, 4°C’lik sıcaklık artışı senaryosunda, tropikal mercan resifleri, soğuk su yosun ormanları ve yağmur ormanları gibi son derece zengin biyoçeşitliliğe ev sahipliği yapanlar da dahil olmak üzere, küresel olarak önemli alanların geri döndürülemez şekilde değişeceği, kitlesel ölümlerin ve yok oluşların gerçekleşebileceği öngörülmüştür. Raporda ilaveten iklim değişikliğinin biyoçeşitlilik üzerindeki etkisinin yalnızca karada değil, artan su sıcaklıklarına bağlı olarak okyanuslardaki asitlenme ve suyun oksijen seviyesindeki azalma sonucunda son 50 yılda okyanus yüzeyindeki biyoçeşitlilik dağılımına etki ettiği bulgusu da paylaşılmıştır.
RAPORDA İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNE UYUM SAĞLAMAYA AYRI BİR ÖNEM VERİLİYOR
IPCC’nin raporunda iklim değişikliğine uyum konusuna ayrı bir önem atfedilmiştir. Bu kapsamda ülkeler tarafından hayata geçirilen küçük çaplı uyum eylemlerinin yetersiz olduğu, daha büyük çaplı teknolojik, ekonomik değişimlere ek olarak iklime karşı dirençli yapılar oluşturmak, kapsayıcı, eşitlikçi ve adil kalkınmayı güvence altına almak ve toplumun hiçbir kesimini geride bırakmadan sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşmak doğrultusunda pek çok alanda önemli dönüşümlere ihtiyaç olduğunun altı çizilmiştir.
Öte yandan uyum konusunda atılan küresel çaptaki adımların umutlandırıcı olduğu düşünülmektedir. Nitekim iklim değişikliği kaynakları riskler ve olumsuz etkiler karşısında uyumun önemi giderek artmakta olup bunları azaltmaya yönelik uyum eylemlerinin tüm dünyada arttığı belirtilmiştir. İlaveten uyum konusunda kamuoyunun ve siyasi farkındalığın da arttığı, pek çok ülke ile şehrin iklim politikalarına ve planlama süreçlerine uyum eylemlerini dahil ettiği ifade edilmektedir.
İklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin en çok uyum kapasitesi yeterince gelişmemiş yoksul ve kırılgan ülkeler üzerinde gözlemlendiğinin ifade edildiği raporda ülkelerin uyum kapasitelerinin desteklenmesi, ekosistemlerin geri kazanılması ve yeniden inşası, hane halklarının geçim kaynaklarının ve refahlarının desteklenmesi için sera gazı emisyonlarında sert bir düşüşün gerekli ve önemli olduğunun altı çizilmiştir. Emisyonların düşüş hızı arttıkça insanın ve doğanın da uyum sağlama kapasitesinin artacağı vurgulanmıştır.
IPCC uyum konusundaki yatırım ihtiyaçlarının yalnızca gelişmekte olan ülkeler için 2030 yılında 127 milyar dolara ve 2050 yılında ise 295 milyar dolara ulaşacağını tahmin etmektedir. Hali hazırda mevcut iklim finansman akışlarında azaltım yatırımlarının oldukça gerisinde kalan uyum konusu tüm uluslararası platformlarda öncelikli konu olarak yer almaktadır.
ÖNLEMLERİMİZİ ALDIK, ALMAYA DEVAM EDECEĞİZ
Rapor korkutucu bulgularıyla tüm ülkelere iklim değişikliğiyle mücadelede kararlı adımlar atmaları gerektiğini hatırlatmış, içerisinde bulunduğumuz iklim krizinin çok daha yıkıcı hale gelmesinin bilimsel araştırmalar neticesinde beklendiğini herkesin dikkatine getirmiştir.
Rapor ayrıca ülkeler ve bölgeler özelinde de değerlendirmeler sunmaktadır. Bu kapsamda Türkiye, Akdeniz havzasındaki konumuyla kuraklığa bağlı ekonomik kayıplar yaşayabilecek ülkeler arasında sayılmaktadır. Akdeniz’deki balıkçı gemilerindeki toplam istihdamın %82’sinin Türkiye’nin de aralarında olduğu altı ülke arasında paylaşıldığı belirtilen raporda sürdürülebilir olmayan balıkçılık faaliyetleri neticesinde bu ülkelerin balıkçılık sektörü özelinde riskler yaşayabileceği kaydedilmektedir. Ek olarak yağışların azalması sebebiyle çoğu bölgede yeraltı su kaynaklarının etkileneceği, bu durumun göllerdeki su seviyelerinde ve rezervuarlarda büyük bir azalışa sebep olacağı tespiti paylaşılmakta olup Beyşehir Gölü bu çerçevede risk altındaki göller arasında sayılmaktadır.
Öte yandan ülkemiz iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini yönetmek konusunda başarılı uygulamalarıyla da raporda kendine yer bulmuş olup Enerji ve Çevresel Tasarımda Liderlik (LEED) sertifikalı binaların hem enerji maliyetlerinde hem de emisyonlarda ciddi bir azalış sağladığı ülkeler arasında sayılmıştır. Uyum alanında çalışmalarını kapsamlı bir şekilde sürdüren Türkiye bu konuda ulusal izleme ve değerlendirme sistemi geliştirme kabiliyetleri açısından ülkelerin sınıflandırıldığı raporun ilgili kısmında ise gelişmiş seviyedeki ülkeler arasında gösterilmektedir.
21-25 Şubat tarihleri arasında Konya’da başarıyla gerçekleştirdiğimiz İklim Şurası iklim değişikliğiyle mücadeleye verdiğimiz önemin bir resmi niteliğinde olmuştur. Şura kapsamında kamu, özel sektör, akademi ve sivil toplum kuruluşları ile gençler başta olmak üzere toplumumuzun her kesiminin görüş alışverişinde bulunduğu oturumlar sonucunda içerisinde 76’sı öncelikli olmak üzere 217 kararın yer aldığı ve Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından kamuoyuyla paylaşılacak bir liste oluşturulmuştur. Diğer taraftan Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından önümüzdeki dönemde pek çok önemli politikanın hayata geçirilmesi doğrultusunda çalışmalar sürdürülmektedir.
İklim krizine karşı mücadeleye verdiği önemi her platformda dile getiren Türkiye raporun dikkate getirdiği hususlara yönelik çalışmalarına çok önceden başlamış durumdadır. Bu kapsamda Ulusal Katkı Beyanı’nı ve İklim Değişikliğine Uyum Stratejisi ve Eylem Planı’nı güncellemek, ulusal karbon piyasasını oluşturmak, yeşil finansman araçlarıyla yeşil dönüşümü teşvik etmek önümüzdeki dönemde hayata geçirilecek politikalardan yalnızca birkaçıdır. Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde bilimsel temellere dayalı, ülkemiz menfaatlerini ön planda tutan, iklim değişikliğiyle mücadele ve biyoçeşitliliğin korunması noktasında pek çok politikayı, kapsayıcı bir şekilde ve tüm paydaşları yanımıza alarak hayata geçirmeye devam edecek, azaltım, uyum ve finansman politikalarımızla pek çok ülke için ilham kaynağı olmaya devam edeceğiz.