Dünya bir uçurumun kenarında. Uyarı en üst perdeden dile getirildi. BM Genel Sekreteri Sayın Guterres milyarlarca yıl boyunca sayısız badireyi atlatmış yaşlı dünyamızı bekleyen tehlikeyi bu sözlerle dünya kamuoyuna duyurdu.
Meteoroloji uyarıyor
Yaklaşık 1,5 yıldır dünya gündemini meşgul eden COVID-19 salgını esasında dünyaya verilen zararı bir nebze olsa da görmemizi sağladı. Hareketliliğin ve büyük oranda üretimin durması uzakları görünür kıldı. Doğamız nefes aldı. Ancak ne var ki emisyonlar kesilmedi. İçine kapanan dünyada yaşamın devamı için sınırlı da olsa ulaşım, üretim, iletişim gibi faaliyetler devam etti. Bu noktada atmosfere verilen kirleticiler durmaksızın devam etti. Anılan kirleticilerden öne çıkanlardan birisi de küresel ısınmada başrol oynayan seragazları oldu. Bu durum Dünya Meteoroloji Örgütünün 2020 yılı Küresel İklim Görünümü Raporunda da verilerle desteklendi. Evet, dünyayı adeta durduran pandemi ne yazık ki iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini yavaşlatamadı.
20 Nisan 2021’de Lansmanı gerçekleştirilen Raporda ortalama sıcaklığın sanayi öncesi döneme kıyasla +1,20C seviyesine ulaştığı, bu artışta ana aktörlerinden birisi olan karbondioksit konsantrasyonunun da yeni bir artışla 410 ppm değerine ulaştığı, 2021 yılında ise bu değerin 414 ppm değerine ulaşabileceği değerlendirildi. 2020 yılının kayıtlardaki en sıcak 3 yıldan birisi olduğu vurgulanan raporda, aynı zamanda, 2015-2020 döneminin kayıtlardaki en sıcak 6 yılı barındırdığı belirtildi. Keza son 10 yıllık dönem olan 2010-2020 arasının ise yine kayıtlardaki en sıcak 10 yıllık dönem olduğu ifade edildi. Sibirya’da 38C’ye ulaşan tarihi kayıtlardaki en yüksek sıcaklık değerinin aylar süren orman yangınlarını tetiklediği ve etkisini daha da yükselttiği hepimizin malumu.
Bu sıcaklık artışının beraberinde hava olaylarının yıkıcı etkisinin de giderek arttığını belirtilen Raporda; Pasifik Kasırga sezonunda yeni bir rekor yaşandığı, bu noktada 30’u aşan yıkıcı kasırganın yaşandığı ifade ediliyor.
İklim değişikliğinin etkilerinin COVID-19 salgını ile birlikte katlanarak artış gösterdiği ifade edilen Raporda, 2020 yılının sadece ilk yarısında göç etmek durumunda kalan nüfusun 9,8 milyon dolaylarında olduğu vurgulandı. Yine kuraklığın sardığı Güney Amerika’nın iç kesimlerinde yaşanan mahsul kayıpları, Afrika ve Asya’yı vuran sel ve taşkınlar gibi hadiselerin de 50 milyondan fazla kişiyi etkilediği belirtildi.
Raporda öne çıkan diğer bir konu ise artan deniz suyu sıcaklığı. Deniz sularındaki sıcaklığın rekor seviyeye ulaştığı ve artmaya da devam ettiği, bu durumun da önemli bir yutak alanı olan denizlerde daha fazla karbondioksitin çözünmesi ile asitleşmenin meydana geldiği, netice itibari ile de daha fazla karbon emiliminin önlendiği, keza okyanusların %80’inin en az bir sıcak dalgaya maruz kaldığı ve buradaki mercan resifleri için büyük tehdit oluşturduğu da dikkat çeken hususlar arasında yer aldı.
Rapor Lansmanında konuşan BM Genel Sekreteri Sayın Guterres ise dünyanın uçurumun kenarında olduğunu, karbonun artık bir fiyatının olması gerektiği, bu itibarla da Glasgow’da düzenlenecek 26. Taraflar Toplantısının (COP26) önemine dikkat çekti. Bu itibarla, 2021 yılının bilim ve dayanışma çerçevesinde kilit yıl olmasının beklendiği ifade edildi.
ABD tekrar sahne alıyor
Tüm dünya kamuoyundaki beklentide esas olarak 2021 yılının iklim değişikliği ile mücadelede bir dönüm noktası olması. Zira 21. Taraflar Konferansında müzakere edilerek 22 Nisan 2016 tarihinde imzaya açılan ve İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesinin 2020 yılı sonrasındaki dönemine ait uygulama aracı Paris Anlaşması 4 Kasım 2020 yılında resmen yürürlüğe girmiştir. Sözleşme gereği her yıl düzenlenen Taraflar Toplantısı (COP26) bu itibarla farklı bir önem arz ediyordu. Ancak salgın dolayısı ile bu yıla ertelendi.
Bununla birlikte tarihsel bazda en büyük sorumluluğa sahip ve yıllık bazda en büyük ikinci seragazı salıcısı ABD, bir önceki başkan Trump döneminde Paris Anlaşmasından ayrılmış ve bu karar dünyada büyük yankı uyandırmıştı. Ancak 2020 Başkanlık seçimleri döneminde Paris Anlaşmasına tekrar döneceğine vaatleri arasında yer veren Joe Biden, kendisinin başkan olmasına da büyük katkı sağlayan bu vaadi Başkan seçildikten sonra hemen hayata geçirmiş ve ABD’yi tekrar sürece dahil etmişti. ABD bununla da kalmadı. Çevresel unsurlar bazında Trump döneminde bozulan imajını düzeltmek ve dünyada yine öncü konumda bulunduğunu göstermek adına yeni bir girişimde daha bulunmuş ve Nisan ayında İklim Liderler Zirvesi düzenleyeceğini duyurmuştu.
Dünya Gününde “Zirve”
İlerleyen süreçte Zirvenin 22 Nisan’da gerçekleştirileceği duyuruldu. Tarih önemli idi. Zira o gün Dünyamızın günü idi. 1968 yılında ABD’nin Santa Barbara kıyılarına dökülen 12 milyon litre petrol bir anda dikkatleri artan çevresel baskılara yöneltmişti. Bunun üzerine 22 Nisan 1970 yılında yapılan ve 20 milyonu aşkın kişinin izlediği etkinlikler aynı zamanda ABD’de “Temiz Hava” ve “Temiz Su” konularında yasal düzenlemeler için tetikleyici rol oynamıştı. O günden beri de 22 Nisan dünyanın adeta doğum günü olarak kutlanılan bir gün haline dönüştü. Dünyamızın sağlığını, onu tehdit eden küresel ısınma ve her türlü çevresel soruna dikkat çekmek için kutlanılan bir gündü 22 Nisan. Zaten bu düşünce ile Paris Anlaşması da 5 yıl önce yine bir 22 Nisan Dünya Gününde imzaya açılmıştı. Dolayısı ile 22 Nisan aynı zamanda Paris’in de yıl dönümü.
Zirveye aralarında Sayın Cumhurbaşkanımızın da yer aldığı 40 dünya lideri davet edildi. Joe Biden, Zirve Etkinliği ile Trump zamanında bozulan çevresel hassasiyeti tekrar öne çıkarmayı başardı.
Zirveye 1 kala…
Zirveden hemen önce de birtakım gelişmeler oldu. Bunlardan ilki ABD ile Çin arasındaki görüşmelerdi. Her iki ülkenin iklim değişikliği başmüzakerecileri nezdinde Beijing’de 2 gün süren görüşmeler gerçekleştirildi. Görüşme sonucunda iklim değişikliği ile mücadele ve uyum noktasında her iki ülkenin daha yakın olacakları, İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ile Paris gibi anlaşmaların uygulanmasında iki ülkenin işbirliği ve liderliğinde çalışmaların yürütüleceği, Paris Anlaşması hedefine ulaşmak için iki ülkenin diğer ülkelerle birlikte sıkı bir şekilde çalışacakları, gelişmekte olan ülkelerde karbon yoğun fosil enerjiden yenilenebilir, yeşil ve düşük karbonlu enerjiye dayalı geçiş için uluslararası yatırım ve finanslardan maksimum düzeyde destek alınması için gerekli adımları alacakları, Kigali Değişikliği olarak anılan ve hidroklorokarbon (HCF) üretim ve tüketiminin zamanla azaltılmasını öngören Montreal Protokolünde azaltım takvimi ile uyumlu hareket edileceği ortak bir mutabakata vardılar.
Diğer önemli bir gelişme ise Zirveden tam bir gün önce gerçekleşti. COP25 sonrası Avrupa Yeşil Mutabakatını deklare eden Avrupa Birliği yeşil mutabakat ile belirlediği 2050’de karbon-nötr kıta olmak için 2030 yılında öngördüğü azaltım hedefini müzakere etti. Oldukça yoğun ve çetin geçen müzakereler sonucunda Avrupa Komisyonu seragazlarını 1990 seviyesine göre %55 azaltma noktasında ön anlaşmaya vardı.
Zirvede neler oldu?
1 yılı aşkın süredir dünyayı kendi içine kapatan salgın dolayısı ile dev Zirve çevrimiçi olarak gerçekleştirildi. En çok sera gazı salan Ülkelerden Çin, Hindistan, Japonya, AB, Rusya zirvedeydi. Katkıları olmamasına karşın iklim değişikliğinden en çok etkilenecek Kenya ve Gabon gibi Afrika ülkeleri ile deniz seviyelerindeki yükselme ile birlikte sular altında kalma riski taşıyan Marshall Adaları ile Antigua ve Barbuda gibi ada ülkeler de zirvedeydi.
Dünya kamuoyu adeta zirveye kilitlendi. Zira COVID-19 salgını ile adeta zirve yapan çevresel sorunlar artık çok ciddi adımlar istiyor. Paris Anlaşmasının öngördüğü 2050 yılında küresel ortalama sıcaklık artışının sanayi öncesine kıyasla +20C altında veya mümkünse +1,50C derecede tutma hedeflerine ulaşmak için daha iddialı hedeflerin paylaşılması bekleniyordu.
Ev sahibi sıfatıyla açılış konuşmasını Joe Biden gerçekleştirdi. İklim değişikliğinin etkileri ile herhangi bir devletin tek başına mücadelesinin yetersiz olduğu, dolayısıyla müşterek hareketin önemine değinen Biden, Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları Hedef yılı olan 2030 için de yeni hedefleri duyurdu. ABD 2030 yılına kadar 2005 değerine kıyasla emisyonlarda yarı yarıya kadar (%50-52) düşüş taahhüdü verdi. Paris’in imzalandığı sene ABD’nin vermiş olduğu INDC 2025 yılına kadar 2005 emisyon değerlerinin %26-28 altına indirileceği taahhüdü verilmişti. Dolayısıyla bu yeni değer önceki azaltım değerinin tam olarak 2 katına çıkarılmış olarak yorumlandı.
Yine yeşil ekonomi, yenilenebilir enerji yatırımları, toplu taşıma, elektrikli araçlar gibi alanlara dair 2 trilyon dolarlık altyapı destek paketi önerdi. Bununla birlikte ABD aynı zamanda gelişmekte olan ülkelere uyum için sunacağı desteği de 2 katına çıkardığını duyurdu.
ABD’nin bu tutumu diğer büyük emisyon salıcıların da benzer şekilde hedeflerini yükseltmeleri beklentisini doğurdu. Ancak beklenen olmadı. ABD’nin bu çıkışına karşın Çin ve Hindistan gibi büyük emisyon salan ülkeler emisyonlara devam edeceklerini duyurdu. Brezilya ise amazonların korunumu için gelişmiş devletlerden yıllık 1 milyar dolar katkı sunmalarını istedi.
Dünyanın en gelişmiş ikinci büyük ekonomisi Japonya’dan da bir hamle bekleniyordu. Zira daha önce sunulan %26’lık azaltım değeri hayal kırıklığına yol açmıştı. Japonya adına söz alan Başbakan Yoshihide Suga beklentileri kısmen karşılamış ve 2030 yılına kadar 2013 değerlerine göre %46 düşüş ve 2050 yılında ise net-sıfır hedefini paylaştı.
Benzer bir hareket de Kanada’dan geldi. 2015 yılında sunulan Ulusal Katkı Beyanında 2005 yılına kıyasla emisyonlarda %30’luk bir azalma öngören Kanada adına söz alan Başbakan Justin Trudeau hedef yükseltti. ABD’ye benzer şekilde 2005 yılına kıyasla %40-45 azaltım hedefini deklare etti. Ayrıca gezegenin kirlenmesine çözüm olabilecek bir aşının olmadığından bahisle acil eyleme geçilmesi çağrısında bulundu.
Diğer taraftan en büyük seragazı salıcısı Çin ise gelişmekte olan ülke olarak 2030 yılına kadar emisyonlarına devam edeceğini, 2030 yılında pik değere ulaşacağını ve 2060 yılında ise karbon nötr olacağını söyledi. Bunu yanında, bir de müjde verdi. Kömür kaynaklı emisyonların hemen hemen yarısından sorumlu bulunan Çin, 2025 yılından itibaren kömür kullanımını azaltacaklarının altını çizdi.
Benzer şekilde dördüncü büyük seragazı salıcısı Rusya’da net değer vermekten kaçındı. İklim değişikliği ile mücadele noktasında üstüne düşen sorumlulukları yerine getirdiklerini, önümüzdeki üç 10 yıllık dönemde önemli azaltımda bulunacaklarını belirtti. Ayrıca, Rusya’nın halihazırda 1990 yılı değerlerine göre emisyonlarını yarı yarıya azalttığını, karbondioksitten 84 kat daha fazla sera etkisi oluşturan metan gazı salımları için küresel azaltım çağrısında bulundu.
Diğer büyük ülkelerden biri olan Hindistan ise yeni bir taahhütte bulunmadığını, mücadele noktasında gerekli çalışmaları yürüttüğünden bahsetti. Bu itibarla 2030 yılına kadar 450 GW yenilenebilir enerji kurulu gücün inşa edileceğini duyurdu.
Güney Kore Başkanı Moon Jae ise Kore’nin kömürlü santrallere kamu desteklerini durduracaklarını ifade etti.
Aynı şekilde, Brezilya da 2060 olarak duyurduğu karbon nötr hedefini 2050 yılına çekti. Ayrıca, Dünyanın akciğerleri olarak addedilen Amazonlardaki yasadışı ormansızlaştırma faaliyetleri ile etkin mücadele edeceklerini, bunu yanında da Amazonların korunumu için gelişmiş devletlerden yıllık 1 milyar dolar katkı sunmalarını istedi.
Zirveye konuşan Almanya Şansölyesi Merkel ise ABD’nin tekrar Paris Anlaşmasına taraf olmasına karşı duyduğu memnuniyeti belirti.
BM Genel Sekreteri Sayın Guterres tarafından da dünyanın bir uçurumun kenarına geldiğini, 2030’a giden yolda acil ve etkin önlemlerin hayata geçirilmesini istedi. 2021 yılının bu manada eylem yılı olmasını beklediklerini yineledi.
Avrupa Birliği, 2019 yılında deklare ettiği Avrupa Yeşil Mutabakatı kapsamında 2030 yılı için 1990 yılına kıyasla emisyonlarda %55’lik bir düşüş taahhüdünü verirken AB’den ayrılan Birleşik krallık ise 2035 yılı için 1990 yılı emisyonlarına göre %78’lik bir düşüş ile en yüksek hedefi paylaşan ülke oldu. Hiç kuşkusuz bunda Birleşik Krallık’ın Kasım ayında Glasgow’da düzenlenecek 26. İklim Değişikliği Taraflar Toplantısına ev sahipliği yapacak olması da etkili olmuştur.
Zirveye katılan Sayın Cumhurbaşkanımız hitaplarında tarih boyunca doğa ile uyumlu hareket eden bir millet olduğumuz vurgusunu yaptı. Bu itibarla küresel ısınma çerçevesinde tarihi sorumluluğumuz yok denecek kadar az olmasına rağmen ülkemizde iklim değişikliği ile etkin bir mücadelenin yürütüldüğü bilgisini verdi. Paris Anlaşması kapsamında Niyet Edilen Ulusal Katkı Beyanımız (INDC) kapsamında 2030 yılında artıştan azaltım olmak üzere sragazlarında %21’lik taahhüdümüzü yinelediler. Ülkemizin benzer statüde yer alan ülkelerle aynı durumda değerlendirilmesi, bu noktada adil bir yaklaşımın gösterilmesine dair dünya liderlerine çağrıda bulunuldu. Bununla birlikte önemli yutak alanlarımızdan olan denizlerimizdeki korunan alanların artırılması için açık denizlerde özel koruma alanları belirlenmesi için dünya liderlerine çağrıda bulundu.
Paris 2050 mümkün mü?
BM değerlendirmelerine göre Paris Anlaşmasının hedeflerine ulaşılması için küresel bazda emisyonların 2030 yılına kadar %45 oranında azaltılması, 2050 yılında ise karbon nötr olmasını gerekli kılıyor.
İklim Eylem Takibi (Climate Action Tracker) değerlendirmelerine göre Zirve kapsamında sunulan yeni taahhütler, Paris’in imzalanması esnasında sunulan ulusal katkı beyanlarına göre daha iyi seviyede. Ancak her ne kadar daha yüksek azaltım hedefleri sunulmuş olsa da kümülatif bazda küresel seragazı emisyonlarında 2,6 ile 3,7 GtCO2e (Gigaton Karbondioksit eşdeğeri) arasında bir azaltım sağlayacağı öngörülüyor.
Oransal açıdan %12-14 değerinde bir azaltım sunan bu yeni NDC’lerin ne yazık ki 2050 Paris Anlaşması hedeflerinden hala çok uzak olduğu değerlendiriliyor. Zira Paris Anlaşmasının öngördüğü +1,50C için hala 20-24 GtCO2e değerinde bir azaltım gerekiyor. Bu değer kabaca halihazırda en büyük seragazı salan Çin ve ABD’nin yıllık ulusal emisyon değerlerine eşdeğer bir miktar. Yine basit bir kıyasla ABD’nin Paris Anlaşması hedeflerine ulaşabilmesi için İklim Liderler Zirvesinde beyan ettikleri %50-52 azaltımın en az %57-63 seviyelerinde olması gerekiyor.
Evet, dünyada bir dönüşüm var. İklimi merkeze alan, doğa temelli çözümlere yönelen bir dönüşüm var. Ancak yeterli değil. Paris, ufukta görünmüyor. Umutları Glasgow’a bırakıyoruz.