Çevre duyarlılığı dünyada yükselen değer. Gün geçmiyor ki dünyanın herhangi bir yerinde çevreyle ilgili bir gösteri, bir eylem olmasın. İnsanların çevreye karşı bu kadar duyarlı olması aslında çok kayda değer bir duruş. Kendisini yönetenlerin çevreyi kirletme veya yeşili azaltma adına vermiş oldukları kararlara itiraz edebilme cesaretini gösteren özgüvenli kalabalıkların seslerini yükseltmesi, demokrasinin bir gereği.
Çevreyi koruma adına faaliyet gösteren dernek, vakıf ve platformlar, kısaca sivil toplum kuruluşlarının, “bir elin nesi var, iki elin sesi var” düsturuyla vatandaşın sesini duyurmaları, yeri geldiğinde vatandaşı bilinçlendirmeleri tabii ki teşvik edilmeli.
Ülkeyi yönetenlerin de bu sivil toplum kuruluşlarının tepkilerine, eleştirilerine, görüşlerine değer vermesi, dikkate alması gerekir. Kısacası STK’lar, demokrasi için vazgeçilmez kurumlardır.
Peki bu çevreci kuruluşların hepsi iyi niyetli mi? Biliyoruz ki bütün çevreci STK’lar için bunu söylemek zor. Zinde güçler, çeşitli ülkelerdeki yatırımları önlemek için çevreci görünümlü bazı STK’lar kurup operasyon yapabiliyorlar. Güya çevre adına hareket eden bu kuruluşlar, ülkeyi birkaç adım öteye taşıyacak yatırım ve icraatları engellerken aslında neye hizmet ettiklerinin farkında mı?
Dünyanın pek çok ülkesinde mesela vergi rekortmenleri listesinin gediklisi sayılan şirketler, daha fazla kazanma hırsıyla hem çevreye zarar veren yatırımlara imza atıyor, hem de bu faaliyetlerini maskelemek için bir çevre örgütü kurup hükümetin yaptığı yatırımlara tepki gösterebiliyor. Yahut da devletten ihale alamayan bir şirket, kendi kurduğu bir “çevreci” STK ile aynı ihaleye konu olan yatırıma tepki gösterebiliyor.
Her ülkede buna benzer durumlar yaşanıyor. Hal böyleyken çevreci örgütlerin hepsinin iyi niyetli olduğunu söylemek basiretsizlik olur.
Telafi edilebilir zararlar
Çevreci örgütlerin, telafi edilebilir çevre zararını da hesaba katarak tepkilerini belli ölçülerde tutmaları da çok mühim. Çevreye zarar veriyor diyerek hemen her yatırıma engel olmak, tepki göstermek de tutarlı ve akılcı bir yaklaşım değil.
Geçtiğimiz yıl patlak veren ve çevreci bir eylem olarak başlayıp birkaç gün içinde neredeyse bir ayaklanmaya dönüşen Gezi olaylarına birçok büyük işadamının destek verdiğini gördük. Bu işadamlarının asıl derdinin üç-beş ağaç olmadığını biliyoruz. Çünkü içlerinde oturup keyif yaptıkları evlerin, villaların inşa edilmesi için kaç ağacın kurban edildiğini biliyoruz. Akdeniz ve Ege’de yılın 3 günü, hadi bilemediniz 5 günü keyif çatmak için inşa ettikleri villalar, yazlıklar için kaç ağacın kesildiğini, kaç ormanın talan edildiğini sorsak acaba yüzleri düşer mi?
Gezi Parkı’nda yerine daha fazlası dikilmek üzere kesilmesi düşünülen ağaçlar için ayağa kalkan o gençler, kendilerine “destek veren” kodamanların Bodrum, Marmaris’te birkaç gün güneşlenmek için diktikleri oteller için kaç ağacın feda edildiğinin farkındalar mı?
Hükümetin icraatlarına karşı gelirken Beyaz Türkler dediğimiz ahalinin çıkarlarına uygun olan orman talanları için neden çevreci örgütler ayağa kalkmaz. Orman talanı yapanların aynı zamanda çevreci örgütler kurup veya çevreci STK’lara destek verip göz boyadıklarını fark etmiyor muyuz sanıyorlar?
Geçtiğimiz yıllarda, krokodil çanta, ayakkabı tanıtımları yapan eski bir modacının bir Hayvan Vakfı kuracağını öğrenmiştik. Bir köşe yazarımız da kendisine daha bu vakfı kurmadan “sırtında kürkle hayvanseverlik” yapılamayacağını anlatınca hanımefendi bu vakfı kurmaktan vazgeçmişti.
Ülkemiz bu ikiyüzlülüklerin sayısız örnekleriyle dolu. Gerçekten çevre duyarlılığına sahip sivil toplum kuruluşlarımızın sayısı ne yazık ki az.
Ülkemiz önemli bir bölgede bulunuyor ve üzerinde ameliyat yapmak isteyen pek çok odak var. Bu odaklara karşı uyanık olmak her vatandaşın vazifesidir.
Çevre duyarlılığı yüksek olan gençlerimiz, destek verdikleri “çevreci” kuruluşların neye hizmet ettiklerine, çifte standart uygulayıp uygulamadıklarına dikkat etmeli ve çevreye zarar veren bazı yatırımlara tepki gösterip başka bazı yatırımları görmezlikten gelen STK’lara karşı uyanık olmalıdır.