1999’da Gölcük depreminden hemen sonra “deprem öldürmez, çürük bina öldürür” sözü hafızamıza kazınmıştı. O günden bu yana sadece TV’lerde uzmanların anlamsız tartışmalarıyla vakit geçirdik. Sonunda da bilimsel sohbetlerinden yorulduk, seyretmez olduk. Zira depremin ne zaman ve nerede olacağı vatandaşı ilgilendiriyordu. Bu da maalesef bilimsel olarak öngörülemiyordu. Dolayısıyla tek çare gelişmiş ülkelerde olduğu gibi yaşadığımız mekânları her türlü afete hazırlıklı hale getirmekti. Binalarımız olası bir depremin büyüklüğü ve şiddeti dikkate alınarak dizayn edilirse oluşabilecek kayıplar minimum olacaktır. Türkiye deprem bölgeleri haritası esas alındığında ülke topraklarının %96’sının farklı oranlarda deprem tehlikesine sahip bölgeler içerisinde yer aldığı ve nüfusunun % 98’inin bu bölgelerde yaşadığını görmek mümkündür.
Yüzyıllardır yaşanan ağır depremler maalesef bize ders olmamış, sürekli gündemin değiştiği ülkemizde unutulmuştur. Depremlere karşı tedbir almakta ne kadar zayıf davrandıysak, deprem sonrası yardımlaşma ve kurtarmada o kadar büyük gayret sarf ettik, paralar harcadık. İstanbul’da 1903’te yaşanan 6,7 büyüklüğündeki depremde 4500 bina ya yıkılmış ya ağır hasar görmüş, 2000 kişi de hayatını kaybetmiştir. 1939’da Erzincan’da meydana gelen deprem 7,9 şiddetinde olmuş 117 bin bina yıkılmış, 33 bin vatandaşımız çürük binalar yüzünden can vermiştir. 1944’te Bolu Gerede’de yine 7 şiddetindeki depremde 4.600 kişi, 1975’de Diyarbakır, Lice’de 2385 kişi ve hepimizin daha dün gibi hatırladığımız 1999 yılında Kocaeli ve Düzce depremlerinde toplam 18.000 vatandaşımızı kaybettik. Yıllar geçti yine ders almadık.
TEK ÇARE DÖNÜŞÜM
1903 yıkıcı İstanbul depreminin üzerinden 100 seneden fazla geçmiştir ve eğer depremin olma periyodu her yüz senede bir ise İstanbul’da her an yıkıcı bir deprem olma olasılığı çok fazladır. Ülkemizdeki 18 milyon konutun yaklaşık % 45’i olan 7 milyon konutun acilen yıkılıp yeniden yapılması gerekmektedir. İstanbul özelinde ise yaklaşık 3 milyon konut stokunun %40’ı ekonomik ömrünü doldurmuş, %27’sinin acilen yıkılması gerekmektedir. Demokrasiyle yönetilen ülkemizde, iktidar ve muhalefetin mevcut çürük yapı stokunu yenilemesi ve vatandaşını buna ikna etmesi hiç de kolay olmayacaktı ve olmadı da… Çünkü insanların en kutsal yeri oturdukları meskenleridir ve buraya dokunan oy alamaz.
Demokrasilerde böyle bir riski almak her babayiğidin harcı değildir. Hükümetin başındakiler istese bile tabandaki parti yöneticileri tepkilerden korktukları için alınacak tedbirlere direnmeyi yeğlerler. “Hele bu seçim dönemi geçsin, sonra başlayalım” diyerek sürekli yukarılara baskı yaparlar. Şaşırtıcı bir şekilde 2011 yılında Van’da yaşanan ve 604 masum vatandaşımızın öldüğü depremden sonra bu ülkenin Başbakanı Sayın Erdoğan “Seçimi kaybetme pahasına da olsa hasarlı binaları yıkıp yeniden yapacağız” demiştir. Bu aslında kendi ve partisi adına büyük bir risktir. Başbakan’ın kararlılığı, geçtiğimiz 10 yıllık iktidarında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nı kurması, TOKİ vasıtasıyla 500 bin yeni konut üretmesi ve afet kanunu çıkartmasıyla ortaya çıkmıştır.
Bu ülkede yaşayan herkes deprem gerçeğini aklından çıkartmadan kentsel dönüşüme destek vermeli, rant beklentilerinden uzak kendilerinin ve çocuklarının canını düşünmelidir. Özellikle İstanbul’da meydana gelecek şiddetli bir deprem, telafisi olmayan sonuçlar doğuracaktır. Yegâne çare, el birliğiyle İstanbul’daki binaları acilen dönüştürmektir. Kentsel dönüşüm yapılabilmesi için, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın ve belediyelerin öncelikle kararlı duruş göstermesi, proaktif rol alması ve vatandaşı dönüşüme inandırması gerekmektedir. Sırf rant uğruna dönüşümün önüne taş koyanların devletin gücüyle ikna edilmesi gerekmektedir.