Gerek konumu gerekse de sunduğu imkanlar dolayısı ile batılıların kendisine Altın Boynuz adını verdikleri Haliç her dönem önemini korumayı başaran bir yer. Bizans ve Osmanlı döneminde doğal liman olarak hizmet veren Haliç, tarihi ve kültürel birçok yere ev sahipliği yapıyor.
İstanbul’un fethinin manevi sultanı Ebu Eyüp El Ensari Hazretlerinin kabri gibi Pierre Loti tepesi de yerli yabancı her yıl milyonlarca ziyaretçiyi ağırlıyor.
Karada olduğu gibi işin bir de deniz yapısı var. Tarih boyunca su, uygarlıkların gelişimine katkı sunmuş, ticareti ve ulaşımı kolaylaştırmıştır. Haliç ise içerisinde deniz geçen dünyadaki tek şehir olan İstanbul’un körfezi. Korunaklı doğal limanı. Tarih boyunca bu yönde uygarlıklara sayısız hizmetlerde bulunmuştur.
Körfezler aynı zamanda su canlıları için de önemli bir habitat, önemli bir yaşam alanıdır. Haliç de bu alanlardan biri. Onlarca tür balık, su bitkileri ve diğer birçok canlı türünü besliyor, yetişme ve üremeleri için uygun ortam sunuyor. Bu yönüyle aynı zamanda, doğal bir akvaryum özelliği taşır ve deniz altı yaşam meraklıları için ayrı bir hizmet daha sunar.
Bir Tarih Yok mu Oluyor?
Uzun yıllar savaş ile yıpranan ülkemiz yaralarını sarıyor, şehirleri yeniden planlıyor. Ancak ne var ki batı hayranlığı burada da kendisini gösteriyor ve kendi içimizde mimar, şehir plancısı yokmuş gibi batıdan ithal şehir plancıları getiriyoruz. Planlamalar hayata geçiriliyor.
Haliç bölgesi de bu duruma kurban olan yerlerden birisi… Fransız mimar Henry Prost tarafından bölgenin sanayiye açılması öneriliyor. Etrafı sanayi ile kuşatılan haliç yıllarca bu tesislerin atıklarına, zehirli sularına maruz kalıyor.
Öyle oluyor ki nefes alamaz bir hal alıyor. Haliç’in özüne dönmesi için ilk adımlar dönemin İstanbul Belediye Başkanı Sayın Dalan tarafından atılıyor. Sanayi taşınıyor. Atıkların gelmesi kısmi olarak önleniyor. Ancak, yıllarca Haliç’e, Körfeze akıtılan kirler bölgeyi kanalizasyona çeviriyor adeta. Balıklar yerine çöplerin yüzdüğü bir körfez oluyor. Dibinde biriken çamur ve yüzeydeki kirler her geçen gün daha kötü bir koku ve görüntüye yol açıyor.
Sayın Dalan’dan sonra büyükşehir belediyesi başkanı olan Sayın Sözen, tabiri caizse Haliç’i kaderine terk ediyor. Haliç’in kokusu yedi tepeden hissedilir hale geliyor.
O dönemlerde İstanbul’un sadece Haliç sorunu yok elbette. Hava kirliliği, susuzluk, şehrin göbeğinde biriken çöp yığınları ve 39 canımızı yitirdiğimiz çöp patlaması kadim şehir İstanbul’un karşı karşıya kaldığı sorunların sadece birkaçı. Adeta buzdağı misali… bunlar sorunların sadece görünen kısmı…
Artık nefes alamayan Haliç için önerilen çözüm ise bölgenin toprakla doldurulması olmuştu. Yani Haliç yok edilecekti.
Beklenen kurtarıcı
Neyse ki imdada Sayın ERDOĞAN yetişti. Takvimler 27 Mart 1994’ü gösterdiğinde İstanbul kurtarıcısını seçmiş, ertesi güne kurtuluşa ve büyük dönüşüme giden büyük yolculuğa başlamıştı.
Beklenen “el” Sayın Erdoğan olmuştu.
Sayın Erdoğan İstanbul’un kangren olmuş sorunlarını masaya yatırmış ve öncelik verdiği konulardan alanlardan biri çevre olmuştu. Patlayan çöp sahaları ıslah edilmiş, günlük oluşan 22.000 kg atığın sağlıklı bertarafı için düzenli depolama tesisleri hizmete almış, sadece %9’u arıtılan atıksu için onlarca biyolojik arıtma tesisi devreye alınmış, en önemlisi de 110 km mesafedeki Istrancadan ve 180 km mesafedeki Melen’den getirilen su ile 2050 yılına kadar içme suyu sorunu çözülmüş, doğalgaz ile temizlenen hava ile İstanbul’un çevresi değişmişti. Çevre adeta hak ettiği değeri Sayın Erdoğanla bulmuştu.
Diğer bir ifade ile “Ülkemizde çevrenin makus talihi İstanbul seçimleri olan 1994 ile başladı” desek hata etmiş olmayız. Dönemin çevre yönetimi konularında önde gelen akademisyenlerini toplamış, çevre sorunlarını kökten çözmeye başlamıştı.
Dünyaya Örnek Proje – Haliç Özüne Dönüyor…
Bu dönüşümden nasibini alan yerlerden biri de Haliç oldu. Sayın Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevine gelmesiyle Haliç’i masaya yatırmış ve ilk icraatlarından biri olarak, Dünyanın da önde gelen sayılı projelerinden biri olan “Haliç Çevre Projesi”ni başlatmıştır.
Çalışmalarda bilimsel yöntemler ele alınmış, değişik üniversitelerden 32 akademisyen katılım sağlamış, planlamalar geliştirilmişti.
Çalışmaları üç aşamada ele almışlardı;
– İlk olarak yapılacak çalışmalar bir planlanmış,
– Akabinde çevre düzenleme çalışmaları yürütülmüş,
– Son olarak da bölgenin turizm, kültür, sanat ve rekreasyon vadisine dönüşümüne yönelik adımlar hayata geçirilmişti.
Islah Projesi 10 Ocak 1997’de başlamış; ancak, dönemin tüm teknik, mali ve imkanların sınırlı ve yer yer YETERSİZLİKLERİNE rağmen 1,5 yıl gibi kısa bir sürede tamamlanmıştı.
İlk olarak tarama yapılıyor, taramalarda kirlilik birikimi nedeniyle Haliç’in derinliği kimi yerlerde sadece 10 cm kadar düştüğü, Sütlüce-Eyüp arası derinliğin ise 0-50 cm arasında değişen bir seviyeye dönüştüğü tespit ediliyor.
Çıkarılan çamurlar yine son derece teknolojik bir surette, borular yardımı ile Haliç’ten 7 km mesafede, Alibeyköy’de bulunan eski taş ocaklarının olduğu yere pompalanıyor. Böylece hem taşıma kolaylaştırılıyor hem de kirlilik uzaklaştırılıyor.
Bunun için 4 adet boru hattı inşa ediliyor. 4 boru hattı ile toplamda 4.000 m3/saat çalışma kapasitesine ulaşıldı. Daha anlaşılır olması için şöyle ifade edelim; her saatte 1,5 olimpik havuz suyu 7 KM uzaklığa taşınıyordu.
Haliç’te yapılan iş; 4,5 uzunluğunda, 200 m genişliğinde ve ortalama 5 m derinliğe sahip olan bir alanda yapıldı. Toplamda 5 milyon m3 çamur çıkarıldı. Çıkarılan çamur borularla 7 km öteye pompalandı.
Bu iş boru hatları ile değil de hafriyat kamyonları ile yapılsaydı; günde en az 400, toplamda en az 200.000 sefer yapmak gerekirdi. O zamanın şartlarında günde en az 400 sefer kamyon hareketinin oluşturabileceği hengameyi düşünebiliyor musunuz? Ama Cumhurbaşkanımızın liderliğindeki ekip bilimi esas alan yaklaşımla bu işi başarmıştı.
Taşınan çamur kendi haline bırakılmadı. Çevre ve insan sağlığına zarar vermeyecek şekilde bertaraf edilmesi için taş ocaklarında 2 adet baraj inşa edildi. Zemin sızdırmazlığı sağlandı.
Barajların inşasında 850.000 m3 kaya, kil ve filtre dolgu malzemesi kullanıldı. Depolama sonrası günümüz Maçka Demokrasi Parkı alanından da büyük olan 180.000 m2 dolgu alanı oluştu. Bu alanın üzeri kapatılarak bölge ağaçlandırıldı.
Alan aynı zamanda, günümüzde Vialand olarak bilinen İstanbul’daki en büyük tema park inşa edildi ve 26 Mayıs 2013 tarihinde hizmete girdi. İlk yıl 8,5 takip eden yılda ise 20 milyonu aşan ziyaretçiyi ağırladı.
Islah çalışmaları sadece Haliç ile sınırlı kalmadı. Sadabad, Eyüp ve diğer kollektör (Kuzey ve Güney Haliç) çalışmalarının da tamamlanmasıyla bölge bir cazibe merkezi haline geldi. Eyüp’de ziyaretçi akınına uğrayan Pierre Loti tepesinden seyri doyumsuz bir manzara oluştu.
Haliç’in suları temizlenince, su canlıları da bölgeye akın etmeye başladı. Bölgede artık çöpler yerine balıklar yüzüyordu. Hatta balık tutma yarışması dahi yapıldı. İlk yarışmayı 1,5 saatte 128 balık tutan bir vatandaşımız kazandı.
Temizlemek yetmiyor, Kirlenmeyi de Önlemek Lazım
Mevcut kirlilik giderildikten sonra sıra Haliç’in tekrar kirlenmesini önlemeye gelmişti. İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi (İSKİ) ardı ardına projeler geliştirmiş; Haliç’e doğrudan akan atıksuları kontrol altına almak için hamlelere başlamıştı.
Kolektörler vasıtasıyla bu atıksular arıtma ünitelerine sevk edilerek bölgeden uzaklaştırıldı. Böylece Haliç’in yeniden kirlenmesi önlendi. Kuzey ve Güney Haliç Projeleri olarak anılan çalışmalarda; 120 km uzunluğu aşan birçok atıksu kolektörü, tüneli ve deşarj hattı inşa edildi.
Kuzey Haliç Projesinin İSKİ’ye maliyeti 2000 yılı rayiç değerleriyle 118 trilyon, Güney Haliç Projesi ise 92 trilyon Liraya mal olmuştu. Dünyanın en büyük çevre projelerinden biri olan Haliç için yapılan yatırım tutarı, dönemin rayiç değerleriyle 520 Milyon Doları bulmuştu.
Bu sorunların çözümü için yıllarca altyapıya yatırım yapıldı. Altyapı, kanalizasyon sistemleri yenilendi. Kapasiteleri yükseltildi.
Sadece Haliç Bölgesi değil, İstanbul bu süreçte yenileniyor aslında. 25 yılda İstanbul’da 17.500 KM atıksu toplama sistemi hizmeti girdi. Buna İlaveten 4.500 km yağmur suyu toplama hizmeti devreye alındı. Bu yatırımlar dereler üzerindeki baskıları azalttı. Ancak yeterli değildi. İstanbul’da 68 dere var. Bu derelerde 500 km’yi aşan ıslah çalışmaları yapıldı. Ancak bu işler hiçbir zaman kolay olmadı. Derelerin 100 km’si hayatın 24 saat yaşandığı yerleşim yerlerinden geçiyordu.
Çöplükten Kültür ve Sanat Merkezine…
Bölgede bir de kentsel dönüşüm çalışmaları yürütüldü. Bu kapsamda, yıllarca dokuma fabrikası olarak hizmet veren Feshane; bir fuar ve eğlence merkezine, yıllarca kesimhane olarak faaliyet gösteren ve Haliç’i kirleten sütlüce mezbahaneleri ulusal ve uluslararası birçok organizasyona ev sahipliği yapan Haliç Kültür ve Kongre Merkezine dönüştürülerek bölgenin adeta yeniden inşası sağlandı.
Bunun yanında, ülkemizin önemli yapıtlarının maketlerini bir araya toplayan Miniaturk ile de bölge adeta tam bir turizm, kültür sanat ve festival merkezine dönüşmüş, her yıl ağırladığı milyonlarca ziyaretçi ile bölge ve ülke ekonomisine ciddi katkılar sunmuştu.
750 Milyon Dolarlık Yatırım
Haliç’i besleyen derelerin zaman zaman kuruması üzerine 2012 yılında yine dev bir proje hayata geçirilerek Boğazdan Haliç’e can suyu taşındı.
5 km’lik uzunluğundaki tünellerde borularla günde 500.000 m3 su taşınan Haliç için yapılan yatırım tutarı 750 milyon doları geçti.
Dünya Şehircilik Ödülü Haliç’e geldi
77 ülkeden metropol şehirlerin bir araya gelerek kurduğu metropolis organizasyonu var. 2002 yılında Japonya’da metropol belediyelerin çevre projeleri bazında yarışma düzenleniyor. Ülkemiz de Haliç Projesi ile katılıyor ve yarışmada birinci seçilerek “Dünya Şehircilik Ödülünü” kazanıyor.
Yine, ulusal bazda Akdeniz Üniversitesi tarafından yapılan Çevre Hizmetleri Ödülleri kapsamında Haliç için 2012 yılında hizmete giren can suyu projesi Akdeniz Üniversitesi Çevre Hizmet Ödülleri-2014’de ödüle layık görülüyor.
Bütün bu yatırımlar sonucunda, 90’lı yılların başında hemen hemen hiçbir canlının yaşamadığı ve balıklar yerine bir çöplerin yüzdüğü Haliç’te tekrar balıklar görülmüş ve 2014 yılında İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri Enstitüsü tarafından 2014 yılında yapılan araştırmalarda, aralarında mezgit, uskumru, sardalya, barbun kimi balık türler ile denizatı gibi 47 balık ve canlı türü tespit ediliyor.
Çalışmalar hiç aksatılmadı
Temizlendiği 1997 yılından 2004 yılına kadar sorun yaşanmayan Haliç’te, kendisini besleyen Alibeyköy ve Kağıthane derelerinden gelen çamur sebebiyle yeni bir sığlaşma oluşmuş, bunun üzerine 2005 yılında zaman zaman şikayetlerin olması üzerine 2. kez temizleme çalışmaları başlatılıyor.
Bu noktada, 2004 yılında Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığından temin edilen Çekirge Tarak Gemisi ile Haliç’te yeni bir tarama çalışması yürütülmüş ve 2011 yılına kadar devam ediliyor.
2011’den sonra ise şat üzerindeki Endüstriyel Ekskavatör ile tarama çalışmalarına devam edilmiştir.
Yine, dere ağızlarında da şikâyete konu olan yoğun koku problemleri giderilmesi için Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığından alınan KAZAR tarama araçları ve DÖKÜ gemileri ile çalışmalar yürütülmüştür.
Ancak “Taşıma su ile değirmen dönmez” gerçeğinden hareketle İBB, 2017 yılında; yerli ve milli teknoloji ile üretilen 1 adet çamur tarama gemisi, 2 adet çamur taşıma gemisi ile 1 adet amfibi tarama aracını satın alarak Haliç başta olmak üzere dere ve deniz temizleme araç envanterini güçlendiriyor. Bu ekipmanlar günümüz yönetimi tarafından da yine önceki yönetim tarafından 2016 yılında başlatılan Kurbağalıdere ıslah çalışmalarında da kullanılıyor.
Yapılan bütün bu yatırımlarla Haliç, dereağzı ve koy taraması yapılan yerlerden çıkarılan teressubat (su ve atıksu sistemlerinde dibe çöken tortu) miktarı yıllık ortalama 36 adet olimpik havuz hacmine eşdeğer olan 90.000 m3 buluyor. Bu veriler İBB’nin resmi sitesi ve İSKİ yıllık faaliyet raporlarında da yer alıyor. Dileyenler bu web sitelerinden bu belgeleri indirip yıllarca yapılan çalışmaları teyit edebilirler.
Yatırımlar Bitmiyor
Bunların yanında, önceki İBB Yönetimi tarafından özellikle körfez, koy ve kıyılarda alg patlaması olarak bilinen literatürdeki karşılığı “ötrofikasyon” denilen olaya yol açan azot ve fosfor giderim ünitelerine sahip ileri biyolojik arıtma tesisi projesini hayata geçirmeye hazırlanmış, ancak mevcut yönetim tarafından gereksiz ve çevre kirliliğine yol açtığı iddiasıyla iptal edilmiştir.
Halbuki bu proje 2011 yılında içlerinde CHP’li üyelerin de olduğu İBB meclisinde onaylanmış ve programa işlenmiştir. Burada kullanılacak teknoloji ise Ülkemizde ilk olacaktı. Membran arıtma sistemi olacak, tesis görüntü ve koku benzeri şikayetlerin asgari seviyeye indirgenmesi için de yer altına inşa edilecekti. Tesiste günlük 435.000 m3 su arıtılacak, arıtılan su sanayide ve yeşil alan sulamasında kullanılacak, sonuçta da içme suyu kaynakları korunacaktı.
Ayrıca, kalan su da Haliç’e verilerek Haliç’te su hareketliliği sağlanacak, durgunluk ve kirlilik birikimi önlenecekti.
Bunun yanında, eski İBB Yönetimi tarafından Haliç’te düzenli olarak çıkarılan tarama malzemesinin yönetimi için de çamur kurutma tesisi planlanmış ve inşa çalışmalarına başlanmıştı.
Görüldüğü üzere burada kısaca değindiğimiz sayısız çalışma örneğinde Haliç’in hiçbir zaman kendi haline bırakılmadığı, sürekli daha da canlı kılınmaya çalışıldığı görülüyor. Haliyle de yıllar boyunca son günlerde basına yansıyan alg patlaması olayına şahitlik edilmemiştir.
ALG PATLAMASI: DOĞAL MI YOKSA BİR İŞARET Mİ?
Gelelim günümüzün konusuna. Alg patlaması hadisesine. Ne ülkemizde ne de dünyada ilk kez görülen olay değil bu tabiki. Ancak, tamamen doğal olduğunu iddia etmek birtakım sorunları örtbas etmek manasına taşır. Nasıl ki vücudumuzda bir denge var. Sorun olduğu zaman kendisini bir şekilde ateş, ağrı vb işaretlerle belli eder. Bu durum da öyle esasında.
Gezegenimizde de canlı ve cansız varlıklar arasında ekolojik denge olarak adlandırılan bir düzen var. Bu düzenin bir zarar durumunda kendisini tamir edebilme sınırının dışına çıkılmadıkça, sistemin kendi kendisini dengeleme, yenileme imkânı bulunuyor. İnsan faaliyetleri sonucu, doğaya bırakılan birçok kirletici doğamızın kendini onarabilmesine imkân tanıyan kabul limitleri dahilinde kaldığı zaman bir şekilde yönetilebilmektedir.
Nasıl ki kanımız belirli parametreler için demir, vitamin gibi sınırlar var. Vu sınırların dışına -aşağısı veya yukarısına- çıkıldığı zaman vücut hasta oluyor ve dış müdahale gerektiriyorsa bu da aynı durum aslında…
Soluduğumuz hava için, içtiğimiz su için sınır değerler bu hususlar baz alınarak yapılıyor. Neticede SIFIR kirlilik günümüz şartlarında çok mümkün olamıyor. Haliyle kirliliğin gittiği, aktığı alıcı ortamın bunu karşılama, bununla baş edebilme durumu dikkate alınarak limit değerler belirleniyor.
Algler de fitoplankton olarak da adlandırılan ve suda yaşayan yeşil bitkiler sınıfından. Genellikle tek hücreli mikroskobik canlıları ifade ederler. Fotosentez yaparak dış ortama oksijen verirler. Bilim insanlarının değerlendirmelerine göre aldığımız her iki nefesten birisinin kaynağı deniz ve okyanusların dibinde yaşayan bu bitkiler. Kendileri bunlarla beslenen canlılar için de bir besin kaynağı da olurlar… Besin zincirinin önemli bir elemanı konumundadır.
Bunlar arasında fotosentetik bakteri türü olan siyanobakteriler olarak bilinen grup da vardır. Fotosentez yaparlar. Güneş ışığına ihtiyaç duyarlar. Havaların ısınması onlar için bir avantaj. Sıcaklık tek başına yeterli değil. Bir de besine ihtiyaç duyarlar.
Bu besin ortamda bulunan doğal mineral olabildiği gibi bir kaynaktan da gelmiş olabilir. Bir Kaynaktan gelene her ne kadar besin deniliyor olsa da esasında bir KİRLİLİK, Organik Kirlilik. İçerisinde azot (N), fosfor (F) bileşiklerini barındıran bir kirlilik.
Aşırı çoğalma sonucu ortamdaki oksijen tükenir. Kendileri de ölür ve su yüzeyinde bir tabaka oluştururlar. Kıyılarda ise bataklığa dönüşüm görülür. Bu yüzden suyun altına güneş ışığı gitmez. Işığa ihtiyaç duyan diğer canlılar ölür. Suda çözünen oksijen azalır, zamanla yok olur.. Sonuç olur HİÇBİR CANLI YAŞAYAMAZ o alanda….
Balıkçılığı olumsuz etkiler. Ağları sarar, tekne motorlarına zarar verir. Bunlar hep yaşanan hadiseler esasında..
Körfez, koy ve kıyı bölgelerinde daha sık karşılaşılan bu olay kimi yerlerde her zaman yaşanır. Ancak, HALİÇ’te 25 yıldır yaşanmamışken ne değişti de bu olay oldu?
Sadece sıcaklar mı? Tek başına yeterli olmadığını biliyoruz. Üremek içi, çoğalmak için besine de ihtiyaç var. Zira geçmiş yıllarda da aşırı sıcaklar oldu. NASA kayıtlarına göre iklim değişikliği dolayısı ile artan sıcaklıkların en çok hissedildiği yıl 2016. Yani tarihteki en sıcak yıl 2016. Yine 2019 yılı da tarihteki en sıcak ikinci yıl oldu. Ama bu yıllarda alg patlaması Haliç’te yaşanmadı. Belki de besin yoktu.
Şimdi besin var demek ki. Her ne kadar besin diyorsak da bunları tüketen tek hücreli canlılar… Bakteriler… Siyanobakteri olarak adlandırılırlar. Diğer mikroorganizmalardan olduğu gibi bunların da temel görevi atıkları parçalayarak çürütmek… Doğal dengeyi ve yaşamın devamını sağlamak.
Demek ki onlar için besin olan şey esasında bir KİRLİLİK. Kaynağı ise deterjanlı evsel atıksular, sanayi atıksuları veya tarım alanlarından gelen yüzey suları olabilir ki tarımsal gübre ve ilaçlar alg patlamasına yol açan fosfor ve azot bakımından zengindirler…
Yıllardır Haliç’te yaşanmadı. Zira sular düzenli olarak arıtıldı. Arıtma kapasiteleri ve içeriği değiştirildi. 1994 öncesinde İstanbul’da atıksuların sadece %9’u, o da fiziksel olarak, yani sadece kaba pislikler alınarak arıtılıyordu. 94 Sonrası başlayan dönüşümde yeni tesisler inşa edildi, biyolojik ve ileri biyolojik arıtmalar devreye alındı. Şu anda %99’u arıtılıyor ki bunu hemen hemen yarısı biyolojik arıtmadan geçiyor. Boğaza, Marmara denizine geçmişe kıyasla daha temiz atıksu bırakılıyor.
Yapraklar Alkışladı ama balıklar üzüldü
Haliç’e de Yenikapı ve Baltalimanına akan kirlilik yükünü azaltmak ve ileriye yönelik olası kirlilik yükünü de değerlendirmeye alarak bölgeye bir tesis planlandı. 2011 yılında da İBB meclisinde tüm partiler onay verdi buna. TEsis son teknoloji ile yapılacaktı. Membran teknolojisi. Içerisinde şu anda ötrafikasyona, kamuoyunun aşina olduğu tabirle alg patlamasına yol açan belirli kirleticiler olan azot ve fosfor giderimi sağlayacak üniteler de vardı. Malumunuz yaprakların alkışladığı “temel atmama töreni”.
Evet, ileri biyolojik arıtma tesisleri, üçüncül arıtma olarak adlandırılan ve fosfor ve azot giderim ünitelerine sahip yapılar… Her geçen gün artan atıksu miktarının sağlıklı yönetimi için yıllarca inşa edilen arıtma tesislerine br yenisi daha eklenecek, bölgeye hayat katacaktı. Ancak müsaade edilmedi.
Var olanlar da aktif bir şekilde çalıştırılmıyor. Riva Deresi herkesin malumu. Milyon dolarlık yatırımlarla inşa edilen arıtma tesisleri var. Paşaköy İleri Biyolojik Arıtma gibi. Ancak yüksek maliyetli diye çalıştırılmıyor. Atıksular bypass ediliyor. Dolayısı ile orada da yakın zamanda alg patlaması benzeri manzaralar görürsek şaşırmayalım.
Dünyada ve Ülkemizde Sıklıkla oluyor
Alg patlaması ülkemizde ve dünyada sıklıkla görülen bir olay. Özellikle körfezlerde. Ancak denizlerdeki akıntılar yoluyla durum geçici olabiliyor.
Ancak, doğal yani kendiliğinden gelişen bir durum değil. Genellikle kirlilik oluştuğunun bir göstergesi. Bir nevi alarm sistemi. Buralar kirleniyor, önleminizi alın diyor adeta. Doğanın zaman zaman bizleri uyarıda bulunduğu gibi bu da bir uyarı yöntemi esasında.
Kirlilik sürekli ise bu durum geçici olmaz. Geçicilikten kasıt da su ortamının gelen kirliliği tolere edebildiğinin göstergesi esasında. Kendisini tamir edebiliyor kirlilik yüküne bağlı olarak. Ancak kirlilik sürekli ve akıntıların, suyun kendisini yenilemesinin çok mümkün olmadığı alanlar da ise daha büyük sorunlara yol açabiliyor.
Küçükçekmece’de olduğu gibi. Yıllarca sanayi atıksuları ile tarımsal alanlardan gelen tarımsal kirlilik içerikli sular Gölü adeta yaşanmaz hale getirdi. Sıklıkla alg patlamalarına şahit oluyoruz. Kötü kokular, toplu balık ölümleri vs bunun sadece göstergeleri..
Aslında buraya değinmişken Kanal İstanbul’a dahil edilecek Küçükçekmece gölü. Onun için bir kurtuluş olacak bu durum. Su akışkanlığı, bölgenin sürekli kendisin yenileyebilmesini sağlayacak. Öncesinde zaten bir temizlik çalışması yapılacak. Sonuçta da temiz suya kavuşacak bölge bölgesi olumsuz manzaralarla gündeme gelmeyecek…
Şimdi ülkemiz ve dünyada görülen alg patlaması olaylarına ve etkilerine ilişkin bazı örnekler sunmak istiyorum;
Fethiye Körfezi
Önemli turizm bölgelerimizden biri fethiye Körfezi. Geçtiğimiz yıl bu olayla basında kendisine yer buldu. Yetkililer doğaldır deyip geçiştirmeye çalıştılar. Fakat Bakanlığımız işin takipçisi oldu. Denetimler yapıldı ve görüldü ki atıksu arıtma tesisinin kapasitesi yetersiz. Tesis planlama kapasitesi maksimum 23.000 m3/gün iken gelen atıksu debisi 33.000 m3/gün oluyor. Haliyle de atıksular kimi zaman bypass ediliyor.
Kirlilik olunca besin oluyor, havaların ısınması ile de tüm şartlar sağlanıyor. Alg patlaması yaşanıyor. Turizm cenneti bu kötü görüntü ile hafızalara kazınıyor.
Arıtma tesislerinin kurulumu 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu gereğince de büyükşehirlerde. Ancak Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğümüz arıtma tesis kapasitesinin yetersiz olduğunu ve 2. bir etap arıtmanın yapılması gerektiğini belediyeye bildirmesine rağmen yıllarca buna kayıtsız kalınıyor. Sorunlar patlak verince de “DOĞAL ve GEÇİCİ” bir hadise denilip olaydan sıyrılıyor.
Bafa Gölü
Durgun bir su örneğpi. 2014 yılında mekanik manada büyük bir temizlik yapılıyor. Aradan geçen yıllarda sorun olmuyor. 2018 yılında tekrar sorun baş gösteriyor. Alg patlaması kıyıda bir balçık kıvamına ulaşıyor, balıkçılar olumsuz etkileniyor, ağları sarıyor algler.. Ayrıca motorlara zarar veriyor.
Atatürk Barajı
Geçtiğimiz yıl kasım ayında, en büyük yapay su gölümüz, Atatürk Barajında yeşil bir tabaka görülüyor. İl Müdürlüğümüz numune alıyor, analiz yapıyor, arıtma kapasitesi yetersizliğine bağlı atıksu deşarjı tespit ediliyor. Önlemlerin alınması için harekete geçiliyor.
Örnekler çoğaltılabilir. Marmara ve boğazda hemen hemen her yıl gördüğümüz manzaralar da bu nedenden ötürü. O yüzden arıtma önemli. Tamam deniz bir şekilde tolere ediyor, geçici oluyor, hareketlilik var. Akıntılar, gelgitler vs. Ancak ne zamana kadar yapılabilecek bunu. Gün gelecek kendisini tamir etme kapasitesi aşılacak. O yüzden çevre yatırımları süreklilik ister, bu yıl yaptım seneye gerek yok diyemezsiniz.
Birkaç örnek de yurtdışından, dünyadan verelim.
Telef olan Milyonlarca Balık
Reuters’da yer alan bir habere göre yine geçtiğimiz yıl, 2019’da Somon üretme çiftlikleri bölgesinde yaşanan alg patlamaları balık solungaçlarını tıkıyor. 8 milyondan fazla somon balığının telef olmasına yol açıyor. Bunun mali etkisinin ise en az 70 milyon dolar olduğu öngörülüyor. Dünyada somon piyasasındaki fiyat artışı da cabası..
Yine Şili ekonomi Bakanı’nın açıklamalarına göre 2016’da Şili’de de benzer bir hadisenin yaşandığı ve 22,5 milyon balığın aynı şekilde telef olduğu basında yer aldı.
Yavaş yavaş Tükenen bir Göl: Erie Gölü
Yüzey alanı bakımından Kuzey Amerika’nın en büyük dördüncü, dünyanın ise en büyük onbirinci gölü olan Erie Gölü, 1960’larda fabrika ve kanalizasyon sularının getirdiği yıllık 30 TON fosfor kirleticisi sonucunda alg patlamasına maruz kalmış ve gölde hiçbir canlının yaşayamadığı ölü bölgeler oluşmuş.
1980’lerde önlemler alınıyor, atıksular arıtılıyor, evlerde de kullandığımız deterjanlardan kaynaklı fosfor girişi önleniyor. Göl kendisine geliyor. Balık popülasyonu artıyor. Yıllık 10 milyar dolar turizm potansiyeline ulaşıyor.
Ancak, yıllar sonra yeniden kirleniyor. Bu seferki sorun iklim değişikliği sonucu oluşan aşırı ve kısa süreli yoğun yağışlar, tarlalardaki tarımsal gübreleri göle sürüklüyor. Bu da içerik bakımından fosfor ve azot bakımından zengin ki algler için aranan besin kaynağı..
Görüldüğü üzere alg patlamaları öyle masum öyle doğal öyle de gelip geçici hadiseler değil. Ama bir işaret. Bir değişimin işareti. Bir dış müdahalenin gerekliliğini gösteren bir işaret. Tabi görene, anlayana.
MEDYANIN İKİ YÜZLÜLÜĞÜ..
Bu süreçte başka şahit olduğumuz olaylardan biri de aynı vakalar karşısındaki medyanın tutum değişikliği. Yıllar öncesinde Fethiye Körfezi’nde görülen alg patlamasını KİRLİLİK olarak gösteren kimi medya organları bu yaşanan olayı çok masum görüyor. Halbuki mukayese edilen yerin kendini yenilemesi daha olağan .. HALİÇ için bu çok da olağan değil..
Bakanlık Devreye Giriyor
Geçtiğimiz yıllarda Fethiye’de görülen olaya Bakanlık nasıl müdahale edip, hakikati gözler önüne serip, böylesi manzaraların yaşanmaması adına yetkilileri nasıl harekete geçirdiyse bugün de bu durum karşısında aynı tavrı gösterecek, sahada yer alacak, kamuoyunun ve denizin hakkını savunacaktır.
Zira konumuz çevre. Çevre siyaset üstü bir konu. Çevreyi korumak hem doğaya karşı borcumuzun bir gereği hem de evlatlarımızın geleceği için gerekli.
Dünyanın karşı karşı kaldığı tarihte eşi benzeri görülmemiş bir salgın dönemindeyiz. Birçok ülke sağlık sistemi çöküş gösterirken ülkemizde hızlı atılan adımlarla süreci oldukça iyi yönetiyoruz. Ancak bu dönemde varlığını en çok hissettiğimiz mekan sağlık kuruluşları, hastaneler oldu. İstanbul’da Avrupa’nın en büyük hastanesi yapılıyor. Hizmete geçirmek istiyorsunuz, ancak yollar eksik. Sorumluluk büyükşehirde. Ancak son derece insani bir mesele olan bu durumda fon olmadığı iddia edilerek yapılmıyor. Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı konuya el atıyor. Zira sağlık söz konusu. Siyasete heba edilmeyecek bir konu.
Aynı şekilde çevre de öyle. Yılların emeği ile inşa edilen Haliç’in bazı ihtiraslara kurban edilmesi kabul edilemez. Bu hem yılların emeğine karşı nankörlük hem İstanbul’a hem de İstanbulluya bir saygısızlık olur.
Çevre de siyaset üstü bir konu. Çevreyi önleyici hekimlik olarak görüyoruz. Çevreye yapılan yatırım sağlığa yapılan yatırımdır. Ne kadar çok yatırım yapılırsa sağlık masrafları da o denli azalır. O yüzden çevre yatırımları süreklilik arz eder. Bugün yaptım yarın yapmaya gerek yok diyemezsiniz.
O nedenle Bakanlık sahada yer alıyor. Halk için, geleceğimiz için.
Bakanlık konuya seyirci kalmıyor. Her şeyden önce halkımızın sağlığı var düşünmemiz gereken. Biz de onu yapıyoruz.
Esasında Büyükşehir Yetkilileri böylesi “yok doğal, yok geçici” gibi mazeret beyan edeceklerine bir kaç numune alıp ölçüm yapsalardı, analiz yapsalardı daha inandırıcı olurdu ki bilim bunu gerektirir, bilimsellik bunu gerektirir. Lafla olmaz.
Bakınız biz bilgi ve belgeye dayanarak konuşuyoruz. Algı siyasetinden uzak duruyoruz. Çevreyi siyaset üstü bir konu görüyoruz. Siyasete kurban edilemeyecek bir konu.
Bu durum dahi konuyu siyaset üstü olarak ele aldığımızın bir göstergesi. Yoksa kendi hallerine bırakır, kamuoyu nezdinde itibar kaybı yaşamalarını izlerdik. Ancak çevre söz konusu.
Yine Fethiye örneğine dönmek istiyorum. Malum yönetim arıtma tesislerini çalıştırmıyor. Daha doğrusu arıtma tesis kapasiteleri yetersiz kalıyor. Sular arıtılmadan güzelim körfeze boşaltılıyor. Bu kirlilikten de beslenen alg patlaması yaşanıyor. Koku ve görüntü kirliliği oluşmasının yanında turizm sektörü de etkileniyor. Denetimle ortaya çıktı bu konu. Oysaki ilgili Belediye Başkanı da şu andakiler gibi olayın tamamen doğal ve geçici olduğunu dile getirip duruyordu.
ÇAĞRIDA BULUNUYORUZ
Zor değil, İBB yönetimi sürekli “bu doğal bir olaydır, geçicidir” diye paylaşım yaparak kamuoyunda algı oluşturacağına bilime kulak vererek hareket etmeli. Numuneleri kendileri de almalı. Bölgede bir değişimin olup olmadığı tespit edilebilir. Olayın doğal mı yoksa kirlilikten mi beslendiği ortaya çıkar. Kirlilik kaynağı da önlenmediği takdirde bu olay tekrar tekrar yaşanır.
Sonuçta 40’dan fazla balık ve diğer birçok canlı ne yazık ki zamanla bölgeyi terk etmek durumunda kalır. Haliç 25 yıl geriye gider. Bizler mevcut yönetimin geçmişte yapılan yatırımlara destek olacak adımları atmasını bekliyoruz.
Son olarak bunun yararlı olduğu iddiası da var. Besin zincirinde yer alıyorlar ve oksijen üretiyorlar diye. Bu durum açık deniz ve okyanuslar için geçerli olabilir belki ancak bu duruma yol açan siyanobakteriler. Toksik salgılar üretiyorlar. Zararlılar yani. Zararlarına da örneklerle değindik. Yoksa şunu diyebiliriz “madem yararlı, öyleyse atıksuları arıtmayalım. Kirliliği denizlere boca edelim. Algler çoğaldıkça çoğalsın. Milyon dolarlık yatırımlar yapmayalım. Var mıdır bunu yapan bir ülke?
Yok, bulamazsınız. Biz de öyle olmamalı, bu düşüncelerden kendimizi sıyırmalı, taş üstüne taş koyanın yanında yer almalıyız. Bu konuda uyarıda da bulunduk. 6 ay öncesinde. Haklı çıktık ama keşke çıkmasaydık. Tekrar ediyoruz, Haliç’ten “Altın Boynuz”a dönüş kolay olmadı. Ancak Altın Boynuz’dan Haliç’e dönüş kolay olabilir. Olmasın kimseye menfaat sağlamaz bu.